Makalemizin başlığını bu şekilde belirlememizin nedeni Ortadoğu ile ilgili pek çok savaş (harekât) planının olması. Örneğin hedef olarak (sadece) “İran”, “İran Irak”, “İran Irak Suriye” vd. gibi. Ortadoğu bölgesinin jeopolitik olarak üç önemli özelliği pek çok tarihi stratejik ulaşım ekseninin merkezinde olması, enerji kaynaklarının zenginliği ve üç dinin doğuş yeri olarak bir rekabet alanı teşkil etmesi gösterilir. Güvenlik teorileri açısından Ortadoğu’yu, tek süper karışımlı bir alt güvenlik bölgesi olarak tanımlarız. Nitekim Ortadoğu ülkeleri açısından bu süper güç olan ABD, Güliver (devam adam) gibi aralarında dolaşmakta ve onlara ne yapmaları gerektiğini dayatmaktadır. ABD dünyanın diğer güvenlik bölgelerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da kendi çıkarlarının korunmasını sağlayan, bunun için Amerikan askerlerinin bölgede sürekli bulunmasını gerektiren bir “güç dengesi” kurmuştur. Bu güç dengesinin Amerika tarafında Sünni Körfez ülkeleri, karşısında ise İran ve onun direniş ekseninde Şii nüfusu sahip diğer ülkeler (Irak, Suriye, Lübnan vb.) vardır.
ABD’nin Soğuk Savaş dönemine Ortadoğu ile ilgili çıkarları petrole garantili ulaşım ve Komünizmin bölgeye gelmemesi ile sınırlı idi. 11 Eylül ile buna terörle mücadele eklendi ve bölgenin Batıya düşman olmayan (Ilımlı) İslamcı dönüşümü için Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) başlatıldı. ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu’da iki köprübaşı vardı; NATO üyesi Türkiye ve İsrail. Ancak, Arap Hareketleri ile birlikte Müslüman Kardeşler odaklı başka bir İslamcı projeksiyona geçen Türkiye ile yollar derinden ayrıldı. Müslüman Kardeşler aynı zamanda Sünni Körfez ülkeleri ve Mısır’ın da can düşmanı olduğundan Türkiye iyice yalnız kaldı. ABD ve İsrail, Ortadoğu’da belirli bir caydırıcılık stratejisi izliyordu. Artık Çin’e odaklanan ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail’in güvenliği bir sigorta idi. Ancak, Gazze’de 7 Ekim 2023’de başlayan çatışmalar bu caydırıcılığın işe yaramadığını gösterdi ve İran’ın bölgesel ihtirasları ve direniş ekseni yok edilmeden bölgenin istikrara kavuşmayacağı sonucuna varıldı. Aslında Obama döneminde İran ile anlaşma yapıldığında da İsrail böyle düşünüyor ve ABD yönetimine baskı yapıyordu.
Gelinen aşamada Ortadoğu ve İran ile ilgili üç aşamalı bir kriz yönetimi belirlendi;
(1) Gazze’den Hamas’ın tasfiyesi,
(2) İran’ın direniş ekseninin kesilmesi ve
(3) İran ya da yanında başka bir ülkenin hedef alınması.
ABD ve İsrail’in planında bir işbölümü var; Gazze ve Direniş Ekseni ile mücadele aslen İsrail’in sorumluluğunda; ABD ise İran bölümünden sorumlu ve gittikçe oraya doğru seferber oluyor. Şu anda İsrail, İran’ı tahrik ederek krizin tırmandırmaya devam ediyor. ABD ise seçim sonrasına hazırlanıyor. Bu aslında bir mecburiyet çünkü ABD ve Avrupa’daki tüm askeri fabrikalar Ukrayna’ya silah ve mühimmat yetiştirmekle meşguller. İsrail’e gönderilenler özellikle ayrı bir yüklü envanter. Diğer yandan, askerler yeni taktikler ve teknikleri, teknoloji şirkerleri ile çalışarak, birleştirmek peşinde. Teknoloji kullanımı Ukrayna’da Kelebek Etkisi yarattı ama Gazze’de teknoloji yetersizliği sivil katliama yol açıyor. Bu makalede, Ortadoğu’da bugüne nasıl geldiğimizi, İran Silahlı Kuvvetleri’nin durumunu ve bölgesel savaşın olası sonuçlarını değerlendireceğiz.
