ABD’nin Kürt Projesi

ABD’nin dört ayrı ülkede yaşamaları nedeni ile Kürtlerle ilgili büyük bir dış politikası ve stratejisi olmadı. Bunun nedeni, ABD için Kürtlerin yaşadığı ülkelerin Kürtlerden daha önemli olmasıydı. Orta Doğu’daki ABD çıkarları ve insan hakları olgusu, Washington’u Kürtlere daha çok ilgi duymaya ve korumaya itti. Bu düşünce özellikle 2003 yılında Irak’ta Saddam’a karşı kullandıkları Kürtlerin desteklenmesinde ortaya çıktı. ABD için Kürtlerin bölünmesi ve dağılması Orta Doğu’nun istikrarını bozacaktı ama Türkiye ve bazı Arap ülkeleri için bu kendi toprak bütünlüklerine karşı tehdit idi. ABD, Irak Kürt Yönetimi’ni (IKY) desteklerken hem Irak’ın siyasi bütünlüğünü koruduğu hem de Kürtleri desteklediğini düşünüyordu. ABD’nin dış politikası Orta Doğu’da bölgesel statüko politikası ile Kürtleri kullanma ve devlet kurma arasında çelişki içindedir.

ABD, bir Kürt devleti kurulmasını desteklemiyor gözükse de politikası bulanık ve şaşırtıcıdır. Irak’a müdahale ederken Kürtler, ülkenin bütünlüğüne tehdit olarak görülürken, istikrarsızlığı ve bölünme olasılığını kolaylaştıracak federal sistem kuruldu ve tanınan haklarla özerk Kürtlere bağımsızlığa giden yolda çok fazla iş kalmadı. Suriye’de de ABD, PYD/YPG ile ilişkisini bu sefer IŞİD ile savaş gibi taktiksel nedenlere bağlasa da korumakta olduğu “de facto” özerk bölgeyi Irak’ın kuzeyi ile birleştirmeye çalışıyor. Suriye’deki operasyonuna yeşil ışık yakılmayan Türkiye, yaz aylarında Irak’ta büyük bir operasyona hazırlanırken, önüne Türkiye’de demokratik (!) çözüm dayatması konuyor.

Bu makalede tarihsel süreç içinde ABD’nin Kürtlerle ilişkilerini dönem dönem ele alacağız. ABD’nin Kürt politikası belirsiz ve anlaşılması zordur. Bu çalışmayı yaparken kaynak olarak, ülkemizdeki genellikle sığ ve kestirmeci Sol literatürü değil, öncelikle Amerikan kaynaklarını, kurumlarının derin çalışmalarını kullanmaya gayret ettim. Tabii ABD’nin Kürt Projesi’ne eklemlenmiş, bir de Avrupa’daki kurgusu, başta Almanya ve Fransa olmak üzere ülkemiz içinde Sorosvari sivil toplum yapılanmalara dayanan uzantıları var. Bunları başka bir çalışmaya bıraktım. Sonuç itibarı ile ABD’nin Kürtlere nasıl baktığı, nasıl kullandığı ve niyetleri ile ilgili belirgin bir resim ortaya koymaya çalıştım.

Genel bir çerçeve ile ABD’nin Kürtlerle ilgili projelerinin altı ayrı döneme ayrıldığını söyleyebiliriz;

(1) Birinci Dünya Savaşı döneminde Wilson Prensipleri çerçevesinde Osmanlı’nın parçalanması planı kapsamında bağımsız bir “Ermenistan” ve “Kürdistan” kurulması gayreti.

(2) 1960’lı yıllardan itibaren Irak-İran arasındaki sorunlarda ideolojik olarak Irak aleyhine, kuzeydeki Kürt grupların ayaklanmaları için destek sağlanması.

(3) 1991 yılındaki Körfez Savaşı ile birlikte Irak’ın kuzeyinde insani yardım görüntüsü ile başlayan Kürt koruma bölgesinin “de facto” bir özerk bölgeye dönüştürülmesi.

