TRUMPÇILIK VE ERDOĞANCILIK — FAŞİZM Mİ, YENİ BİR AŞIRI SAĞ MI?

MEHMET TAŞ / LONDRA – Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan, yalnızca iki ülkenin lideri değil; küresel ölçekte aşırı sağın ve otoriter yönetim biçimlerinin kurumsallaşmasında dönüm noktası oluşturan siyasal figürlerdir. Aralarındaki dönemsel gerilimlere rağmen ilişkileri hızlı biçimde onarılmakta; bu yakınlık kişisel bir dostluğun ötesinde, ideolojik bir paralellik göstermektedir.

Erdoğan’ın ABD ürünlerine vergi indirimi, nadir element anlaşmaları ve enerji alımları yoluyla Amerikan militarist finans oligarşisini güçlendirmesi; Trump’ın ise Erdoğan’a uluslararası meşruiyetini pekiştirme yönünde destek sözü vermesi, bu simbiyotik ilişkiyi açıkça göstermektedir.¹

Bu karşılıklı destek, iki ülkenin iç politikasında otoriterleşmenin derinleşmesine ve küresel ölçekte yeni bir sağ blokun oluşmasına katkı sağlamaktadır.

Otoriterleşmenin Paralel Dinamikleri

Trumpçılık ile Erdoğanizm, farklı tarihsel ve ekonomik bağlamlara rağmen benzer yapısal özellikler taşımaktadır. Her iki hareket de, demokrasiyi, sivil toplumu ve kültürel çoğulculuğu ortadan kaldırmak yerine, bu alanları devlet denetimine alarak “kolonileştirme” stratejisi izlemektedir.²

Bu nedenle, her iki olguyu doğrudan “faşizm” olarak tanımlamak teorik olarak sorunludur. Faşizm kavramının, tarihsel bağlamından koparılması, hem analitik hem de stratejik hatalara yol açmaktadır.³

Faşizm mi, Neo-Otoriterlik mi?

Son yıllarda siyaset teorisinde birçok yazar —özellikle Wendy Brown, Corey Robin, Dylan Riley ve Federico Finchelstein— Trumpçılığı ve Erdoğanizmi klasik faşizmden ayırarak “neo-otoriter” ya da “illiberal popülist” rejimler olarak kavramsallaştırmaktadır.⁴

Tarihsel olarak faşizm, örgütlü ve çatışmalı bir sivil toplumun varlığı içinde ortaya çıkmış; bu dinamizmi bastırmak için harekete geçmiştir.⁵ Oysa Trump ve Erdoğan, sivil toplumun parçalanmış ve bireyselleşmiş olduğu bir toplumsal yapıda hareket etmektedir. Bu nedenle hedefleri, demokrasiyi ortadan kaldırmak değil; biçimsel kalıntılarını kendi iktidarlarını pekiştirecek araçlara dönüştürmektir.⁶

Türkiye’de Sivil Toplumun Kolonileştirilmesi

Erdoğan rejimi, askeri darbelerde olduğu gibi demokrasiyi askıya almamış; kendi çerçevesinde “denetimli bir demokrasi” modeli oluşturmuştur. Meclis açık ancak işlevsizdir; seçim sistemi, yargı ve medya, iktidarın denetimine alınmıştır. Kadın hakları ve ifade özgürlüğü doğrudan........

© Açık Gazete