İran Jeopolitiği ve Savunma Stratejisi
Yüzyıllarca İran’ın (öncesinde Perslerin) stratejik problemi Osmanlı Türkiyesi ve Rus İmparatorluğu gibi büyük güçler karşısında varlığını ve bağımsızlığını sürdürmek oldu. Bu iki imparatorluktan her zaman zayıf olmasına rağmen, İran üç nedenle varlığını sürdürdü;
- Coğrafya,
- Kaynaklar ve
- Diplomasi.
İran’ın büyük ve dağlık coğrafyası ülkeye yönelik askeri harekâtı zor ve tehlikeli hale getirdi. İran, caydırıcılık sağlayacak ve bazen de fırsatlardan istifade edecek kadar yeterli bir kuvvete sahipti. Tahran, kendini tehdit eden güçler arasında oynayacak akıllı bir diplomasiye sahipti. Ancak, 19. Yüzyılda Avrupalı emperyal güçlerin bölgeye gelişi, özellikle İngilizlerin, İran’ın batısındaki Irak’a gelişleri ve Birinci Dünya Savaşı esnasında Arap Yarımadası’nı düzenlemesi durumu değiştirdi. Bu dönem, aynı zamanda petrole dayalı küresel ekonomine dönüşümünü ve İngiliz çıkarlarının Ortadoğu’da devamını temsil ediyordu.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte İran'ın jeopolitik durumu değişmeye başlamıştır. Bu yeni stratejik ortam ilginç bir şekilde bir yandan İran'ı rahatlatırken, bir yandan da yeni endişelere sevk etmiştir. İki ezeli ve ciddi tehdit (Rusya ve Irak) bir süre için saf dışı kalmıştı ama yeni oluşan kuzey sınırlarındaki (Orta Asya ve Kafkasya) istikrarsızlık ve Körfez’de artan Amerikan askeri varlığı endişe kaynağı olmaya başlamıştır. İran açısından Sovyetler Birliği de tehlikeliydi ama şimdi bölgedeki istikrarsızlıkla birlikte güvenlik tehdidi daha farklı boyutlar kazanmıştı. Hem bölgedeki İslami hareketler nedeniyle kamuoyunun (özellikle radikallerin) tepkisi arttırmıştı, hem de sınırları etrafındaki etnik ve dini çatışmalar İran gibi farklı etnik grupları barındıran bir devlet için tehdit oluşturmaktaydı. İlk öncelik bölgede istikrar olmalıydı. Bu nedenle İran bölgede statükocu bir politika izleyerek, mevcut hükümetleri desteklemiştir. İran'ı en çok rahatsız eden konu ise, tam da bu sebeplerle, Azerbaycan-Ermenistan çatışması (Karabağ sorunu) olmuştur.
İran’ın bir diğer endişesi de, ABD’nin bölgeye iktisadi, siyasi ve askeri yollarla girmek istemesidir. İran’ın bu kaygısı özellikle Hazar'da çok belirgindir. İran, bu yeni stratejik çevreye uygun yeni politikalar geliştirmeye başlarken kendi bölgesel sınırlılıklarının farkında olmuştur. Bu ülkeleri yöneten elitlerin zihniyeti belliydi. Amerika’nın İran’a ve İran’la iş yapanlara olumsuz baktığı açıktı. İran Sünnilik-Şiilik çekişmesi ve tarihsel hafıza nedeniyle bu ülkelerdeki İslami muhalefetler tarafından bile model olarak görülmedi. Hiç kimse İran’ın bölgesel hegemonyasını istemiyordu. İran bütün bu nedenlerle daha çok ekonomik ve kültürel alanlarda bir şeyler yapmaya çalıştı. Bir yandan ilişkilerini geliştirmeye uğraşırken, diğer yandan uluslararası ve bölgesel örgütlere katılım ve ortak projeler yoluyla üzerindeki çekinceleri silmeye çalışmış, bu çabasında da kısmen başarılı olmuştur.
