Turgut Özal’i Sadece 24 Ocak ile Hatırlamayalım |
Turgut Özal denildiğinde akla ilk gelen, çoğu zaman 24 Ocak 1980 kararları olur. Türkiye’yi dışa açan, piyasa ekonomisini güçlendiren ve devletin ekonomideki rolünü yeniden tanımlamayı hedefleyen bu kararlar elbette tarihsel bir dönüm noktasıydı.
Ancak aradan geçen 45 yıl bize şunu açıkça gösterdi: Özal’i yalnızca ekonomi politikalarıyla hatırlamak, onu eksik okumak demektir.
Çünkü Özal’i asıl farklı kılan, reformların teknik boyutundan çok, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal dokusuna bakış biçimiydi. Ekonomi onun için bir amaç değil; daha büyük bir siyasal normalleşmenin, toplumsal uyumun ve dünyayla yeniden konuşabilmenin aracıydı.
Turgut Özal, Türkiye’nin birbirine mesafeli — hatta çoğu zaman çatışmalı — dört ana eğilimini; muhafazakârları, milliyetçileri, liberalleri ve sosyal demokratları aynı siyasal zeminde tutmaya çalışan ender liderlerden biriydi.
Bu bir ideolojik sentez arayışı değildi. Daha çok sezgisel, pragmatik ve ülkenin bütününü ayakta tutmayı hedefleyen bir yönetim anlayışıydı.
Farklılıkları bastırmak yerine, yan yana durmalarını sağlamaya çalıştı. Bu yaklaşım kusursuz değildi. Çelişkiler üretti, sert eleştiriler aldı. Eski siyasi liderlere yönelik yasakların sürdürülmesi konusunda tartışmalı tercihler yaptı.
Ama zihninin merkezinde net bir hedef vardı: Türkiye’yi ideolojik kamplara bölmeden yönetebilmek.
Bugün geriye dönüp bakıldığında, bu çabanın değeri çok daha net görülüyor.
Bu yaklaşımı anlamak için 1983 seçimlerine dönmek gerekiyor. Türkiye, 12 Eylül askerî yönetiminin ardından üç yıl sonra ilk kez sandığa gidiyordu. Siyasi alan daraltılmış, partiler kapatılmış, liderler sistem dışına itilmişti. Seçim süreci askerî yönetimin çizdiği sınırlar içinde yürütülmüş, beklenti de “kontrollü” bir sonuç alınmasıydı.
Ama sandık, bu beklentiye uymadı.
Özal liderliğindeki ANAP, askerî........