Sıkı para politikasının gölgesinde biriken kırılganlıklar: Parlak makro tabloya rağmen görünmeyen maliyetler

Türkiye ekonomisi 2025 boyunca sıkı para politikasının daralan çemberinde yol alırken, TCMB’nin Kasım 2025 Finansal İstikrar Raporu, bu sürecin öne çıkarılan başarılarını anlatmakta cömert; fakat aynı sürecin görünmeyen maliyetlerini ortaya koymakta bir o kadar ketum. Bankacılık sisteminin sağlam bilançosu, kârlılıktaki artış ve dış finansman koşullarındaki iyileşme dikkatle vitrine yerleştirilirken; reel sektörün daralan hareket alanı, hanehalkının en yüksek maliyetli borçlanma kanallarına sıkışması ve KOBİ’lerin artan baskılara karşı zayıflayan direnci satır aralarında yer buluyor. Makro ölçekte çizilen dayanıklı ekonomi resmi, mikro gerçeklerle yan yana konduğunda tonunu değiştiriyor: yatırım iştahını törpüleyen yüksek faizler, uzun süredir baskılanan döviz kurları nedeniyle aşırı değerlenen TL’nin biriktirdiği riskler ve seçici aktif kalite bozulması, raporun parlatılmış yüzeyine rağmen gerçeğin daha karmaşık olduğunu gösteriyor.

Bu nedenle, dezenflasyon hedefi uğruna sürdürülen sıkı para politikasının bedelini kimlerin ödediğini ve elde edilen dengenin kalıcı mı yoksa kırılgan bir geçiş mi olduğunu açıklıkla sorgulamak, artık sadece ekonomik bir analiz değil, toplumsal bir gereklilik hâline geliyor.

TCMB’nin Kasım 2025 Finansal İstikrar Raporu, sıkı para politikasının ekonomi üzerindeki etkilerine ilişkin geniş bir veri seti sunsa da, bu tabloyu okuyanlar için eksik bırakılan bir nokta hemen göze çarpıyor: Dengelenme sürecinin gerçek maliyetleri hâlâ görünürlüğe kavuşmuş değil. Rapor, finansal sistemin güçlü likidite yapısını, sağlam sermaye tamponlarını ve bankacılık sektörünün dış finansmana erişimindeki iyileşmeyi öne çıkarırken; aynı sıkı politikanın reel sektör, hanehalkı ve KOBİ’ler üzerinde yarattığı baskıları adeta paranteze alıyor.

Kamuoyunda sıklıkla dile getirilen “hanehalkı borcunun milli gelire göre düşük seviyelerde seyretmesi” ya da “finansal varlık/borç oranındaki artış” gibi göstergeler, yüzeyde olumlu bir tablo sunsa da, bu verilerin hangi toplumsal kesimlerin hangi bedelleri ödediğini açıklamakta isteksiz bir dili olduğu görülüyor. Asıl soru ise hâlâ masanın üstünde duruyor: Bu dengeler sürdürülebilir mi, yoksa yalnızca iyi düzenlenmiş bir vitrinin arkasındaki kırılganlıklar mı parlatılıyor?

Küresel ortamın zorluğu biliniyor: Yüksek faizler, jeopolitik riskler ve zayıf büyüme görünümü hem gelişmekte olan ülkeleri hem de Türkiye gibi orta ölçekli ekonomileri test ediyor. Türk bankalarının sendikasyon yenileme oranının 5’e ulaşması elbette önemli bir dayanıklılık göstergesi; fakat aynı zamanda finansal mimarimizin dış kaynağa olan yapısal bağımlılığını da unutturmuyor. Dış borç vadelerinin uzaması memnuniyet uyandırsa da, küresel oynaklığın arttığı bir dönemde bu iyileşmenin kalıcılığı hâlâ bir soru işareti olarak duruyor.