1990’lı yıllarla birlikte İran, çevre ve bölge siyasetini 3 temel esas üzerine kurmuştur;
- Hazar Siyaseti,
- Körfez Siyaseti ve
- Ortadoğu Siyaseti.
1993 yılından itibaren bir yandan ABD’nin İran’a yönelik ‘çevreleme’ siyasetinin başlaması ile birlikte, Rusya ve İran'ın dış politika çıkarlarının çakıştırmıştı. İran, Hazar, Orta Asya ve Körfez siyasetinde öncelikle ekonomik gücünü artırma yoluna gitti. Rusya ile anlaşarak, İran ile Orta Asya arasında bir demiryolu hattı kurulmasını kararlaştırdı. Bu yolla, Orta Asya pazarı İran üzerinden Körfez’e açılmış olacaktı. Aynı çerçevede İran, karayollarını da güçlendirdi. Afganistan’daki iç savaşın sürmesi, Pakistan ve Türkiye’nin Orta Asya’ya ulaşmasında İran’ı vazgeçilmez ülke haline getirdi. İran, Kazakistan ve Türkmenistan doğal gazı ile petrollerinin dünya pazarlarına ulaştırılmasında önemli bir konuma yükseldi.
İran, Hazar’a ortak kıyısı olan Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan ile siyasi ve ekonomik işbirliğine zorunluydu. Ancak, Azerbaycan ile ilişkileri oldukça nazik bir noktada toplanmıştı. Ülkede % 50’ye yakın Azeri ve Türk nüfus İran’ın en büyük korkusuydu. İran, Azerbaycan ile ne çok soğuk ne çok sıcak ilişkilere girmedi. Örtülü olarak Azerbaycan aleyhindeki her türlü girişimi destekledi. İran’ın Körfez siyasetinin temelinde, Körfez ülkelerinde önemli bir halk çoğunluğu olan Şiileri örgütlemek ve önce kuvvetli bir muhalefet hareketi, ardından da o ülkelerde iktidar yapmaktı. İran’ın Orta Doğu siyasetinin temelinde ise Suriye ile işbirliği vardı. Hizbullah ve İslami Cihad gibi örgütlerle Lübnan’da etkin bir faaliyet sürdüren İran, Suriye aracılığı ile Sovyetler Birliği, Yunanistan ve Çin’den de silahlanma ve stratejik işbirliği açısından önemli destek görüyordu. İran’ın Orta Asya, Kafkasya ve Hazar, Ortadoğu ve Körfez siyasetinde Rusya ile olan ortak yararları, Suriye ile işbirliğini gerekli kılıyordu.
İran stratejisi de değişmedi; coğrafya ile caydır, savunma kuvvetleri ile koru ve karmaşık diplomatik manevralar yap. Ancak, bu gerçeklerin altında İran’ın başka bir vizyonu gizli idi; bölgesel güç olarak kalmak. Şah, Umman üzerinde Suudi Arabistan ile rekabet etti ve nükleer silah sahibi olmak istedi. İran, 16. Yüzyıldan beri uzun vadeli bir strateji olarak Pers milliyetçiliğinin Safevi İmparatorluğu şeklinde yeniden canlanması hayali peşindedir ve hala bir fırsat doğduğunu düşünüyor. Irak’ta olduğu gibi ABD’nin bölgedeki işlerini felce uğratmayı amaçlıyor. Eş zamanlı olarak, yaratmaya çalıştığı etki bölgesi ile ABD ve müttefiklerini petrol ve çatışmalar konusunda bir anlaşmaya zorlamak istiyor. Bu kapsamda, iki kanatlı strateji izliyor.
- İlki ani........