Gaziantep soygunu-3 'Türk sokağı manzarası!' |
“Gaziantep Soygunu” Anadolu’nun 19.yüzyıl sonlarında Alman Emperyalizmi tarafından, yerli işbirlikçilerinin yardımıyla nasıl talan edildiğinin en özgün göstergelerinden biridir.
Bergama’nın Zeus Sunağı ve heykellerinin yurt dışına kaçırılışıyla birlikte bu olaylar sırasında yaşananlar ibret vericidir.
Bu süreçte Osmanlı Devleti’nin Müzeler Müdürlüğü görevinde, tarihi eserler konusunda en yetkili kişi konumunda bulunan Osman Hamdi Bey’in duruşu ilginç olmaktan öte devlet yönetimi açısından ürkütücüdür.
Osman Hamdi Bey’i yıllardır “Çağdaş Türk resminin kurucu öncüsü”, “müzeciliğin babası”, tarihi eserleri koruyucu “Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin mimarı” diye tanıtılır.
Ancak bu resmî hikâyenin parlak cilası, çok değerli araştırmacılardan alınan bilgilerle kazınınca Gaziantep, muhtemelen Bergama Soygununun, çıplak yüzü ortaya çıkar.
Bergama’dan Zincirli’ye, Nemrut’tan Berlin’e uzanan bu sömürü hattında, yalnızca bir Alman mühendisin, Carl Humann’ın bitmek bilmez hırsı değil; Alman Emperyalizminin can yakıcı marifetleri, Osmanlı bürokrasisinin içinden yükselen, bir anlamda siyasi, bir anlamda Batı hayranlığıyla iç içe geçmiş “içeriden iş birliği” de görülür.
“Gaziantep Soygunu” yazı dizisinin bu üçüncü bölümünde, Osman Hamdi’nin ressam kimliğiyle devlet adamlığı arasındaki gerilim hattına, “Türk Sokağı Manzarası” tablosunun ve oryantalist bakışın gölgesinde yakından izlenebilir.
Bir yanda milyonlarca dolara el değiştiren “Kaplumbağa Terbiyecisi”, “Kur’an Okuyan Kız”, “Cami Önü” gibi tablolarla beslenen kült bir sanatçı imajı; diğer yanda Bergama ve Gaziantep’in taş taş, kabartma kabartma boşaltılmasına kapı aralayan kararlar…
Bu yazı, Osman Hamdi’nin fırçasından çıkan parlak renklerin arkasında hangi siyasal ve ekonomik ilişkilerin, hangi pazarlıkların, hangi “Türk Sokağı”nın saklandığını sormaya devam ediyor.
***
Müzeyi Hümayun (Osmanlı Müzeler) Müdürü Osman Hamdi Bey’in Almanlar için yaptığı ve sattığı “Türk Sokağı Manzarası” adlı resim tablosu günümüzde Berlin Devlet Müzesi’nde bulunuyor.
Yine Hamdi Bey’in, onca meşguliyeti içinde pek sevdiği ve birlikte kendilerince çok başarılı (!) işler çevirdiği Alman tarihi eser kaçakçısı Carl Humann’ın da bir portresini 1894’de yaptığı biliniyor, bu resmin şimdi nerede ve kimin elinde olduğu bilinmiyor.
Bu bağlamda, döneminin yaşamı üzerine kendi tarzı ve üslubuyla birçok başarılı tabloya imza atan Osman Hamdi Bey’in ressam kimliği, tarihi eserlerle ilgili tutumu ve taşıdığı Devlet sorumlulukları, tarihi eserlerin korunması, müzecilik gibi önemli toplumsal konuların yanı sıra Türk resim sanatı açısından da uzun yıllardır tartışılıyor.
Yansıttığı görüntüler, resim yapmaktaki amacı, kullandığı teknik sahip olduğu devlet adamlığı vasfı ile birlikte dikkat çekiyor, hakkında bu yönde de birçok yorum değerlendirme yapılıyor.
Osman Hamdi Bey’in ressam olarak Dünya ve Avrupa’da tanınmak tutkusu, onun Almanlara sattığı bir tablosu karşılığında Gaziantep ve Bergama’nın muhteşem tarih eserlerinin Carl Humann adlı Alman mühendis tarafından yurt dışına çıkarılması/kaçırılmasına, bu konuda neredeyse tek karar verici kişi olarak göz yummasına, ses çıkarmamasına değer miydi acaba?
