1980’lerden bu yana ülkemizde uygulanan Neo-liberal politikaların, finansman, yatırım ve ticaret kanallarıyla dünya ekonomisine giderek yoğunlaşan dışa bağımlılığının doğal bir sonucu olarak Türkiye ekonomisi, yurtdışından sermaye girişleri sağlandığında büyüyen; ancak sermaye girişleri yavaşladığında durağanlaşan, daha kırılgan bir ekonomi haline gelmiş gerek iç gerekse dış konjonktürün de etkisiyle krizlere sürüklenen, üretimden ziyade tüketime dayanan HORMONLU bir ekonomi durumundadır.
Türkiye ekonomisi diğer taraftan her ne pahasına olursa olsun kısa dönem ekonomik büyümeyi hedefleyen, birey ve firmaların ahlâksız büyüme ağına kısa dönem kazançlar nedeniyle dâhil olduğu, bu ağın toplumun farklı kesimlerini kapsayacak şekilde genişleyip bireysel davranışları etkileyerek çıkara odaklı bir anlayışa hizmet ettiği bir yapıya dönüşmüştür.
Çıkarın, rant ekonomisinin merkezde olduğu bu yapının sosyal yardımlar çerçevesinde yoksullara yapılan nakdi ve ayni yardımlar, liyakate dayanmayan atamalar, görevlendirmeler, partizanca işe almalar ve iş vermeler, seçim öncesi verilen vaatler (ücret zamları, af, teşvik, transfer, erteleme, ikramiye gibi genişletici politikalar) yeni bir düzenin topluma ve ekonomiye büyük zararlar verdiği aşikârdır.
Bu düzende faiz rantı, arsa rantı, sosyo-ekonomik yardımlar, kamu iktisadi teşebbüslerinin görev zararları, rekabetçi olmayan kamu ihalelerinde ve vergilerdeki istisnalar, muafiyetler, hazine garantileri uygulamalarıyla sağlanan imtiyazlar ve teşvikler döngüsü çerçevesinde,........