İçeri girdi.

Hemen Bandırma vapuru kaptanı İsmail Hakkı (Durusu)’yu Şişli’deki evine çağırdı ve hareket şekline dair bilgi aldı.

Kimseye söylememişti.

Kardeşi Makbule de ağabeyinin isteğini yerine getirmişti.

Mustafa Kemal Paşa akşam yemeğini annesi ve kardeşi ile birlikte yiyecekti.

Makbule Şişli’deki evin üst katında, sokağa bakan odasında annesinin karyolasının karşısında ufak bir sofra kurdu. Yere minder koydu. Acaba abisi neden böyle bir şey yapmıştı. Acaba bir sürprizi mi vardı? Yemekte patates püreli rosto ve ıspanaklı yumurta vardı. Mustafa Kemal Paşa geldi, annesinin elini öptü, bağdaş kurup sofraya oturdu. Yemeğe başladı. Ama isteksizdi, zorla çiğnediği lokmalardan sonra elindeki çatalı bıraktı. Annesi uzun süredir kalbinden rahatsızdı. Annesine baktı, çok heyecanlıydı.

-“Anneciğim” dedi, söylemeye çekindiği cümleleri yutkunarak söyledi:

-“Ben gidiyorum. Buralar da Selanik gibi elden gidebilir. Ben, (İstanbul’u ve Anadolu’yu) kurtarmaya çalışacağım. Fakat hesapta ölmek de var, gidip de gelmemek de var. Hakkını helal et.”

Bu sözleri duyan anne Zübeyde Hanım ve kız kardeş Makbule birden zehir yutar gibi oldular. Bu, beklenmedik bir darbe idi. Mustafa Kemal Paşa zor da olsa sözlerine devam etti. Annesi suskundu. Ardından kız kardeşine döndü:

-“Sen de bunları iyi dinle Makbuş. İş kötüye giderse sakın buradan ayrılmayın. Tekrar söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkışmayacaksınız. Başaramazsam zaten burada sizi öldürürler. O zaman elbet, ben de ölmüş olurum.”

Bu sözleri de duyan anne Zübeyde Hanım’ın boğazları kurumuş, sanki ciğerleri birbirine kenetlenmişti. İşte o an, şiddetli bir kalp krizi ile sarsılmaya başladı. Telaşlandılar. Nefes alması için hemen pencereyi açtılar. Mustafa Kemal annesini kucağına aldı, sofaya çıkardı, hemen doktor Rasim Ferit’i çağırdı. Annesini yatıştırmaya ve rahatlatmaya çalıştı. Eğer doktor zamanında yetişememiş olsaydı annesi o gece ölebilirdi.

Doktor geldi, tedavi ettiler. Kendi yatağına uzattılar. Dinlenmesini sağladılar.

Şafak sökerken anne Zübeyde biraz kendisine gelir gibi oldu.

O sabah Avukatı Sadrettin Ferit Talay da Şişli’deki eve gelmişti. Osmanlı Bankası Müdürü Berç Keresteciyan 14 Mayıs akşamı İngiliz dostlarından bir haber duymuş, ertesi sabah(15 Mayıs sabahı) kendisine anlatmıştı. Mustafa Kemal Paşa Karadeniz’de batırılacaktı. Hatta bu işin İngiliz torpidosuyla mı, yoksa denizaltısıyla mı yapılacağının bile tartışıldığını söylemişti.

-“Siz, Paşa hazretlerinin hem dostu hem de Avukatısınız. İkaz ediyorum” demişti.

Sadettin Ferit Talay da bu önemli haberi Mustafa Kemal’e sabaha karşı Şişli’deki evine gelerek bildirdi. Kendisine ‘gitme’ dedi. Ama Mustafa Kemal Paşa kararlıydı. Kararından vaz geçmedi.

Korkmasınlar diye ailesine ve başkaca kimseye bir şey söylemedi.

Ama endişeliydi.

Ayrılık vakti gelmişti.

Mustafa Kemal Paşa’nın annesi ile vedalaşması çok hazin oldu. Sarıldılar. Öpüştüler. Oğul Mustafa annesinin ellerini defalarca dudaklarına götürüyordu. Tekrar sarıldı, tekrar tekrar öptü. Ve son bir kez daha annesine:

-“Anne hakkını helal et” dedi.