Tabii ki bu ağır olumsuz tutum bağlamında insanın aklına çok daha kötü şeyler gelebilir.
(Gaziantep-Zincirli’den maalesef Hamdi Bey’in göz yumasıyla (!) Alman C.Humann tarafından parça parça kaçırılan eserlerden biri, “Antep aslanı”- Berlin Önasya-Vorasietische Müzesi))
***
Hayatı boyunca iyi bir ressam olarak anılma uğraşı içine olan Osman Hamdi Bey, geride bugün de çok değerli bulunan ve seçkin koleksiyonlarda yer alan resimler bıraktı.
Katkıda bulunduğu, 1884 yılında çıkarılan Asarı Atika Nizamnamesiyle “tarihi eserleri korumak için yola çıkıp, Bergama-Gaziantep- Aydın Menderes Magnesia’sının talan edilmesine yol açan” karar ve eylemlerinin yanı sıra, sahip olduğu güzel ve alımlı resim yapma yeteneğini, bir ölçüde kendi çıkarları için kullanması çok trajiktir.
1860’ta, 17 yaşındayken hukuk öğrenimi için Paris'e gönderilen Osman Hamdi, Paris'te kaldığı 12 yıl boyunca yaptığı hukuk öğreniminin yanında, o dönemin ünlü ressamlarından Jean-Léon Gérôme ve Boulanger'in atölyelerinde çıraklık yaptı.
İyi bir resim eğitimi aldı.
Resim yapmayı seviyordu ve hayatı boyunca resim yapmayı sürdürdü.
Kendine özgü bir resim üslubu geliştirdi. (Edhem Eldem, “Making Sense of Osman Hamdi Bey and His Paintings,” Muqarnas: An Annual on the Visual Cultures of the Islamic World 29, 2012, s. 339-383)
Onun resimlerinde desen titizlikle işlenir, anatomi ve perspektif hâkimiyetiyle yüzeyler, eserlerinde bir fotoğraf ayrıntısıyla açıklıkla çizilir; fırça darbeleri gizlenir.
Işık, kontrollü olarak yan ve üstten süzülür; resme derinlik kazandırır. (Mary Roberts, “Osman Hamdi and Ottoman Aestheticism,” in André Dombrowski and Hollis Clayson eds., Is Paris Still the Capital of the Nineteenth Century? Essays on Art and Modernity, 1850–1900, Routledge, London and New York, 2016, s.131-152)
Renk ve doku açısından sıcak, zengin renkler kullanır; kumaş, çini, hat, halı gibi yüzeylerde malzeme farklılıkları belirgin haldedir.
Resimlerindeki cami/medrese içleri, mihrap-minber, çini ve kitabe ayrıntıları neredeyse belgesel doğrulukla aktarılır.
(Osman Hamdi Bey and the Americans, John Henry Haynes & Hermann Vollrath Hilprecht /// Osman Hamdi Bey: Bir Osmanlı Aydını: Pera Müzesi yayınları, 2011)
Bu olgu, Osman Hamdi’nin müzeci kimliğinin tuvale yansıması olarak kabul edilir. (Wendy K. Shaw, Possessors and Possessed: Museums, Archaeology, and the Visualization of History in the Late Ottoman Empire, University of California Press, 2003)
Bilgi ve eylem: Alim, hattat, müderris gibi okuyan-yazan figürler resimlerinde sıkça kullanılır. (Mary Roberts, aynı eser, s.131-152)
Bu durum, bilginin sahneye alınması, kültürel özneyi kurma çabası olarak görülse de Doğu Dünyasının içten egzotikleştirilmesi (yabancıllaştırılması) olarak da yorumlanır.
Birçok resminde Osman Hamdi kendi suretini kullanır.
(Osman Hamdi Bey: Bir Osmanlı Aydını: Pera Müzesi Yayınları 2011)
Güncel politikadan, ülke sorunlarında da pek uzak durmaz.