(4) 2003 yılındaki Irak Savaşı sonrası Amerikalı ülke inşacısı askerler tarafından yazılan Anayasa ile Kürt Özerk Bölgesi’nin Irak federal yapısı içinde meşru hale getirilmesi.

(5) 2006 yılından itibaren sözde “Demokratik Çözüm” adı altında ülkemizin güneydoğusunda güçlü yerel yönetim söylemi ile Kürt özerk bölgesi kurulması gayreti.

(6) 2014 yılından itibaren Suriye’nin kuzeyinde “de facto” Kürt özerk bölgesi kurulması ve bu yapının Irak’ın kuzeyindeki oluşum ile birleştirilmeye çalışılması.

Wilson Prensipleri’nin gündeme geldiği yıllar ve Sevr Anlaşması sonrası ABD’nin Kürt gündemine dönmesi Soğuk Savaş’ın ideolojik rekabet döneminde önce Irak’ta başladı. ABD-Irak ilişkileri 14 Temmuz 1958 darbesi ile bozuldu. Washington, Irak rejiminin değişmesinden ve daha kötüsü Orta Doğu’daki etkisini kaybetmekten korkuyordu. Bu olgu ABD-Kürt ilişkilerinin temelini şekillendirdi.

Kürtler her zaman Orta Doğu bölgesinin şiddet, ihanet, komplo, savaşla örülü tarihinin zembereği içinde yaşadılar her zaman. İran, Irak, Suriye, Türkiye arasında denge kurmak ve bozmak adına emperyalizm tarafından ya desteklendiler veya kurban edildiler. Örneğin, Moskova’da Brejnev ile “başka ülkelerin içişlerine karışmama” üzerinde anlaşmaya varan ABD Başkanı Richard Nixon, daha belgedeki imzası kurumadan Tahran’a uçuyor ve İran Şahı ile Irak’ın kuzeyindeki Kürt ayaklanmasına para ve destek verilmesi konusunda anlaşıyordu. ABD bu dönemde Irak’ı zayıflatmak peşindeydi. ABD’nin Irak stratejisi belirlenirken, savaştan sonra ülkede baş gösterecek Kürt ve Şiî ayaklanmalarına destek verilmemesi, “hatta imkân dâhilinde önlenmeye” çalışılması kararlaştırıldı.

23 Temmuz 1973’de Washington’daki toplantı ise Soğuk Savaş dönemi ilişkilerin esasını belirledi. Toplantıda Kissinger şöyle dedi; “Irak’ta bir yara açmak için Kürtlerin yeterince güçlü olmasını istiyoruz.” Ancak, 1975’te İran ve Irak arasındaki Cezayir Anlaşması projeyi sona erdirdi. Kürt hareketi sona erdi ve KDP birkaç fraksiyona bölündü.

ABD, 1980’lerden itibaren Sovyet coğrafyasını çevrelemek için Yeşil Kuşak Projesi’ne geçerken, Orta Doğu’da laik-ulusalcılar yerine İslamcı akımları kullanmasının çıkarına daha uygun olacağına karar vermişti. Nasır, Saddam ve Esat bunun için hedef alınmıştı. Bu İslamcı dönüşüm Türkiye de olmadan olmazdı. 1980’lerde Paul Henze ve Graham Fuller gibi CIA’nın Türkiye ve Kürt uzmanları önce Türk-İslam sentezi, daha sonra ise Cemaat yapılanması ve AKP’nin kurulmasına öncü oldular.

1990’larda Barzani, “1975 felaketinden sonra ABD’ye güvenmemeyi öğrendik” demişti. Körfez Savaşı sonrası BM Güvenlik Konseyi’nin Iraklı Kürtlere insani yardım kararı, bir yardımdan çok fazlası idi. Huzur Harekâtı (Operation Comfort) ile sağlanan hava savunması ile Kürtlerin kendi yönetimlerini kurması kolaylaştı. 1998’de ABD’de iki Kürt partisini barıştırdı. 2003 yılındaki Irak Savaşı ise bugünkü Irak’ı yarattı.

