Dijitalleşiyoruz. Dijital teknolojilere ulaştıkça, dijital mecralara erişim sağladıkça da bilgi dolaşım ağının içerisine dahil oluyoruz, paylaşıyoruz, paylaşımda bulunuyoruz. Haberdar olmadığımız, bilmediğimiz şey kalmıyor diye düşünüyoruz ve rahatlıyoruz. Hatta birileri bu sayede dünyadaki tüm insanların kendi ülkelerinin yanı sıra aynı zamanda da birer dünya vatandaşı olduğuna dikkat çekiyor.

Vatandaş, anlamı bir hayli derin bir kavram. Vatandaş olmanın, birey olmanın da ötesinde oldukça yüklü bir sorumluluk alanı var. Vatandaş, kimliksel aidiyet alanında pek çok konuda söz sahibi olan, karar verme süreçlerine katılan, yapısal ve işlevsel süreçlere bir biçimde müdahale edebilen bireydir. Vatandaş, aklı başında, düşünsel yetkinliği olan, içerisinde yaşadığı ülkenin ve de dünyanın gidişatı hakkında bilinç sahibi olan bireydir. Eski Yunan kent devletlerini anımsayalım. Orada kölelerden yönetici seçkinlere dek uzanan toplum katmanlarından en önemlisi vatandaşlardan oluşuyordu. Çünkü vatandaşlar oy kullanıyordu ve yönetim görevine seçilmek isteyenler vatandaşların oyunu almak için çeşitli ikna çalışmaları yapıyorlardı. Ünlü düşünür Aristoteles’in Retorik adlı yapıtı da bu yanıyla bir siyasal iletişim çalışması olarak düşünsel yazına geçmiştir.

O halde dijitalleşmekte olan bir dünyanın bireylerine dijital vatandaşlar diyebilir miyiz? Öyle ya mademki her tür bilgi, haber alma süreci ya da enformatik etkileşim dijital mecralarda gerçekleşiyor, o halde dijital vatandaş demek yanlış olmaz. Etkileşim denildiğinde de zaten karşılıklı etkin olmak anlaşılmalı.

Ancak diğer yandan insanlık tarihine şöyle genel olarak bir göz attığımızda da karar süreçlerinin çoğunlukla, hatta tümüyle toplumun güçlü kesimleri tarafından yönetildiği, adına vatandaş ya da ne denilirse denilsin, sürecin içerisine dahilmiş gibi gösterilip aslında kendisine sunulan seçenekler üzerinden eğilimi ortaya koyduğu ya da kendisine açılan alanın sınırları içerisinde etkinleşebildiği söylenebilir. Örneğin, gerçek demokrasi örneği olarak tanımlanan antik kent demokrasilerinde toplumun küçük bir kesimini oluşturan vatandaşın oyuna başvurulurdu, ancak yönetime aday olanlar mutlaka toplumun soylu seçkinleri arasından çıkardı. Vatandaşın, kendi içerisinden yönetime aday belirlemesi diye bir şey mümkün değildi.

Gelelim çağımızın dünya vatandaşlığı konusuna. Dijital teknolojilerin verdiği olanaklarla dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanlar birbirlerinden haberdar olabiliyor, enformatik etkileşime girebiliyorlar, çeşitli düzeylerde bilgi paylaşımı yapabiliyorlar. Ancak erişilen ve paylaşılan bilginin niteliği ve yaşamımızdaki yeri nedir diye sormak da gerekiyor.

Dijital mecralarda sürekli bir bilgi akışı var. Erişim sağlanıyor, biliniyor, alınıyor, ancak ne işe yaradığı konusu kuşkulu. Gerek bilimsel gerekse de yaşama ilişkin işe yarar bir bilgi gereksinimi olduğunda ise açık erişimde bulmak mümkün değil. Açık erişimdeki enformatik akışın bir tür oyalama, eğlendirme, gülümsetme ve de kıyasıya zaman yitirtme olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Dünya vatandaşları dijital mecralarda oyalanadursun, dünyanın yöneticileri sömürü odaklı yönetim ve egemenliklerini sürdürüyorlar.

Hangi çağda olursak olalım, adına ne denilirse denilsin, dünyanın/insanlığın gidişatı sömüren ve sömürülen ilişkisi üzerinden gerçekleşmektedir. Hegel’in “efendi-köle” diyalektiği her çağda, biçim değiştirerek işlemeye devam ediyor. İnsanlığın yerleşik yaşama geçişiyle birlikte, toprak sahipliği üzerinden başlayan sömürü düzeni, sanayileşmeyle birlikte makinelere sahiplik, kapitalist sistemin kurulmasıyla birlikte sermaye sahipliği, bilgi odaklı döneme geçilmesiyle ve dijitalleşmeyle birlikte de veri sömürgeciliğine evrilerek devam ediyor.

O halde günümüz dünyasının sömürü biçimi veri üzerinden gerçekleşiyor. Adına dijitalleşme denilen çağımızda bu teknolojilere kim sahipse, bu teknolojilerin üretimini ve işletimini kim yapıyorsa egemenlik de onlardadır. Erişim sağlanan mecraların çok ötesinde erişim sağlanamayan mecralar var. Herhangi bir ücret ödemeksizin erişim sağlanan mecralardan akan bilginin yaşamın neresinde ne oranda kullanıldığı üzerinde düşünmek gerekiyor. Dolayısıyla da bu göstermelik özgürlük alanının cazibesine kapılmaya gerek yok.