Anne Zübeyde’nin gözlerinden akan yaşlar, dudağında mırıldandığı hayır dualarına karışıyordu. Ve dua ederken, biricik oğlunun boynuna sarılıyordu.

Çünkü oğlu Anadolu’ya mı gidiyordu, ölüme mi gidiyordu belli değildi.

Mustafa Kemal Paşa oturduğu karyoladan kalktı, çok üzgündü. Gözleri dolu bir şekilde kapıdan çıktı. Çıkarken orta katta merdiven başında duran Makbule’ye:

-“Bana niçin öyle bakıyorsun Makbuş?” dedi. Kardeşi ise hesap sorar gibiydi:

-“Nasıl bakıyım abi? Bu nasıl gidiş? Savaşa değil, göreve değil, terfi ederek değil. Nasıl bakıyım?”

Mustafa Kemal Paşa cevap vermedi. Ölüme gidiyorum diyemedi. Sustu. Kardeşine de sarıldı bağrına bastı. Ardından, adeta merdivenlerden koşarcasına indi.

Evden çıktı.

Aşağıda kendisini Hüseyin Rauf Bey bekliyordu. Uğurlamaya gelmişti. Ama o da Mustafa Kemal Paşa’nın sonu meçhul bu göreve gitmesini istemiyordu.

Mustafa Kemal Paşa onu da dinlemedi. Beşiktaş Sinan Paşa camiindeki selamlığa gitti. Mahfel'de huzura kabul edilerek Padişah ile son kez görüştü. Bu bir veda ziyaretiydi.

Zaman zaman uğradığı arkadaşı Prenses Şivekar’a gitti. Prenses Şivekar Tepebaşında oturuyordu. Ona da veda etmek istedi. Aceleyle prensesin evine gitti. Piyanonun karşısındaki koltuklara karşılıklı oturdular. Mustafa Kemal Paşa sağ elini dizine dayayarak biraz eğildi, mavi gözleriyle prensese baktı ve kısık bir sesle;

-“Size Allahaısmarladık demeye geldim. Benim Anadolu’ya gitmem uygun görüldü. Hemen gitmek için emir aldım. Fakat ben onların(Padişah ve Başbakanın) benden istedikleri iş için değil, aksine vicdanımdan aldığım emirle, yurdun bağrından doğacak o büyük kurtuluş ateşini yakmak için gidiyorum” dedi.

Onunla da vedalaştı.

Galata rıhtımına indi. Bandırma vapuru Kızkulesi açıklarında bekliyordu. Mustafa Kemal Paşa bir tekne ile Bandırma vapuruna gitti. Bu gidiş artık bir sürgün gidişi değildi.

Türk Milletine adanan bir görevdi.

Vapura biner binmez saat 17:55’te İstanbul’dan ayrıldı.

Ancak Kızkulesi açıklarında İngilizler durdurdu. Vapur aranacaktı. Boğazdaki bu İngiliz kontrol birliğinin öldürmek yetkisi dahil her türlü yetkisi vardı. Mustafa Kemal Paşa’nın listesinde olmayan biri vardı gemide. Kaçak pozisyonundaydı.

Refet Bele Albay.

Mustafa Kemal Paşa onun tayinini son günde Merkezi Sivas’ta bulunan 3’ncü Kolordu Komutanlığına tayin ettirmişti. Emrin aynı gün 16 Mayıs akşamı, hareket etmeden önceye yetiştirilmesini istemişti. Kalamış’ta oturan Refet Bele emri aldı ama atlarını çok sevdiği için atlarını hazırlamak açısından bir gün sürenin yetmeyeceğini söyledi. Mustafa Kemal Paşa yetişmesinde ısrar edince Bandırma Vapuruna son anda yetişti.

Neyse ki atların arasına saklanmış ve bir er kıyafetiyle kendisini gizlemeyi başarmıştı.

Mustafa Kemal Paşa düşündü; demek ki haber doğruydu. Gemiyi Karadeniz’de batıracaklar ve kendisini öldüreceklerdi. Önce tereddüt etti. Fakat İstanbul’da kalmak zaten ölümdü. Geminin kaptan köşküne çıktı. İngilizler bir şey bulamadılar. Mustafa Kemal o esnada güvertedeki arkadaşlarına:

-“Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silâh gücüne dayanırlar. Bildikleri şey yalnızca madde! Bunlar özgürlük uğruna ölmeye karar verenlerin gücünü anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silâh, ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz!” dedi.