Orta Doğu’nun hiçbir yerinde ABD, Suriye’nin kuzeyindeki gibi sürekli bir askeri varlık, uçuşa yasak bölge oluşturmadı. Uçuşa yasak bölge uygulaması sözde Esat’ın önemli miktarda gıda üreten bölgeyi ele geçirmesini önlemek ve ona istenen siyasi çözümü dayatmak için oluşturuldu ama esasında Kürtleri özellikle Türkiye’den koruma işlevi görüyor. Yani 1990’lı yıllarda Irak’ın kuzeyinde Kürtleri korumak için oluşturulan yapının yeni modeli ile karşı karşıyayız. ABD, bu bölgeyi Irak’ın kuzeyindeki yapı ile birleştirerek süreci hızlandıracağını hesaplıyor.

Hâlihazırdaki Biden yönetimi, Irak ve Suriye’deki yapıların yaşaması için Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmasını hatta Türkiye’deki oluşum ile birleşmelerini istemektedir. Bunun için uygulanan strateji Türkiye’nin yöneticilerinin ikna edilmesi, bu yönde iç ve dış dinamiklerin kullanılmasıdır. Bugün gelinen noktada ABD ile en büyük sorunumuz Suriye’deki oluşumdan çok Türkiye’de sözde barış sürecinin tekrar başlatılmasıdır.

ABD, bölgenin en büyük nüfuslarından birine sahip Kürtlere ilişkin olarak politik arayışlarına, 1990’lardan itibaren iyice hız verdi. Bu bağlamda, “1991 sonunda Washington’daki John Hopkins Uluslararası Etütler Okulu’nda yapılan bir Kürt panelinde” sunulan ilginç bir tebliğ dikkat çekicidir. “Harvard Üniversitesi öğretim görevlilerinden Mehrdad İzady, Türkiye’deki Kürtlerin gelişimini inceleyen bu tebliğde, Türkler ile Kürtlerin nüfusunun eşitleneceği, bundan 15-20 yıl sonra Türklerin azınlık haline geleceğini ileri sürmüştür. Izady’ye göre ‘… Türkiye Kürtleşecektir.’ ”

ABD dış politikasının Kürtlerle ilgisi beş safhaya ayrılabilir;

(1) Birinci Dünya Savaşı sonrası, ABD başkanı Woodrow Wilson’un “14 Prensibi”nin 12. prensibi (Osmanlı içindeki azınlıklara özerklik verilmesi) çerçevesinde Kürtlere bağımsızlık olasılığının ortaya çıkması ve kısa sürmesi. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü sağlaması, Irak’ın kuzeyinde İngilizlerin petrole el koyma sevdası Kürtlerin hayallerini sona erdirdi.

(2) 1979’li yılların başında Irak’ta Mustafa Barzani’nin isyanının ABD ve tarafından desteklenmesi, 1975 yılında Saddam ile yapılan anlaşma ile sona erdi. ABD, müttefiki Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösteriyor ve PKK’yı “Kötü Kürtler” diye tanımlıyordu.

(3) 1991 yılındaki Körfez Savaşı ile Irak’ın kuzeyinde Kürt Yönetimi kuruldu ve bu bağımsız bir devlete çok yakın bir oluşumdu. Körfez Savaşı sonrası Saddam tarafından cezalandırılmaktan korkan Mesut Barzani ve Celal Talabani, Bush yönetimine yalvardılar. ABD başlangıçta bölgenin Lübnanlaşma riski nedeniyle hemen karar veremedi. Kürtleri desteklemek istenmeyen, sürekli bir yükümlülük gerektirebilirdi. Ancak, göçmen krizinin ortaya çıkması sonrası Kürt nüfusu koruma gerekçesi ile (BM GK’nin 5 Nisan 1001 ve 688 sayılı kararı) Irak’ın kuzeyinde Huzur Harekâtı ve uçuşa yasak bölge, ardından de facto Kürt özerk bölgesi belirdi.

(4) 2003 yılındaki........

© ABC Gazetesi