menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Zekeriya Sertel ülkesinden kaç defa sürgün edildi?

7 0
31.03.2024

Sertel kimdi?

Zekeriya Sertel basın yayın tarihimizin ilginç simalarından biridir. 90 yıllık ömrünün önemli bir kısmını sürgünde geçirdi. Vatanından uzak bu yılların bir kısmı Avrupa'da yeni kurulan sosyalist cumhuriyetlerde geçti. TKP’li değildi. TKP’li sayıldı. 1928'de Nazım Rusya'dan döndüğünde onu Resimli Ay’da işe aldı. Dostlukları O yıllara dayanır.

Zekeriya Sertel’in çocukluğu ve gençliği Selanik vilayetinde kozmopolit bir ortamda geçmişti. Selanik Hukuk Mektebini bitirmiş, İttihat ve Terakki hükümetinin verdiği bursla Paris'e öğrenime gönderilmişti. Daha sonra eşi Sabiha ile birlikte Halide Edib'in tavsiyesi ile King Crane bursu kazanmışlar, New York Columbia Üniversitesinde 1919-1923 arasında öğrenim görmüşlerdi.

Milli Kurtuluş Savaşı sırasında Serteller Amerika'daydı. Zekeriya gazetecilik, Sabiha ise sosyal hizmetler eğitimi gördüler. Büyük zaferden sonra Türkiye'ye döndüler. büyük kızları Sevim İstanbul’da doğmuştu (İrlanda asıllı bir Amerikalıyla evlendi ve O’briand soyadını aldı) Yıldız ise ABD doğumluydu.

Öncelikle Batılıydı. Hayatının önemli bir kısmı Doğu blokunda geçmiş olsa da solculuğu Avrupa solculuğuydu. Selanik'te, Paris'te, New York'ta eğitim görmüştü. Bunlar düşünce ve ifade hürriyeti konusunda kendisini tavizsiz yapmıştı. Koşullar gereği susmayı beceremiyordu doğru bildiğini söylüyor yazıyor ve yayınlıyordu. ABD’den dönüp Ankara hükümeti tarafından Matbuat Umum Müdürü yapıldığında, Devrim koşullarında serbestinin sınırlarını tayin etmekte zorlandı. Kısa süre sonra görevinden ayrılmak zorunda kaldı. İstanbul'da Yeni Ay dergisini yayınlamaya başladı. Bu dergi etrafında Nazım Hikmet, Suat Derviş Nail Vahdeti Çakırhan, Emin Türk Eliçin, Sabahattin Ali gibi muhalif isimlerin toplanması dergi aykırı bir çizgiye yöneldi. Oysa ki dergi Amerikan tarzı magazin dergisi olarak yayınlanmaya başlamıştı. Zamanla içeriği ve işlevi değişti. Nazım'ın putları yıkıyoruz kampanyası burada başlatılmıştı. Sonra gazete yayıncılığına başladı. Uzun süre Son Posta’yı yayınladı. Sonra Tan’ı devraldı.

İstiklal Mahkemesi, Takrir-i Sükun döneminde ona sürgün ve kalebentlik cezası vermişti. Cumhuriyet devrimlerine karşı değildi ama yöntemi fazla otoriter buluyordu. Buna rağmen, gazetesi Tan Atatürk’ün ölümünü “Babamızı kaybettik” manşetiyle duyurdu. Bir de şöyle bir samimi özeleştiri yazısı yazdı:

“Sağlığında biz bu adama karşı demokrasi ve özgürlük savaşı yapmıştık. Onun hareketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü o vakit ormanın içindeydik. Ağaçları görüyorduk, ama ormanı bütün büyüklüğüyle göremiyorduk. Şimdi geçenleri daha berrak görebiliyorum. Atatürk memleketin sosyal, siyasal ve ekonomik hayatında büyük devrimler yapmıştı. Halifeliği ve padişahlığı yıkmış yerine bir cumhuriyet rejimi getirmişti. Halkın sosyal hayatında ve geleneklerinde birçok esaslı değişiklik yapmıştı.

