Öcalan’a Mektubu Sunuş

Demir Küçükaydın

Bu yılın (2025) Haziran ayında Abdullah Öcalan’a verilmek üzere yazdığım mektubu ve o sıra tesadüfen Berlin’de bulunan DEM Parti eş başkanı Tuncer Bakırhan’a verdiğim mektubu, geçen hafta sonu DEM Parti’nin düzenlediği “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”na Öcalan’ın yolladığı “Barış ve Demokratik Toplum İnşasıyla Sosyalizmi Yeniden kazanalım” başlıklı metni okuyunca, yayınlamaya karar verdim

Aradan neredeyse altı ay geçmiş olmasına rağmen yayınlamamın nedeni, Mektubun önce muhatabının eline geçmesini beklememdi.

Ancak şu ana kadar Öcalan’ın eline geçip geçmediğine dair bir bilgi gelmeyince ve dolaylı olarak mektubun, içindeki somut program nedeniyle muhtemelen Öcalan’a verilmeyeceğine dair yorumlar da duyduğumdan, belki yayınlanırsa böylece haberi de olabilir diye düşünerek, yayınlamaya karar verdim.

Tabii tek neden bu değil. Esas neden. Öcalan’ın “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”na yolladığı “Barış ve Demokratik Toplum İnşasıyla Sosyalizmi Yeniden kazanalım” başlıklı metnin içeriği ile banim yolladığım mektubun ve bizzat mektupta da belirttiğim paralelliklerin ve içeriksel farkların hemen görülebileceği, yani somut olarak iki bakışı ve programı kıyaslama olanağı sunmasıydı.

Mektubumu ve mektubun altına ek olarak Öcalan’ın metnini de koyuyorum ki, ikisi bir arada okunarak kıyaslanabilsin.

Elbette ileride iki metinde dile gelen yaklaşımların fark ve benzerliklerini ve bunun nedenlerini ele alan ayrı bir yazı ve analiz yazabilirim.

Ama kanımca, önce okurun kendisinin kendi değerlendirmeleriyle bu kıyaslamayı yapması daha doğru olur.

Öte yandan tarihe bir not da düşmüş olurum diye düşünüyorum.

Yazılarımı okuyanlar, çoktandır, Kürt hareketinin silahlı mücadeleye, gereğinde tek taraflı olarak, son vermesi gerektiğini, bu mücadele biçiminin artık bir engele dönüştüğünü söylediğimi bilirler.

Bu nedenle Öcalan’ın Türkiye’de silahlı mücadeleye son verme kararını doğru buluyor ve destekliyorum. Bunları da zaten daha sonra yazdığım yazılarda veya söyleşilerde belirtmiştim.

Kimilerinin “Barış süreci” dediği ve kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi, öyle denirse öyle olacağını sandığı, “süreç” tamamen “başarısız” olsa, hiçbir kazanım elde edilmese, bir baskı ve şiddet dalgasıyla sona erse bile, silahlı mücadeleye son verilmesi doğrudur, bu çizgide kalınmalıdır. Bu çizgi, uzun vadede çok daha sağlam kazanımlar elde etmenin koşullarını yaratır ve genişletir.

Bu koşulları değerlendirmek Kürt hareketine, sosyalistlere, demokratlara kalır.

Hem bir ezilen ulus hareketi hem bu ulusal hareketin en işçi ve yoksul, en plebiyen, aynı zamanda en sosyalizan ve en demokratik programa sahip olan kesimi olduğu için Öcalan’ın teorisyeni ve önderi olduğu çizgiyi ve hareketi her zaman destekledim ve gereğinde bu desteğimi eleştirerek de sürdürdüm.

Elbet ezen ulustan bir insan olduğumdan, genellikle ağacı Kürt hareketinden yana bükmeye de çalıştım. Lenin’in son yazılanında da değindiği gibi, ancak böyle bir çizgi daha eşitleyici bir çizgi olabilirdi ve olabilir.

Bu stratejik ve taktik desteğim elbette ne teorik, ne de programatik olarak aynı düşündüğüm anlamına gelmemekteydi ve gelmemektedir. Teorik ve programatik eleştirilerimi, program, strateji, taktik ve örgütsel düzeylerde hemen her vesileyle ortaya koyup savundum.

