Bu pirincin taşını ayıklayanlara ne mutlu diye bir başlık ile bu yazımı başlatacaktım. Fakat aklıma mütevâzı bir köylü hikâyesi geldi. Yazının seyri değişti.

Başkasına boyun eğmeden kendi emeği ile helalinden evini geçindiren bir köylü var.

Bu köylü ineklerinin sütünü sabahları kasabaya götürür, satar. Dönüşünden önce ihtiyaçlarını alır yoluna çıkardı. Yine bir sabah kasabaya gidiyordu. Yolda önüne bir yılan çıkıverdi. Köylü irkildi. Aklını yokladı. “Yılan sütü çok sever” dedi ve sütün kapağını açtı, biraz uzaklaştı. Yılan geldi, sütü içti. Dönüp gitti. Biraz sonra bir altın getirdi.

Köylünün kabına bıraktı, süzülüp gitti.

Bu alışveriş bir zaman devam etti.

Bunu öğrenen oğlu, babasını beceriksizlikle suçlamaya başladı. Üstelik babasına içinden kızıyor ve içinden bir şeyler geçiriyordu. Hikâye bu, bir gün baba hasta oldu. Oğluna yolun güzergâhını ve olay yerini anlattı. Amma oğluna tenbih etmeyi unutmadı ve oğluna; “sakın oğlum, yanlış bir şey yapmayasın ha” dedi. Ne çare fırsatı yakaladığına göre, gereğini yapmalı idi.

Yaptı da, sütü yere bıraktı. Yılan sütü içti ve gitti. Delikanlı yılanı takip etti. Altınların bulunduğu yere varınca delikanlı hamle yaptı. Yılanın kuyruğunu kopardı. Yılan da can havli ile onu sokup zehirledi.

Delikanlı perişan bir halde evine döndü. Onu kurtaramadılar, vefat etti. Zaman geçti. Bu köylü yeniden yılanla anlaşmak için yanına gitti. Yeniden dostluk kurmak istedi. Yılan kabul etmedi. Köylü sordu, niçin dedi. Yılan; ilginç bir cevap verdi. “Sende o evlat acısı, bende bu kuyruk acısı varken bu dostluk yürümez” dedi, gitti.

İşte demokraside de böyle bir evlat acısı ve böyle bir kuyruk acısı daima vardır. Demokratik sistemde hangisinin evlat acısı, hangisinin kuyruk acısı çektiği, pek bilinmez. Amma bilinen bir gerçek vardır ki, işte o gizlenemez. O da mutlak manada çıkarcılıktır. Buna, kuyruk acısı denir mi denmez mi, bilinmez.

Her tür yoruma açık olan cumhuriyet ve demokrasi, bizde insanlık âleminin en trajik olayı olarak kayıtlara girmiştir. Düşmanca yokluğa mahkûm edilen bin yıllık bir devleti yıktı. Yeni irade, cumhura rağmen bir plan hazırladı. Bir zaman sonra Müslüman milleti bir teste tabi tuttu. Fethi Bey’e bir parti kurma görevi verdi.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla kurulan parti kısa zamanda beklenmedik bir gelişme sağladı. Bu olay manidar bir gelişmeyi belgeler. Artık bu millet, cumhur yerine konup kendilerine hiç sorulmadan başlarına geçirilen sistemi kabul etmediklerini gösterirler. Bunun için Fethi Bey merkeze çağrılır. Partiyi kapat, emri alır.

Maksat hâsıl olmuştur. Demokrasi ile tefrika virüsü, milletin belleğine kazınmıştır. Mesele anlaşılınca parti kapatılır. Demokrasi virüsü kök salmaya başlar.

Bu virüs, mutasyona uğradı. Virüs, mutasyona uğrayınca, Müslüman toplumun dengeler yapısını bozarak her türlü çöküşün önünü açtı. Bireycilik, çıkarcılık hortladı. İnsanları şahsiyet, helal ve dürüstlük özürlüsü durumuna düşürdü. Çağımızda bu virüs mutasyona uğramakla demokrasi hilekârlık illeti ile çıkarcılık ahtapotu üretti.

Görünen köy kılavuz istemez.

Olanları mukayese edelim. Bir milletvekilliği kazanmak ya da bir belediye başkanlığı koltuğu elde edebilmek için neler yapıldığı görülmektedir. Böylesi şahsiyetsizlerden istekleri karşılanmayan politikacılar dindar da görünseler din karşıtlığı yapmaktan çekinmemekte ve kimlere destek verdikleri esef vericidir. Bundan yarası olanlar elbette gocunacaklardır. Buna rağmen bugün dünyada Siyonist zâlimlerinin ve haçlı sırtlanlarının bize neler yaptıklarına dünya şahittir. Ya bizdeki demokrasi sığınmacılarının davranışları neyin nesidir?

Uyarı; “Niçin akıllarınızı çalıştırmıyorsunuz?” Esselamualeykum.

QOSHE - Demokrasi atıklarından beklenti - İlhan Oral
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Demokrasi atıklarından beklenti

20 1
17.03.2024

Bu pirincin taşını ayıklayanlara ne mutlu diye bir başlık ile bu yazımı başlatacaktım. Fakat aklıma mütevâzı bir köylü hikâyesi geldi. Yazının seyri değişti.

Başkasına boyun eğmeden kendi emeği ile helalinden evini geçindiren bir köylü var.

Bu köylü ineklerinin sütünü sabahları kasabaya götürür, satar. Dönüşünden önce ihtiyaçlarını alır yoluna çıkardı. Yine bir sabah kasabaya gidiyordu. Yolda önüne bir yılan çıkıverdi. Köylü irkildi. Aklını yokladı. “Yılan sütü çok sever” dedi ve sütün kapağını açtı, biraz uzaklaştı. Yılan geldi, sütü içti. Dönüp gitti. Biraz sonra bir altın getirdi.

Köylünün kabına bıraktı, süzülüp gitti.

Bu alışveriş bir zaman devam etti.

Bunu öğrenen oğlu, babasını beceriksizlikle suçlamaya başladı. Üstelik babasına içinden kızıyor ve içinden bir şeyler geçiriyordu. Hikâye bu, bir gün baba hasta oldu. Oğluna yolun güzergâhını ve olay yerini anlattı. Amma oğluna tenbih etmeyi unutmadı ve oğluna; “sakın oğlum, yanlış bir şey yapmayasın ha” dedi. Ne çare fırsatı yakaladığına göre, gereğini yapmalı idi.

Yaptı da, sütü yere bıraktı. Yılan sütü içti ve gitti. Delikanlı yılanı takip etti. Altınların bulunduğu yere varınca delikanlı hamle yaptı. Yılanın........

© Yeni Akit


Get it on Google Play