İnsanlık ilerliyor. Çağlar değişiyor. Ancak bu ilerlemenin teknoloji odaklı olduğunu göz ardı etmemek gerekir. İnsanal değerler adına bir ilerleme söz konusu mudur, üzerinde düşünmek lazım. Teknolojik ilerleme, sermaye büyümesi insanlığın gelişmesi midir yoksa sömürü ilişkilerinin biçim değiştirmesi midir? Hatta bilgi odaklı ilerlemenin sömürü ilişkilerini çok daha kolaylaştırdığını söylemek de mümkün müdür?

Ama bu gidişatın yönünü değiştirmek mümkün. Öncelikle gidişatın farkında olmak. İşleyişin dinamiklerini çok iyi analiz etmek gerekiyor. Teknolojiye erişmek, internet ortamında gezinmek, akıllı telefonlarla dünyanın her tarafıyla görüntülü konuşmak, yapak zekâyla gündelik yaşamı kolaylaştırmak vb. gelişmelerin sarhoşluğuna kapılmak yerine üretimin neresinde yer aldığımıza bakmamız lazım. Sömürünün kumandası üretim süreçlerini yönetenlerde olduğuna göre, üretim sürecinin içerisinde yer almak için çaba harcamak gerekir. Üreten ve üretimi yöneten toplumlar sömürü düzenini kendi çıkarları için güçlendirerek sürdürmeyi tercih ederler. O halde öncelikle ülke olarak kullanıcı olmaktan üretici olmaya doğru rotayı değiştirmek gerekiyor

Birey olarak da kullanıcı ve tüketici konumumuzun farkına varmak, düşünsel etkinliğimizi geliştirmek ve üretim süreçlerinin içerisinde etkin rol almak için rotamızı değiştirmeliyiz. Vatandaşlığın da gereği budur.

Önce bilinçli insan olmak, ardından da gerçek vatandaş. Dijital çağın gerçek anlamda enformatik etkileşime dönüşebilmesi için de bilinç, farkındalık ve etkin birey olmak önemlidir. Dijital vatandaş olmak da bunu gerektirir.

QOSHE - Dijital çağda sömürü ve dijital vatandaşlık - Prof. Dr. Nazife Güngör
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dijital çağda sömürü ve dijital vatandaşlık

9 2
15.04.2024

Dijitalleşiyoruz. Dijital teknolojilere ulaştıkça, dijital mecralara erişim sağladıkça da bilgi dolaşım ağının içerisine dahil oluyoruz, paylaşıyoruz, paylaşımda bulunuyoruz. Haberdar olmadığımız, bilmediğimiz şey kalmıyor diye düşünüyoruz ve rahatlıyoruz. Hatta birileri bu sayede dünyadaki tüm insanların kendi ülkelerinin yanı sıra aynı zamanda da birer dünya vatandaşı olduğuna dikkat çekiyor.

Vatandaş, anlamı bir hayli derin bir kavram. Vatandaş olmanın, birey olmanın da ötesinde oldukça yüklü bir sorumluluk alanı var. Vatandaş, kimliksel aidiyet alanında pek çok konuda söz sahibi olan, karar verme süreçlerine katılan, yapısal ve işlevsel süreçlere bir biçimde müdahale edebilen bireydir. Vatandaş, aklı başında, düşünsel yetkinliği olan, içerisinde yaşadığı ülkenin ve de dünyanın gidişatı hakkında bilinç sahibi olan bireydir. Eski Yunan kent devletlerini anımsayalım. Orada kölelerden yönetici seçkinlere dek uzanan toplum katmanlarından en önemlisi vatandaşlardan oluşuyordu. Çünkü vatandaşlar oy kullanıyordu ve yönetim görevine seçilmek isteyenler vatandaşların oyunu almak için çeşitli ikna çalışmaları yapıyorlardı. Ünlü düşünür Aristoteles’in Retorik adlı yapıtı da bu yanıyla bir siyasal iletişim çalışması olarak düşünsel yazına geçmiştir.

O halde dijitalleşmekte olan bir dünyanın bireylerine dijital vatandaşlar diyebilir miyiz? Öyle ya mademki her tür bilgi, haber alma süreci ya da enformatik etkileşim dijital mecralarda gerçekleşiyor, o halde dijital vatandaş demek yanlış olmaz. Etkileşim denildiğinde de zaten karşılıklı etkin olmak anlaşılmalı.

Ancak diğer yandan insanlık tarihine şöyle genel olarak bir göz attığımızda da karar süreçlerinin çoğunlukla, hatta tümüyle toplumun güçlü kesimleri tarafından yönetildiği, adına vatandaş ya da ne denilirse denilsin, sürecin içerisine dahilmiş gibi gösterilip aslında kendisine sunulan seçenekler üzerinden eğilimi ortaya koyduğu ya da kendisine açılan alanın sınırları........

© 12punto


Get it on Google Play