Çok ünlü “Kaplumbağa Terbiyecisi” gibi yapıtlarında, Osmanlı Devleti’nin reform ve modernleşme girişimlerinin —kaplumbağaların ağır hareket etmesiyle— yavaş ilerlediğini simgesel bir dille belirtir. Kaplumbağa (muhtemelen kendisi olan kişi tarafından) bir sopayla yönlendirilmeye çalışılır.
(Buse Uzun & Gültekin Akengin, Kaplumbağa Terbiyecisi Tablosunda Kaplumbağa Alegorisi, Akademik Sanat Dergisi, Dergi Park, 2023).
Müthiş bir “ego!
(Osman Hamdi Bey resimleri ile ilgili Pera Müzesi tarafından hazırlanan kapsamlı kitap. Kapağında ressamın “Kaplumbağa Terbiyecisi” resmi)
***
Kimi yorumculara göre, bir Osmanlı entelektüeli olarak Osman Hamdi’nin yazı ve mimariyi bilgi nesnesi kılarak “Doğu”yu onurlandırdığı kabul edilir.
Resimlerinde yerel mekânın sahnelenişi ve dekoratif zenginlik dikkat çekicidir. (Wendy K. Shaw, Possessors and Possessed: Museums, Archaeology, and the Visualization of History in the Late Ottoman Empire, University of California Press, 2003)
Figürler genelde ağırbaşlı ve düşünceli hâldedir.
Kişilerde eylem yerine düşünsel, ruhsal, “tinsel” bir yapı öne çıkar. (Dr. Sedat Yerli, International Journal of Interdisciplinary Intercultural Art, Cilt 5, Sayı 11, 2020)
Resimlerde törensel bir hava, anlatıdan çok bir “iç dünya” sezilir. Zaman sessiz ve durağandır.
Tabloların içine çizilmiş çerçeveler, “çerçeve içinde çerçeve”, izleyicinin bakışını yazıya (“hat”a) ve figüre yönlendirir.
Levha, sayfa gibi yazılar bir “ikon” gibi konumlanır; metin, resimde ikinci bir figür işlevi görür. (Pera Müzesi, 2011)
Bu bağlamda, uzmanların yorumuyla; tekniğindeki yüksek yetkinlik, eşsiz mimari ve hat bilgisi, alegoriyle (simgesel bağlantıyla) modernleşme yanlısı olduğunu sezdiren yaklaşımıyla geç Osmanlı ruhunu görünür kılması, doğru biçimde belgelemesi ve öznel bakışı, Osman Hamdi’nin sanatının güçlü yanlarıdır.
***
(Gaziantep-Zincirli’den maalesef Hamdi Bey’in göz yumasıyla (!) Alman C.Humann tarafından kaçırılan eserlerden biri- Berlin Önasya-Vorasietische Müzesi)
Öte yandan, Hamdi Bey’in bu cazip sanat anlayışı ve üretimine yönelik eleştiriler de yoğun ve derindir:
Bilimsel dilinin katı, deneysel arayışların ise sınırlı olduğu bildirilir:
Tuvale çizdiği zengin dekor, zaman zaman figürün önüne geçer:
Alegorileri (andırdığı olgular) fazla didaktiktir; yani öğretici ama yer yer kuru ve sıkıcıdır.
Resimler Doğu, Osmanlı, İslam dünyasının renkli yaşamını ince ayrıntılarıyla birlikte yansıtır.
Genel anlamda Batı’da doğmuş bir bakış akımı olan “oryantalizm” ile ilişkilendirilir.
Oryantalizm kelimesi, Latince “oriens”, “doğu” sözcüğünden gelir. 18.–19. yüzyıllarda Avrupa’da “Doğu”yu —özellikle İslam, Arap, Osmanlı, İran ve Hint kültürlerini— inceleyen bilimsel, sanatsal ve entelektüel bir yönelim anlamında kullanılmıştır.
Avrupa’da doğan Oryantalist Resim sanatı, Doğu’yu yabancı ve egzotik (yabancıl) bir gözle betimlemiştir.
Renkler sıcak, sahneler masalsı, figürler teatraldir (tiyatro özelliği taşıyan). Bu “Doğu”, Batı’nın hayal gücüyle inşa ettiği bir Doğu’dur; gerçek olmaktan çok temsili bir imgedir.
Bu tutum, Batılıların kendi gözlemlerini ya da görmek istediklerini resim ve diğer sanatlarda, biraz da aşağılayıcı........