Dördüncü Dosya (sonu süprizli) |
Senenin son günü. Yılın son sabah kahvesini havaalanında içerken “Bu yıl ne oldu?”dan çok, “Bu yıl neyi artık görmezden gelmedik?” sorusu dolanıyor zihnimde. Belki bunun sebebi bu sene okuduğum bende en çok iz bırakan kitap olan Harriet Tyce’ın “Kan Portakalı”.
Amazon’a göre bu sürükleyici psikolojik gerilim romanı karantina döneminde en popüler kitaplardan biriydi. Uluslararası çok satanlar listesine girdi ve Line of Duty ve Bodyguard’ın yapım şirketi Kan Portakalı’nı televizyon dizisi yapmaya karar verdi. Sürükleyici kurgusu, güçlü karakter derinliği ve rahatsız edici gerçeklik algısıyla Kan Portakalı, okurlarını hem psikolojik hem de duygusal bir hesaplaşmanın ortasına çekiyor.
Londra’nın gözde avukatlarından Alison Wood, dışarıdan bakıldığında başarılı ve etkileyici bir yaşam sürüyor. Ancak portakal gibi düzgün kesilmiş bu hayatın içinden, kan kırmızısı sırlar sızmak üzere. Alkol bağımlılığı, yasak bir ilişki ve çözülmekte olan bir evlilik… Alison’un maskesinin ardında derin çatlaklar var. Ama meğer en büyük çatlak kendisine en yakın erkekten geliyormuş.
Kitap şunu söylüyor: Yoksa en büyük suç, gözümüzün önünde duran bir gerçeği görmezden gelmek mi?
Belki de bu kitabın etkisi ile 2025’i kapatırken bende ilişkilerle ilgili kalan şey yeni bir trend, yeni bir kelime ya da parlak bir umut değil. Üç dosya. Üç karanlık hikâye. Ve tek bir ortak his: Bunlar yeni değil. Ama artık susulmuyor.
Bu yıl cinsellik ve ilişkiler başlığında dünyayı sarsan haberler şunlardı: Jeffrey Epstein, Sean Combs (Diddy) ve Fransa’dan Gisele Pelicot davası. Üçü de farklı ülkelerde, farklı sınıflarda, farklı bağlamlarda yaşandı. Ama hepsi aynı yere çıktı: Güç, cinsellik ve yıllarca süren bir sessizlik.
Epstein dosyası aslında yıllar önce açılmıştı. Kapatıldı sanıldı. “O öldü, bitti” denildi. Ama bitmedi. 2025’e girerken yeniden ortaya saçılan saçılan belgelerle anladık ki bu hikâye tek bir adamın sapkınlığı değildi. Bu bir ağdı. Bir erişim meselesiydi. Uçaklar, adada davetler, suskunluklar… Ve........