Mehmet Akif’in ümmet -millet ikilemi
Mısır Apartmanının bana hatırlattıkları
Taksim’den Tünel’e doğru giderken Mısır Apartmanını her gördüğümde bir kaç şey aklıma düşer. Atatürk’ü düşünürüm genç bir general olarak. Diş hekimi Sami Günzberg’in muayenehanesine gelmiş. Günzberg çok ünlü bir diş hekimi. Onun hastası olmayan yok gibi. Atatürk Şah Pehlevi’yi Dr. Günzberg’e tedaviye götürmüş, 1934’te Türkiye’ye geldiği zaman. Üç İstanbul’un yazarı Mithat Cemal Kuntay’ı hatırlarım. Uzun süre orada oturmuş. Eski Meclis başkanlarımızdan Hüsamettin Cindoruk’un çalışma ofisi de orada.
Bir de bu apartmandan çıkarılan bir cenaze aklıma düşer. 1936 Aralık ayında. Bu Mehmet Akif Ersoy’dur. Küskün ayrıldığı ülkesine ağır hasta olarak dönmüş ve bu apartmanda hayata veda etmiştir.
Akif neden gitti? Nasıl döndü?
Mehmet Akif bağımsızlık savaşımızın sembolü İstiklal marşımızın yazarıdır. Birinci mecliste Burdur milletvekilidir. Hakkında her hangi bir adli takibat yapılmamış olmasına rağmen ülkesini terk etmesinin temel nedeni Türk Devrimidir.
Akif, Takrir-i Sükun Kanunundan sonra gittiği Mısır’da dostu ve hamisi Abbas Halim Paşa’nın tüm ihtimamına rağmen sıla hasreti içinde, mutsuz bir hayat yaşamıştır. Dönüşünde, bir süre Şişli Şifa Yurdunda tedavi altına tutulmuş, tebdili hava olsun diye Alemdağında Baltazzi Çiftliğinde bir süre kalmıştır. Çiftlik yine Abbas Halim Paşa’ya aittir. Durumu ağırlaşınca, tekrar şehre getirilmiştir. Tedavisine Mısır Apartmanında devam edilmiş, burada vefat etmiştir.
Cenazesi üzerine yaratılan algı
Sağ cenahta Akif’in cenazesi üzerinden yaratılmış bir algı vardır. Bir tek parti zulümleri edebiyatı vardır Türkiye’de. Burada sadece iki örnekten kısaca söz edeceğim.
Bu literatüre göre, örneğin haksız bir şekilde emekliye sev edilen Fevzi Paşa vefat ettiğinde radyo müzik yayınına devam etmiş; devlet mareşale sahiplenmemiştir. Milliyetçi ve muhafazar büyük bir kitle adeta bir sel halinde mareşali omuzlarda Eyüp Sultan’a kadar götürmüş, defnetmiştir. İsmet Paşa da kısa bir süre sonra milli irade tarafından cezalandırılmış, iktidardan düşmüştür. Milletin kutsallarına önem vermeyen CHP o gün bugündür iktidar yüzü görmemektedir.
Bir başka muhafazakar söylence Mehmet Akif’le ilgilidir. Cenazesi kimsesiz bir şekilde Bayezit Camii’ne getirilmiş, üniversite öğrencilerinin durumu farketmesiyle milli bir galeyan halinde şairimiz Edirnekapı şehitliğinde toprağa verilmiştir. Tek parti onu önemsizleştirmeye çalışmış, ama millet sahip çıkmıştır.
Bu kurguların ikisinde de abartı tarafı gerçeğin çok üstündedir. Bir kere Fevzi Paşa, emekliye ayrılmasından sonra İsmet Paşa’ya düşmanca bir tutum takınmış, bütün münasebetini kesmiştir. Demokratlar tarafından istismar edilmiş, en sonunda bütün karşıdevrimcilerin bir araya geldiği Millet Partisinin fahri başkanlığını kabul etmiştir. Fevzi Paşa, 1950 baharında İnönü karşıtı cephenin sembolü olmuştur. Pek yakında yapılacak şeçimde (1950) Fevzi Paşa, Millet Partisi’nin, İnönü, CHP’nin adayıdır. İktidarın tutumunu bu gerçeğin ışığında değerlendirmek gerekir.