Emperyalistler de memleket içinde isyanlar çıkartmışlardı. İstanbul’da bütün Halifeci, Padişahçı ve gerici basın, Atatürk’e karşı yaylım ateşi açmıştı. Bütün bu koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi? Tersine devrim düşmanlarına karşı az çok sert davranmak gerekir. Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı ihtiyatlı ve tedbirli bulunmak ihtiyacındaydı. Kişi yönetiminden çok Meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar onun doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker olmasına rağmen yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite diktatörlükte olduğu gibi korkuya değil, sevgiye dayanıyordu. Ona bu kuvveti veren şey halkın kendisine sevgiyle bağlı olmasıydı. Onun için Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yarın da büyük kalacaktır. Biz uğrunda savaştığımız özgürlük ve demokrasiye ancak onun açtığı yoldan ulaşabiliriz”

1935'ten Sonra çıkardığı Tan gazetesi, savaş yıllarında temkinli ama müttefik cephesinin yanında bir tutum takınmıştı. Ordu'da, basında ve CHP'nin içindeki Almancı faşizan cepheden tepki almıştı. Tam demokrasiye geçiyoruz derken gazetesi Tan, kışkırtılmış bir kitle tarafından tahrip edildi. 4 Aralık 1945.

Ne ilginçtir ki Orhan Birgit, Süleyman Demirel gibi hayatının daha sonraki dönemlerinde karşısına çıkacak olan siyasi kimlikler de- üniversite öğrencisi idiler- gazetesinin tahrip edilmesi eylemine katılmışlardı. Düşünceyi ifade hürriyeti, basın yayın hürriyeti, mülkiyet hürriyeti ağır bir şekilde ihlal edilmişti.

Buna rağmen yargı, Halil Lütfü Dördüncü, Cami Baykut ve Sabiha ile birlikte onu da suçlu buldu. 3 ay sonra Yargıtay kararı bozup tahliye edildiler. Ama bir şey anlaşılmış oldu Türkiye'nin yeni demokrasisi içerisinde sola yer yoktu.

Zekeriye Sertel, eşi Sabiha Hanım, küçük kızları Yıldız ile birlikte 1951’de Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Komünist tevkifatından hemen önce. Eşi ve kızının tutuklanacağı endişesiyle. Nazım Hikmet’in kaçmak zorunda kalması, onları tedirgin etmişti.

Demokratların, muhalefette izledikleri, “demokratça tavır” kısa sürede değişmişti. Halbuki Tan baskınından önce, çıkarılacak ortak muhalefet dergisi Görüşler’e yazı vermeyi bile taahhüt etmişlerdi. Örneğin: Adnan Menderes.

DP önderleri diğer muhaliflerle yollarını ayırdılar. İktidara geldikten sonra da politik çizgileri çok sesli siyaset değil, şiddetli anti komünizm olacaktı. 10 yıl süren iktidarları boyunca, anti komünist popülizm onları kolay yoldan iktidarda tutmaya yetecekti.

Serteller, DP iktidarının yarattığı ağın baskı ortamında doğru bir zamanlamayla Roma üzerinden Paris’e gittiler. Fransa’da IV. cumhuriyet daha yeni kurulmuştu. Fransız solu, anti faşist mücadele yılllarının sağladığı gururu taşıyordu. Fransız siyasetinin ana aktörlerinin biri haline gelmişti. Paris’te 1948 DTCF tasfiyesinden sonra Türkiye’den ayrılmış, küçük bir Türk entelektüel grup vardı. Serteller onlara katılacaklardı.

Soğuk savaş döneminin başlamasıyla birlikte, Sovyet desteğiyle Dünya Barış Konseyi kuruldu. Konsey, Batılı sosyal demokrat, sosyalist ve komünist çevrelerin desteğini aldı. Konsey, içinde Aragon, Neruda, Sartre, Dali, Nazım Hikmet’in de bulunduğu bir barış platformu idi.

Bütün Avrupa’da sol, Sovyetler Birliğinin, faşizmi yenmedeki rolünü övüyor. Uluslararası barışın ancak Sovyetlerin desteği ile kurulabileceğine inanıyorlardı.

Avrupa'da rejimler tam netleşmemiş ve uluslararası statüko daha kurulmamıştı. Demir Perde ülkeleri bloku henüz........

© 12punto


Get it on Google Play