Bu davranışımın bir Marksist’in doğru davranışının nasıl olması gerektiğinin örneğini sunduğunu düşünüyorum.

Bu mektubu ve içeriğindeki programı yayınlamamın bir nedeni daha var.

Türkiye’nin sosyalistleri Öcalan’ı hor görürler. Neredeyse çeyrek yüzyıl önce, Öcalan’ın sadece bir örgütçü, stratej, taktik esneklik sahibi bir önder değil, aynı zamanda bir teorisyen olduğunu söylediğimde, Türk sosyalistleri buna karşı çıkmışlar ve benle alay etmişlerdi.

Hala bu görüşteyim ve arada geçen zaman kanımca bu görüşümün doğruluğunu da tekrar tekrar kanıtladı.

Teorisyenliği akademisyenlikle, dipnot kırkambarı olmakla karıştıranlar elbette ne dediğimizi anlayamayacaklardır.

Ayrıca teorisyen olmanın ille de teorinin doğru olmasıyla da ilişkisi olmadığını anlayamazlar.

Teorisyenlik her şeyden önce yeni sorular sormak ve genelleme yeteneği demektir, en küçük ayrıntılardan büyük genellemelere gitme yeteneği demektir. Sorular ve genellemeler yanlış da olsa teorisyenliğe halel gelmez.

Öcalan sürekli yeni sorular sormakta, en küçük gelişmelerden hareketle, en küçük ayrıntılardan hareketle yeni genellemeler yapmaya çalışmaktadır. Zaten bu sayede kendini ve önderi bulunduğu hareketi defalarca yenilemiş ve yeni koşullara uygun hamleler yapmasını sağlayabilmiştir. Öcalan’ın bu hamleleri, yazdığı tuğla gibi kitaplar olmasaydı, hareket bugün olduğundan çok daha geri bir noktada olur ve belki uğradığı ağır yenilgiler sonucu dağılmış olabilirdi.

Ve Öcalan bütün bu hamleleri, kitapları, bir adadaki çeyrek yüzyılı aşan, tecrit koşullarında Türk devleti gibi bir devletin elinde esirken yaptı. Bunun bir benzeri bulunmamaktadır.

Suriye’nin “Muhaberat” devletinin elinde rehineyken, Ortadoğu’nun en büyük, dünyanın sayılı Gerilla hareketlerinden birini örgütledi, Türkiye’nin militer, keyfi ve baskıcı devletinin elinde esirken de Ortadoğu’nun en büyük legal ve demokratik hareketini örgütledi.

Bugün Türkiye’de demokratik muhalefet, kadın, çevre, hayvan hareketleri hatta CHP bile, bile bir parça nefes alacak bir alan bulabiliyorsa, bu hareketin ortaya çıkardığı niş sayesindedir.

Ben de ezen ulusun içinden bir Marksist olarak, Öcalan’ı bir teorisyen olarak muhatap alarak, ona teori ve program konusunda bir alternatif sunarak, aynı zamanda Türk sosyalistlerinin tavrına karşı somut bir duruş sergilemiş, davranışımla onları eleştirmiş de oluyorum.

Ama aynı zamanda tüm sosyalist ve demokratlara bir somut program ve teorik temel önermiş oluyorum.

Aslında Öcalan’a mektup, aynı zamanda kendilerine bir mektuptur.

Onlar kısa vadeli düşünürler ve günlük politika yorumcusu olmaktan öteye gidemezler ve güce değer verirler.

Güç bizde yok bu nedenle dikkate bile almayacaklarını ve alayla karşılayacaklarını bilmeme rağmen ama yine de kendilerine de yazılmış bir mektup olarak ciddiyetle okumalarını öneririm.

Önerilerin sadeliği ve basitliği kimseyi yanıltmamalıdır. Kökten farklı bir bakışın, yarım yüzyılı aşkın bir pratik ve teorik, mücadele ve birikimin ürünüdürler.

Ve sadelik ve basitlik, Çinlilerin dediği gibi, uzun emeklerle, gelişimin belli bir aşamasından sonra ulaşılacak bir özelliktir. Kimseyi yanıltmamalıdır.

