Muhalefetin halka anlatacak yeni bir hikâyesi var mı?

Prof. Dr. Mustafa Durmuş – Cumhuriyetin ikinci yüzyılında ekonomisiyle, ekolojisiyle, insanıyla, toplumuyla topyekûn bir çürümüşlük ve çöküş yaşıyoruz. Kapitalizmin sistemik krizlerine ilave olarak, yaklaşık 22 yıldır iktidarda olan neo liberal siyasal İslamcı iktidar bu toplumsal çöküşten birinci dereceden sorumludur.

AKP efsanesi çöktü!

Öncelikle, emek ve doğa sömürüsü sistematik bir biçimde sürüyor ve gelir bölüşümü adaletsizliği tarihte görülmemiş ölçüde arttı. İşçi sınıfı başta olmak üzere, emekçi sınıf ve katmanların, halkın yoksulluğu derinleşiyor, yüksek enflasyon sürerken, işsizlik, özellikle de kadın ve genç işsizliği artıyor. Neredeyse her üç gençten biri ne istihdamda ne de eğitimde bulunuyor. Çocuklarsa, esnek çalışma ve MESEM gibi uygulamalarla bu yüzyılın modern kölelerine dönüştürülüyorlar. Tüm bunların sonucunda toplumun büyük çoğunluğunun yaşam kalitesi giderek daha da kötüleşiyor.

İkinci olarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği büyüyor. İş cinayetlerine ilave olarak kadın cinayetleri de artıyor. Eve kapatılan, ev içi üretimlerinin karşılığı ödenmeyen, aşağılanan, şiddete, cinayetlere, ayrımcılığa, tacizlere ve istismara uğrayan kadınlar aynı zamanda istihdam ve sosyal yaşamın dışına itiliyorlar.

Üçüncü olarak, farklı kimlikler, etnisiteler, inançlar üzerindeki devlet ve egemen kültürün baskısı daha da arttı. Bu kimlikler iktidarlarca birbirlerine karşı olarak da kullanılıyorlar. Laiklikse yerle bir edildi.

Dördüncü olarak, siyasal İslamcılık, milliyetçilik ve militarizm arttı ve bölgesel savaşlar yoğunlaştı. Bununla birlikte görülmemiş ölçüde bir mülteci, sığınmacı sorunu ve bunun da körüklediği ırkçılık artışı yaşanıyor.

Son olarak, küresel çapta olmak üzere, kapitalizmin burjuva demokrasisi ile evliliğini bitirdiği görülüyor. Gelişmiş ülkelerde dahi despotik, otoriter, pro-faşist yönetimler işbaşına geliyorlar. Bunun sonucunda demokratik hak ve özgürlükler ortadan kaldırılıyor ya da iyice sınırlandırılıyor. Bu durum özellikle de bizim gibi burjuva demokrasisinin bir zamanlar sadece kırıntılarının olduğu ülkelerde işçiler ve emekçi halklar için çok büyük bir tehlike arz ediyor.

AKP’nin hikâyesi: 3Y

Oysa AKP iktidar olduğunda 3Y olarak özetlenen bir hikâyeye sahipti. Bu hikâye basit ve sade bir hikâye idi: Yoksullukla, yasaklarla ve yolsuzlukla mücadele!

Daha önceki iktidarlardan çok çekmiş olan halk tarafından bu hikâye kolayca benimsendi ve diğer başka faktörlerin de katkısıyla AKP tek başına iktidar oldu. Hatta liberal solun bir kısmı dahi bu beklentilerle bugünkü rejimin önünü açan anayasa değişikliklerine onay verdi.

Ancak geçen bu 22 yılda bu hikâye tamamen tersine sonuçlar üretti: Ülkede yoksulluk yerini derin yoksulluğa bırakırken, hukuk devleti despotik bir otoriter rejimle yer değiştirdi ve ülkenin her yanında cerahat gibi patlayan yolsuzluklar bir norma dönüştü.

Teşhir yeterli değil, direnç ve örgütlü mücadele gerekiyor!

Kısaca AKP efsanesi çöktü. Kuşkusuz tüm bu kötü gidişi, toplumsal çöküş ve parçalanmayı, çürümeyi ve bunun sorumlusu siyasal yapılanmaları, iktidarları olduğu kadar, bu kötülüklerin içinde yeşerdiği kapitalist-emperyalist sistemi de teşhir etmek gerekiyor. Ancak tek başına teşhir etmek de yeterli değil. Düzene karşı bilinçli bir mücadeleyi ve direnişi de örgütlemek gerekiyor. Yani teşhir ve mücadele eşanlı olmak zorunda: Ne tek başına teşhir etmek yeterli ne de yeterli bir teşhir olmadan mücadeleye girişmek.

Yeni bir hikâyemiz olmalı

Eğer sözünü ettiğimiz toplumsal çöküş ve çürümenin insanlığını sonunu getirecek olan yeni savaşlarla ve barbarlıkla sonuçlanmasını istemiyorsak, bu düzenin yerine neyi koymak istediğimizi, insanlığı ve doğayı yok olmaktan kurtaracak hangi politikaları hayata geçirmemiz gerektiğini içeren yeni bir hikâyeye ihtiyacımız olduğu çok açıktır.

Marx’ın “bir sorun ortaya çıktığında, çözümü de hali hazırda kendini var etmeye başlamıştır” biçimindeki insanlığın çözümsüz olmadığını vurgulayan ünlü sözünü hatırlamanın tam da zamanıdır.

Ya da “günün eskinin ölmekte olduğu ama yeninin de henüz doğamadığı bir gün olduğunun ve bunun insanlık için çok büyük tehlikeler de içerdiğinin bilincinde olarak”, bu çöküşü, bu düzeni değiştirmek için elimize geçen önemli bir fırsat olarak da görebiliriz.

Yani “artık bizim zamanımızın geldiği”ne inanmalıyız. Mevcut kötücül düzenin çöküşünden adil ve eşitlikçi bir toplumun inşa edilebilmesi ise ancak anlatabileceğimiz gerçekçi bir hikâyenin varlığıyla mümkündür.

Özetle, yeni bir hikâyemiz yoksa eskisini etkisiz kılamayız. Eskisi ne kadar kötü olursa olsun, onu ne denli teşhir edersek edelim, yerine yenisini koymadan onu yenemeyiz. Meydan okuma sadece ve sadece mevcut “kötünün” yerine yeni “iyiyi” koyduğumuzda gerçekleşebilir.

Basit bir hikâye

Yeni hikâyemiz son derece sade ve basit bir hikâye olmalıdır. Bu hikâyenin ana teması ise: “Yaşadıklarımız kaderimiz değildir, yeni bir dünya........

© Açık Gazete