BİR TELİF HAKLARI SAVAŞÇISI: ASLI ŞAHİN

MÜNİR KARATAŞ – “Tek niyetimiz daha iyi bir sektörde, daha insani şartlarda, haklarımızı alarak çalışmak. Bir kez daha “Hak verilmez alınır” demeye gerek var mı?”

Aslı Şahin ile yıllar önce Adana Film Festivalinde tanışmıştık. Oyuncu meslek birliği ve sendikanın kuruluşunda aktif rol alarak yoğun çaba gösteriyordu.

Başlıkta ki tanımını gerçekten hak eden nadir insanlardandır kendisi.

Oyuncu meslek birliği ile sendikanın bugün geldiği yer ile oyunculuk mesleği üzerine online bir söyleşi gerçekleştirdik.

Aslı, birçok sektörde olduğu gibi sahne sanatları alanında çalışan emekçilerin yaşadığı pek çok olumsuzluğa rağmen “umutlu” olmamız gerektiğinin capcanlı kanıtı bana göre. Örnek alınası bir öyküsü var.

Söyleşiler de ilk ve son soru hep aynı, ilginç ve ilham verici bir kişiliğin olduğunu düşünüyorum. Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği eğitimi almışsın, tiyatro sanatçısısın, ülkemizde oyuncu sendikası ve oyuncu meslek birliğinin kurucu ekibinde yer alarak sendika ve meslek birliğinde uzun süren yöneticilik deneyimin olmuş, tüm bunların yanı sıra Aerial denilen havada akrobasi gibi çok özel bir hobi/uğraşının da olduğunu biliyorum. Kendini tek cümle ile tanımlamanı istesem ne söyleyebilirsin?


Hayatın güzelliklerini keşfetmeye ve paylaşmaya çalışan biriyim.

Eğitimini aldığın alan dışında oyunculuk gibi çok yüksek bir performans gerektiren bir sanatsal uğraşa yönelmenin ve hayatının merkezine almanın motivasyonu neydi? Çocukluktan başlayan bir sürecin doğal sonucu muydu?

Ben üniversitedeyken tiyatroya başladığımda zaten “tamam benim olayım bu” demiştim. O günden bu yana da tiyatrosuz bir günüm pek geçmedi. Aslında hayatımın odağına alma hikayem için biraz öncesine gitmek gerekiyor: eğitim sistemini maalesef çok yanlış bulduğum için okul hayatından aşırı sıkılmış biriydim. Sırada üniversite vardı ama bıkmıştım. Lisede fen-matematik öğrencisiydim ve müziği de seviyordum, davul çalıyordum, sesim de iyiydi. Ama konservatuarda vurmalı çalgılar bölümünde davul bile yok, oyunculuk bölümü için tanıdık gerekir, önden ders almak gerekir gibi gerekçelerle o taraflara adım atamadım. Ve tabi ailem de “Türkiye’de ne olur ne olmaz, meslek altın bileziktir, önce bir altın bileziğin olsun” düşüncesi sebebiyle beni pozitif bilimlere yönlendiriyordu. Sırf bir üniversite tanıtım kitapçığında içinde “müzik ve stüdyo sistemleri” yazdığı için Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği tercihi yapmış ve onu kazanmıştım. Çok da keyifli bir bölümdür ama ikinci sınıfta tiyatroya başlayınca oyuncu olursam istediğim her şey olabileceğimi fark ettim ve asıl ilgim ve derdim oraya kaydı. Aslında motivasyonum buydu sanırım. Roller nedeniyle karakter için yeri gelecek okçuluk öğreneceğim, yeri gelecek şarkı söyleyeceğim, yeri gelecek aklıma gelmemiş şeyler yapacağım diye heyecanlandım. Yani hem elimdekileri kullanacağım hem de üstüne yeni şeyler ekleyeceğim. İnsan hayattan başka ne ister.

Üniversite ikinci sınıfta tiyatroya başladığını söyledin. Peki o nasıl oldu?