Mektupta adı geçen kitapların ve videoların linkleri mektubun sonunda ve Öcalan’ın sözü geçen mektubu ekte yer alıyor

Şimdilik bu kadar.

8 Aralık 2025 Pazartesi

Demir Küçükaydın

[email protected]

https://demirden-kapilar.blogspot.com/

Sayın Abdullah Öcalan,

İlişikte size birkaç sayfalık bir metin halinde, en azından sizin okuyabileceğinizi umarak, kısa bir Program metni yolluyorum.

Elinize geçerse okumanız veya elinizin altında bulunması için. Eğer verilmezse de sizinle görüşen arkadaş veya avukatlarınızın bu mektubumun ve yolladığım metnin içeriği hakkında sizi bilgilendireceğini umarak.

Bunu, kısa program metnini, yollamamın iki nedeni var.

Birincisi gerek teorik ilgiler bakımından gerek program, strateji, örgüt, taktik gibi konular bakımından, birçok yakınlıklar ve paralellikler içinde bulunuyoruz. Ancak farklı vadilerde akıyoruz. Zaten bu kısa metni bile okursanız siz de bunu görürsünüz. Bir tartışma olanağı olsaydı bunun herkes için çok verimli sonuçları olurdu kanımca. Ama yok, hapisler ve sürgünler maalesef bu en sıradan insani ihtiyacı bile yok etmiş bulunuyor.

İkincisi daha somut bir neden. 21 Nisan 2025 tarihli görüşme notlarınız bir şekilde ortalıkta dolaşmaya başladı. Orada şu iki cümle dikkatimi çekti:
Birincisi: “Kapsamlı bir program çalışması yapacağım”

İkincisi: “Bunu hangi blok desteklerse biz onunla ittifak yapacağız. Demokratik Cumhuriyet Bloku diyeceğiz. Önümüzdeki seçimlere böyle bir şeyimiz olacak. Fesih kongresinden sonra hemen DEM’in kongresini yapacağım, onu ben yapacağım.”

Yani yeni baştan bir örgütlenme.

Ve örgütlenme de her şeyden önce tüzük ve program demek olduğundan, Program çalışması yapacağınızı belirtiyorsunuz.

Ve bu açık bir partinin program çalışması ve tartışması demektir.

Ben de bu çalışmalarınızda, hem en azından bir fikriniz olsun diye hem hazırlık ve tartışmalar için iletmemin iyi olacağını düşündüm.

Buraya tesadüfen Tuncer Bakırhan’ın geldiğini duyunca, belki elden iletebilirim diye yazıcıyla basarak hem programı hem de bu kısa mektubu kendisine verip size iletmesini ve aynı zamanda kendilerine de bir öneri olduğunu belirterek vermemin iyi olabileceğini düşündüm.

Aslında size yolladığım metin, 2004 yılı civarında yazdığım “Ortadoğu İçin Demokrasi Manifestosu” başlıklı uzun metnin sonundaki Ortadoğu ve Türkiye için somut talepler bölümüdür.

O uzun metin kitap olarak basılmıştı ama elimde yok.

Orada bu programa temel olan teorik ve tarihsel arka planın ışığında kısa bir tarih anlatısı vardı.

Eğer bulunur da size iletilirse o daha iyi olur ve daha somut bir fikir edinebilirsiniz.

Size ilişikte yolladığımı kısa metinde, program kısmına yapılmış bir iki güncelleme var. Ama bunların en önemlisi, “Oydaşma” yöntemiyle ilgili eklemedir.

Bunun ne olduğunu aslında bir kitap olarak yazmak istiyordum ama zaman yokluğundan henüz yapamadım. Ama bunu anlatan videolarımı internette yıllardır duruyor. Onlardan daha ayrıntılı bilgi edinilebilir. Ama özdeki farklılıkları da yolladığım metne kısaca koydum.

Özellikle belirtmek isterim ki, bu “Oydaşma” yöntemiyle karar verme konusu, eğer kurmayı düşündüğünüz yeni örgütlenmede benimsenir ve savunulursa, dünyada, demokrasi mücadelesine, tıpkı “eş başkanlık” kurumu ve kadınların öne çıkarılması gibi, çok büyük etkisi olabilecek bir katkı olabilir.

Sorduğumuz........

© Adil Medya