Mehmet Akif meselesine gelince, rejimin kendisi ile ilgili bir derdi yoktur. Ama Akif’in içten içe sürdürdüğü rejimle ilgili bir derdi vardır. Açıktan bir cephe alma söz konusu değildir ama, küskünlük, kırgınlık vardır.
Mehmet Akif’e Kuran Tercümesi işinin verilmesi
Akif, meşrutiyette mebusan meclisi üyesi değildi. Birinci Meclis üyeliği Mustafa Kemal Paşa’nın tavassutu ile sonradan gerçekleşmişti. Aktif bir parlamenterlik hayatı olmamıştır. Gazi, kendisine sadık - Hoca Rasih Kaplan, Hoca Esat Efendi gibi ilmiyeli mebusları- İkinci meclise aday gösterdi. Seçilenler arasında Kemalist grupta yer almış 10 kadar ulemadan aday vardır. Ama, Mehmet Akif yoktur. Bununla birlikte, TBMM kararı ile kendisine çok önemli bir görev verilmiştir. Kur’anın Türkçeye tercümesi. Teklif Börekçizade’nin başında bulunduğu Diyanet tarafından resmen kendisine iletilmiştir. Teklifi götüren Ahmet Hamdi Akseki’dir. Akif, Kur’an’ın tefsir ve meali işinin Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a verilmesi şartıyla Türkçeleştirme işini kabul etmiştir.
Akif’in tercümesinin akıbeti
Bilindiği gibi Yazır’ın tefsiri “Hak Dini Kuran Dili” başlığıyla yayınlanmıştır. Akif’in tercümesinin akıbeti ise malumdur. İmha edilmiştir. Olayı şöyle yorumlamak mümkündür. Cumhuriyet devriminden sonra muhafazakar mütefekkirler rejim karşısında ikiye bölünmüştür. Börekçizade, Yaltkaya, Akseki rejimin diyanet teşkilatında görev almışlardır. İzmirli İsmail Hakkı Bey de İslam tetkikleri Enstitüsünde teklif edilen görevi kabul etmiş, Ord. Prof. Olmuştur.
Bir de meşrutiyetten beri aynı çevrede yer almış, cumhuriyetten sonra herhangi bir memuriyeti, resmi bir vazifesi olmayanlar vardır. Kamu görevi olanlar, ikinci kesimi dolaylı bir şekilde kollamıştır. Akif’e tercüme işinin, Elmalılı’ya tefsir işinin havale edilmesini sağlayan kökeni eskiye dayanan arkadaşlık hukukudur.
Akif Türkiye’de başladığı ve Mısır’da üzerinde çalışmaya devam ettiği Kur’an tercümesini ülkeye dönmesine yakın bitirmişti. Bu yaklaşık olarak 10 yıllık bir fikri mesai anlamına gelir.
Fakat Akif’in çok özlediği ülkesinde kendisini tedirgin eden başka gelişmeler olmaktaydı. Ezan ve kametin Türkçe okunmaya başlamasından sonra, ibadetinde (namaz surelerinin de) Türkçe yapılacağına dair söylentiler vardır. Bu hiçbir zaman uygulamaya girmemiş bir düşünce olmakla birlikte, Atatürk bir Türk islamı yaratmak istemiştir kanımca. İbadet dilinin Türkçeleştirilmesi, Türklerin dinini Arap kültür dairesinden çıkartmak, milli devletin milli dini haline getirmekti bence.
Bu, iyi ahlak, iyi yurttaşlık temelinde İslam’da Türk Protestanlığı düşüncesi olarak yorumlanabilir. Cumhuriyet hükümeti, İstanbul Üniversitesinde İslam Tetkikleri Enstitüsü kurmakla bunu amaçlamıştır. Hedef , İslamda reformdur. Daha açık bir ifade ile Türk islamıdır. Bu konuda Fuat Köprülü’nün camilere- kiliselerde olduğu gibi- sıralar konulması ve ibadet için Türkçeleştirilmiş matbu sureler kullanılması gibi dikkate alınmayan önerileri de olmuştu.
O yıllardaki Diyanet yayınlarına bakıldığında Türkler için milli........
© 12punto
visit website