Üniversitedeyken tiyatro kulübüne girmiştim. Sonra dört ülkenin katıldığı UNESCO’dan ödül alan bir projede yer aldık, oyunlar oynadık. Hemen sonrasında İzmit Şehir Tiyatrosu’na girdim. Okul bitince İstanbul’a döndüm. Tarık Akan, Rutkay Aziz, Işık Yenersu, Altan Erkekli gibi birbirinden değerli hocalardan Nazım Hikmet Vakfı’nda eğitim aldım. Sonra da çok önemli isimlerle çalıştım. Tek kişilik orkestra denir ya işte tek kişilik tiyatro diyebileceğim, tiyatronun dekorundan ışığına her alanını çok iyi bilen usta Genco Erkal’ın asistanlığını yaptım. Zekasına hayran olduğum ustam Ferhan Şensoy’un Nöbetçi Tiyatrosu’na girdim ve oyunlar oynadım. Haldun Dormen, Göksel Kortay gibi büyük ustalarla turnelere çıktım. Halit Akçatepe, Sinan Bengier gibi isimlerle çalıştım. Kısacası altın bilezik alındı alınmasına da hiç takılmadı. Zaten altın da hiç sevmem.

Tabi bu arada ailemin de tiyatroya ilgisini es geçemem. Doktor olan babam Antakya’da şehir tiyatrosunu kurmuş ve birçok oyunda oynamıştı. Keza annem hukuk dünyasından. Bu dünyaya adımını atmış olsa gözlemleriyle, taklitleriyle, sesiyle çok başarılı olurdu. İkisi de sevdiğim işi yapmam konusunda benim arkamda durdular.

Hatta Ferhan Şensoy’a girmemin sebebi bile annemdir diyebilirim. Şöyle ki; bizim için Ferhan Şensoy çok önemliydi. Evde onun esprileri konuşulur, kitapları okunurdu. Sanırım hayatımda izlediğim ilk büyük oyunu da hocanın Antakya turnesine geldiğinde oynadığı Ferhangi Şeyler’di. Küçüktüm ve tabi ki bir şey anlamamıştım. Ama beni çeken bir şey vardı ve insanlarla birlikte ben de gülüyordum. Bir gün annem elinde bir gazete sallayarak heyecanla odama geldi. Gazetede hocanın sınav ilanı vardı ve annem “Aslı bu sınava mutlaka girmelisin, biliyorum kazanacaksın” diyordu. Neyse ki yanılmadı.

Ama asıl ilginç olan şu ki; ben tiyatro aşkının içime gizlice girdiği anı ancak yıllar sonra keşfettim: bir gün Ses Tiyatrosu’nda ustayla prova yaparken oyun afişlerinin ve kitaplarının olduğu dolabın önünde duruyordum. Köhne Bizans Operası oyununun afişini gördüm ve bir anda taşlar yerine oturdu. Küçükken ailemle Ses Tiyatrosu’nda Köhne Bizans Operası’nı izlemeye geldiğimizi ve nasıl büyülendiğimi hatırladım. O heyecanı, o coşkuyu dahası mutluluğu hatırladım. Afişinin yıllar boyu odamın kapısında asılı durduğunu hatırladım. Ve anladım ki oyunculuğa aşkımın tohumu ilk o zaman atılmış.

Hikayen oyuncu olmak isteyen ancak farklı mesleki eğitimleri almış insanlar için örnek alınası. Peki, oyuncu olmak isteyen insanlara neler söyleyebilirsin? Nereden başlamaları gerek, bu alanda eğitim almak önemli mi?

Bence yapmak istediğiniz herhangi bir şeyle ilgili eğitim almak önemli tabi. Konu sanatsa illa konvansiyonel bir eğitim olmak zorunda değil elbette. Ama insanın kendini geliştirmesi her yaptığı şeye bir katman daha ekliyor. Oyunculukta enstrümanları iyi kullanmak gerekiyor. Vücudunuza iyi bakmanız, sesinize dikkat etmeniz, kültürünüzü arttırmanız gibi. Uçsuz bucaksız bir öğrenme ve uygulama alanı oyunculuk.

Maalesef günümüzde oyunculuk ünlü olmakla eş tutulur hale geldi. Hatta birçok kurs var ve eğitmen arkadaşlarımdan duyduğum şey; gelen kursiyerlere sorulan “neden oyuncu olmak istiyorsunuz” sorusunun cevabının “ünlü olmak” olması. Dışarıdaki insanların işin sadece “pırıltılı dünya” tarafını gördükleri için bunu söylemeleri biraz hüzünlü geliyor bana. Çünkü sonuçta bu bir meslek ve öyle ya da böyle çok zor şartları var. Hatta setler tehlikeli işyeri sınıfında kabul ediliyor. Yakın zamanda bir iş için makyajım yapılırken bir fotoğraf paylaştığımda “ooo şaşaalı hayatlar” gibi bir yorum gelmişti. Üzerimde straplez bluz ve altımda etekle yağmurlu havada dışarıda donarak iş yaptığımızı bilmiyor tabi.

