Savaş ve Barış: Tolstoy’dan günümüze değişmeyen trajedi

Savaş ve Barış: Tolstoy’dan günümüze değişmeyen insanlık trajedisi

Üç buçuk saat süren ve iki bölümden oluşan bir eserin eleştiri yazısını olabildiğince kısa tutup yazmaya çalışacağım, çünkü genel kanıya göre okuyucular artık ne klasik eserleri okuyor, ne de uzun yazıları… Yazı işleri sürekli bu konuda eleştiri yapıyor, ben de uymaya çalışıyorum!

Biletleri gösterip salona girdiğimizde Napolyon savaşını anlatan sahneyi dolduran Napolyon ve ona biat eden, onun için savaşan ve ölen askerlerin sahneyi kapatacak boyutta bir resim ile karşılaştık… Koltuklara oturduktan sonra o kocaman resim içinde ayrıntılara bakıyorum, kafamın içinde bir senaryo yaratıyorum sanırım… Anons yapılıyor, telefonları kapatın fotoğraf çekmeyin uyarısı…

Bir Roma yatağının üzerinde yaşlı bir adam oturmakta ve “su” diye bağırmaktadır. Su hayat demektir, nefes gibi…

Kafamın içinden Tolstoy’un yazmış olduğu ve yıllar önce okuduğum “Savaş ve Barış” adlı romanı geçiyordu. Resmi tarihin ya da tarih kitaplarının yazmadığı günlük hayat ve insanlara yansımasını romanların içinden yakalamayı seviyorum. Okullarda okutulan tarih kitapları kazananı anlatır, bir de yenilenlerin kayıplarını… Tarih kitaplarında neden ve sonuç ilişkisi o tarihi kimin yazdırdığına bağlı olarak değişir, her rejim kendi tarih kitabını yazdırır… Karşılaştırmalı tarih okumak içinde yabancı dil bilgisi yanında çok iyi kaynaklara da ulaşmak gereklidir ki, sıradan bir okuyucu için çok zordur. Benim gibi tarihe meraklı, resmi tarihi sorgulayanlar için romanlar önemli kaynaklardır, çünkü o romanların kurgusu içinde arka fonda da olsa savaş ve savaşın yaratmış olduğu çatışmalar ve hayaller, insanların savaşanlara karşı tutumu, var olan olayları algılayışları bir kurgu içinde anlatılırsa da aslında gerçeğin bir başka boyutunu içinde taşır.

Savaş ve barış, her ne kadar bir arka fonunda savaş olsa da tutkular, insanların hayata bakışı, beklentileri yaşadıkları çelişkileri içine alan trajedi, dram ve zaman zaman hicvin o sivri dilini de içine alan epik bir eserdir.

“Su” diye bağıran bir konttur ve hastadır, ölümünü beklemektedir, aslında etrafında birikenler de onun ölümü ve sonrası elde edecekleri mirası beklemektedir. Rusya değişmektedir, geleneksel feodal yapı çatırdamaktadır, varlıklı olanlar borç içinde, çocuklarının evliklileri üzerinden para arayışı içindedir.

Her davranış, her söz bir imgeyi de içinde barındırır. Özlemler, arayışlar arasında ölüm vurgusu ve bir çıkar çatışmasının, ona bağlı olarak gelişecek olan duygusal ya da hesaplara dayalı ilişkiler, çıkar çatışmasının ortaya çıkardığı kargaşanın temelinde var olanlar imgeler ile sahneye aktarılır…

Tolstoy’un bu büyük eserini Eva Mahkovic sahneye uyarlamış. Yönetmen Aleksandar Popovski ise uyarlamayı yeniden ele almış olduğunu düşündüm. Dört ciltlik bir kitabı sahneye uyarlamak çok zordur, çünkü yazarın kurgusunu hem........

© Açık Gazete