Emtia fiyatlarındaki dalgalanmalar, jeopolitik gerilimlerin ticaret koridorlarına yansıyan maliyetleri ve küresel finansman koşullarındaki kırılganlık, Türkiye ekonomisinin “yapısal uyum süreci” söylemini de tartışmalı hâle getiriyor. Zira bu uyumun nasıl sağlandığı, hangi kesimlerin hangi yükleri taşıdığı ve bu dönüşümün toplumsal maliyetinin ne olduğu raporda açık bir biçimde adreslenmiyor.

Tüm bu belirsizlikler gölgesinde toplanan Para Politikası Kurulu’nun, politika faizini 150 baz puan indirerek 8’e çekmesi ise tabloyu daha da çetrefilli hâle getiriyor. Teknik gerekçelerle açıklanan bu adım, ekonominin farklı kesimleri üzerinde nasıl bir etki yaratacağı sorusunu beraberinde getiriyor. Raporun sessiz kaldığı noktalar tam da burada önem kazanıyor: Sıkı para politikasının toplumsal maliyetini kim ödüyor ve bu maliyet sürdürülebilir bir dengeye mi, yoksa daha derin bir kırılganlığa mı işaret ediyor?

Küresel piyasalarda belirsizlik bir türlü yerini istikrara bırakmıyor. Jeopolitik gerilimler, korumacı ticaret politikaları ve yüksek faiz ortamı, özellikle gelişmekte olan ülkelerin üzerinde ağır bir gölge gibi dolaşmayı sürdürüyor. Bu çalkantılı atmosferde kredi temerrüt takası (CDS) primlerinde gözlenen düşüş, Türkiye dâhil birçok ekonomi için yüzeyde rahatlatıcı bir görünüm sunsa da, dış finansman maliyetlerindeki inatçı sıkılık bu rahatlamanın ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyor.

Küresel risksiz getiri olarak kabul edilen ABD devlet tahvil getirilerinin, 2022 yıl sonundan bu yana %4 seviyelerine demir atmış olması, gelişmekte olan ekonomilerin küresel sermayeye erişimini hâlâ maliyetli kılan temel unsurlardan biri.

Sermaye akımlarının seyri de aynı ikili yapıyı taşıyor: 2025’in ilk yarısında (Çin hariç) görülen sert fon çıkışlarının yılın ikinci yarısında yavaşlaması, Türk varlıklarına yönelik ilginin tamamen sönmediğini gösteriyor; ancak yabancı sermayenin hâlâ temkinli olduğunu, kalıcı bir giriş trendinin ise kapıda beklemediğini de açıkça ortaya koyuyor. Yani finansal istikrarı destekleyen dış dinamikler var, evet; fakat her biri bir sonraki küresel dalga karşısında hızla yön değiştirebilecek kadar kırılgan.

Finans dışı kesimin borçluluğunun GSYİH’ye oranla hâlâ düşük görünmesi ilk bakışta rahatlatıcı olsa da, sıkı para politikasının etkilerini anlamak için bu göstergenin ardındaki yön ve niteliğe bakmak gerekiyor. 2025’in ilk yarısında reel sektörün Borç/GSYİH oranının 6’ya yükselip yılın ikinci yarısında yataylaşması, firmaların borçlanma iştahının azaldığını ve yüksek faiz ortamında yatırımların ertelendiğini gösteriyor. Bu yataylık, sağlıklı bir dengeden çok, ekonomik temkinin ve ertelenen yatırım kararlarının sessiz bir barometresi niteliğinde.

Yabancı para borçlanmasındaki yavaşlama, kredi sınırlarının sıkılaştırılması ve kur oynaklığındaki azalmayla sağlanmış görünse de, bu durum firmaların TL krediye yöneldiği anlamına gelmiyor. Aksine, TL kredilerde büyüme sınırlarının daraltılması ve finansman maliyetlerinin artması, reel sektörün borçlanma kanallarını daha da sıkıştırıyor. Öte yandan, firmaların TL ticari mevduatlarının toplam içindeki payının a’e çıkması ve TL mevduatı/GSYİH oranının %8’i aşması, işletmelerin risk almak yerine nakitte beklemeyi tercih ettiğini gösteriyor. Bu birikmiş likidite, yalnızca........

© 12punto