Bence hedefi ya da niyeti doğru koymak gerekiyor. İyi bir oyuncu olmakla ünlü olmak eş şeyler değil. Ünlü olmak başarmak değil. Aslında bir yandan da ünlü olmak çok kolay ama ünlü kalabilmek o kadar kolay değil ve onun da çok zor tarafları var maalesef.

Benim niyetim ve hedefim iyi bir oyuncu olmak ve değerli işler yapabilmek.

Tiyatro, sinema, TV dizileri, reklam filmlerinde oyunculuk deneyimin var. Halen de İstanbul Şehir Tiyatrolarında sahnelenen iki oyunda rol alıyorsun. Yurt içi ve dışı birçok festivalde ön jüri, jüri, danışma kurulu üyesi gibi görevler de üstlendin. Ülkemizde oyuncu olmak, yaşamını bu alanda devam ettirmek, üstelik kadın bir oyuncu olmak nasıl bir duygu, görüşlerini paylaşır mısın?

Aslında her ülkede zor olan bir meslekten bahsediyoruz. Uluslararası festivallerde sektörden bir çok yabancı ile tanışma imkanı buluyorum. Ve hepimiz üç aşağı beş yukarı aynı dertlerden mustaribiz aslında. Türkiye özelinde ise sorun henüz sektör olamamamızdan kaynaklanıyor. Tüketim toplumu ve kapitalizm bizim alanımızı da çok ciddi vuruyor. Ucuz iş gücü olsun derken işi bilmeyenlerle çalışmak maalesef sorunları arttırıyor. İnsanların iyi niyeti üzerinden bir sistem kuruluyor ama bu da kendini tüketen bir şeye dönüşüyor. Yıllar içinde örgütlenmenin de etkisiyle bazı şeyler bir düzene sokuldu elbet. En azından setlerde kaldırım kenarına taşa oturup sandviç yemiyoruz artık. Daha insani şartlara kavuştuk. Ama tabi oyunculuğun bir meslek olarak görülmesi bile daha yeni yeni olan bir şey. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde aslında sanatı ne kadar beslerseniz gelişiminiz de o kadar hızlanır. Fakat günlük olarak ekmek derdi olan bir yaşamda bu algıyı yaratmak maalesef pek kolay değil.

Bu noktada işler konusunda seçici olabilmek için bir B planınızın olması sizin de işinizi kolaylaştırıyor tabi. Yani her zaman kullanacak olmasanız da aslında bir altın bilezik daha olması işinize yarar. Hele bizimki gibi sanatın yeteri kadar desteklenmediği ülkelerde bu neredeyse bir şart haline geliyor denebilir.

Kadın oyuncu olmaya dair farklı bir durum yaşadım mı bilemiyorum. Dış mekanda çalışırken ciddi bir tuvalet sorunu yaşardık. Kadınlar olarak temiz tuvaletlere daha çok ihtiyacımız oluyor. Şimdi setlere tuvalet karavanı geliyor neyse ki. Onun dışında genel olarak erkek egemen toplumun sorunları var. O da bizim sektöre has bir şey değil.

Oyuncular sendikası ve oyuncular meslek birliği kurucusu olmanın yanısıra sendikanın geçici yönetim kurulunda ve meslek birliğinin on dört yıl boyunca yönetim kurulunda bulundun. Meslek birliğinin kuruluş hikayelerini anlatır mısın? Nasıl bir araya geldiniz?

Benim yolculuğum Sinema Emekçileri Sendikası SİNE-SEN ile başladı. O zaman otuz yaşında olan SİNE-SEN Türkiye’de seksen darbesinden sonra her sendikanın tattığını tatmış ve belki kapanmamış ama tabela örgüt konumuna düşmüştü. Ardından tekrar canlanmak üzere çalışmalara başlamıştı. Ben de o süreçte dahil oldum. Gönüllü olarak elimden geldiğince bir şeyler yapmaya çalıştım.

Çalışma koşullarını nasıl iyileştirebileceğimiz üzerine kafa yorarken bir yandan da telif hakları üzerine düşünmeye başlamıştık. Telif hakları Türkiye’de yasa gereği, birçok ülkede de olduğu gibi, sendika değil ancak meslek birlikleri eli ile yürütülebilir. Bunun üzerine bir meslek birliği kurma fikri ortaya çıktı. O dönemde iki ayrı koldan daha bu fikrin yeşerdiğini öğrendim ve tek koldan daha güçlü........

© Açık Gazete