Arama bittikten sonra kaptanı çağırdı ve acilen şu emri verdi;

-“Bütün süratinle Karadeniz’e”

Bandırma vapuru şaha kalkar gibi hızla kalktı. Kısa sürede boğaz geçildi. Kafes açılmıştı, artık özgürdü. O günlerde gülmüşlerdi ama, 1908’den beridir Selanik’teki subay arkadaşlarına söylediği gibi “Ben bir gün Türkiye’nin kaderine el koyacağım” dediği dileği gerçekleşiyordu artık. O Samsun’a asayişi sağlamak için değil, ülkenin kaderine el koymak için gitmişti. Sofya Askeri Ataşesi iken Madam Hilda Kristiyanus’a aynı kararlılıkla aynı cümleleri yazmıştı;

“Bir gün ben Türkiye’nin kaderine el koyacağım”

-Kaynak; “Cumhuriyeti Kuran ÖLÜMSÜZ TÜRKLER”

Ilgaz Kitap

QOSHE - Ben gidiyorum anne... - Aydın Keleşoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ben gidiyorum anne...

25 1
19.05.2024

İçeri girdi.

Hemen Bandırma vapuru kaptanı İsmail Hakkı (Durusu)’yu Şişli’deki evine çağırdı ve hareket şekline dair bilgi aldı.

Kimseye söylememişti.

Kardeşi Makbule de ağabeyinin isteğini yerine getirmişti.

Mustafa Kemal Paşa akşam yemeğini annesi ve kardeşi ile birlikte yiyecekti.

Makbule Şişli’deki evin üst katında, sokağa bakan odasında annesinin karyolasının karşısında ufak bir sofra kurdu. Yere minder koydu. Acaba abisi neden böyle bir şey yapmıştı. Acaba bir sürprizi mi vardı? Yemekte patates püreli rosto ve ıspanaklı yumurta vardı. Mustafa Kemal Paşa geldi, annesinin elini öptü, bağdaş kurup sofraya oturdu. Yemeğe başladı. Ama isteksizdi, zorla çiğnediği lokmalardan sonra elindeki çatalı bıraktı. Annesi uzun süredir kalbinden rahatsızdı. Annesine baktı, çok heyecanlıydı.

-“Anneciğim” dedi, söylemeye çekindiği cümleleri yutkunarak söyledi:

-“Ben gidiyorum. Buralar da Selanik gibi elden gidebilir. Ben, (İstanbul’u ve Anadolu’yu) kurtarmaya çalışacağım. Fakat hesapta ölmek de var, gidip de gelmemek de var. Hakkını helal et.”

Bu sözleri duyan anne Zübeyde Hanım ve kız kardeş Makbule birden zehir yutar gibi oldular. Bu, beklenmedik bir darbe idi. Mustafa Kemal Paşa zor da olsa sözlerine devam etti. Annesi suskundu. Ardından kız kardeşine döndü:

-“Sen de bunları iyi dinle Makbuş. İş kötüye giderse sakın buradan ayrılmayın. Tekrar söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkışmayacaksınız. Başaramazsam zaten burada sizi öldürürler. O zaman elbet, ben de ölmüş olurum.”

Bu sözleri de duyan anne Zübeyde Hanım’ın boğazları kurumuş, sanki ciğerleri birbirine kenetlenmişti. İşte o an, şiddetli bir kalp krizi ile sarsılmaya başladı. Telaşlandılar. Nefes alması için hemen pencereyi açtılar. Mustafa Kemal annesini kucağına aldı, sofaya çıkardı, hemen doktor Rasim Ferit’i çağırdı. Annesini yatıştırmaya ve rahatlatmaya çalıştı. Eğer doktor zamanında yetişememiş olsaydı annesi o gece ölebilirdi.

Doktor geldi, tedavi ettiler. Kendi yatağına uzattılar. Dinlenmesini sağladılar.

Şafak sökerken anne Zübeyde biraz kendisine gelir gibi oldu.

O sabah Avukatı Sadrettin Ferit Talay da Şişli’deki eve gelmişti. Osmanlı Bankası Müdürü Berç Keresteciyan 14 Mayıs akşamı İngiliz dostlarından bir haber duymuş, ertesi sabah(15 Mayıs sabahı) kendisine anlatmıştı. Mustafa Kemal Paşa Karadeniz’de batırılacaktı. Hatta bu işin İngiliz torpidosuyla mı,........

© 12punto


Get it on Google Play