Medya bağımlılığı, duygular ve gündelik hayatın dağılması

Son haftalarda dijital medyanın korku üretme biçimlerini, bireyin bu korkuya karşı geliştirdiği psikolojik bağışıklık söylemlerini ve algoritmaların sunduğu sahte güvenlik hissini tartıştık. Tüm bu yazıların ortak bir noktası vardı. Dijital medya yalnızca ne düşündüğümüzü değil ne hissettiğimizi ve gündelik hayatı nasıl yaşadığımızı da belirliyor. Bugün artık bu sürecin en görünür ama en az konuşulan sonuçlarından biriyle karşı karşıyayız. Medya bağımlılığı ve bunun duygular üzerindeki yıkıcı etkisi.

Medya bağımlılığı denildiğinde çoğu zaman akla sadece ekrana uzun süre bakmak geliyor. Oysa mesele bundan çok daha derin. Asıl sorun, maruz kaldığımız veri akışının yoğunluğu ve bu akışın sinir sistemimizi hedef alacak biçimde kurgulanmış olması. Sürekli akan içerikler, anlık bildirimler, kesintisiz video dizileri ve dikkat çekmek için optimize edilmiş başlıklar yalnızca dikkatimizi değil, duygularımızı da parçalayarak tüketiyor.

Sabah uyanır uyanmaz telefona uzanmak artık neredeyse refleks haline geldi. Yeni bir mesaj gelmiş mi, bir şey kaçırmış mıyım, gece ne olmuş soruları daha yataktan kalkmadan zihnimizi işgal ediyor. Bu durumun literatürdeki karşılığı FOMO yani bir şeyleri kaçırma korkusu. Ama bugün bu korku istisnai bir his değil, gündelik hayatın normal hali haline gelmiş durumda.

Özellikle çocuklar ve gençler çok daha yoğun bir iletişim bombardımanı altında büyüyor. Sürekli uyarılan, sürekli çağrılan, sürekli bir şeye tepki vermesi beklenen bir zihin yapısı içinde duyguların yönetimi giderek zorlaşıyor. Hatta daha........

© 12punto