Barış Doster yazdı…

Türkiye; ABD ve Avrupa emperyalizminin desteklediği PKK terör örgütüyle mücadelede şehit düşen Mehmetçiklerimizin yasını tutarken, dünyanın gündemine de Ukrayna’daki savaş ve İsrail’in Gazze’deki vahşetinden sonra, ABD’nin Yemen’e saldırıları eklendi.

Yemen, Gazze’deki barbarlığını sürdüren İsrail’e resmen savaş ilan eden ilk devlet olması yanında, son yıllarda batı emperyalizminin sürekli çullandığı bir ülke olarak da dikkat çekiyor. ABD ve müttefikleri, Yemen’deki İran destekli Husilerin, dünya ticaretinin yüzde 12’sinin yapıldığı Süveyş Kanalı’ndan geçen gemilere, Kızıldeniz’deki ticari gemilere saldırdıklarını, Akdeniz – Süveyş Kanalı – Kızıl Deniz – Aden Körfezi güzergâhındaki saldırıların dünya için yeni bir tedarik zinciri sorunu yarattığını öne sürüyorlar. Keza ABD ve müttefikleri, Husilerin arkasında sadece İran’ın olmadığını, cephe gerisindeki asıl büyük güçlerin Rusya ve Çin olduğunu da dillendiriyor, bunun izahını da, Husilerin batılı ülkelerin ticaret gemilerine saldırdığını belirterek yapıyorlar.

ABD’nin, iki stratejik ortağı İsrail ve İngiltere’nin, bu ikisinden sonra en yakın ilişkiye sahip olduğu iki devlet olarak bilinen Kanada ve Avustralya’nın, İran karşıtlığı biliniyor. Bu ülkelerin Türkiye karşıtlığını, PKK, PYD, YPG, FETÖ terör örgütlerine verdiği desteği de biliyoruz. ABD’nin Rusya ve Çin karşıtlığı da hepimizin bildiği bir gerçek. O nedenle, ABD ve müttefiklerinin Yemen’e yaptıkları saldırıyı, sadece İsrail bağlamında, yalnızca İran düzleminde değil, daha geniş ölçekte yorumlamak gerekiyor.

Şöyle ki, ABD; ne yaparsa yapsın, Rusya ve Çin’in siyasi, iktisadi, diplomatik ölçekte artan etkinliğini, Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya dek çok geniş bir coğrafyada güçlenen nüfuzunu, dahası iki ülkenin aralarında gelişen ilişkiyi önleyemiyor.

Çin; dünyanın ikinci büyük, satın alma gücü paritesi üzerinden yapılan hesaplarda en büyük ekonomisi. Büyük bir yatırım, üretim, ihracat, ithalat, ticaret, dış yardım kapasitesine sahip. Bu gücünü de özellikle Afrika, Ortadoğu ve Latin Amerika’da kullanıyor. Küresel ve bölgesel sorunlara olan ilgisi artıyor. Bu konularda son yıllarda daha fazla inisiyatif alıyor. Son olarak İran – Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesinde, arabuluculuğu Çin’in yapması da bunu kanıtladı zaten.

Rusya; kabaca 150 milyon nüfusu ve yaklaşık 2.2 trilyon dolarlık gayrisafi yurtiçi hasılasıyla, ekonomik gücünün çok üzerinde bir diplomatik etkiye, bölgesel ve küresel nüfuza sahip. Enerji ve su kaynakları açısından zengin geniş yüzölçümü yanında, güçlü bir silah sanayisine ve nükleer santral yapabilme kabiliyetine sahip. Türkiye olarak Rusya’nın bu üç özelliğini de yakından biliyoruz (doğalgaz alıyoruz, S 400 hava savunma sistemi aldık, Mersin Akkuyu nükleer santralini Ruslar yapıyor). Rusya’nın ekonomik direncini, silah ve mühimmat stoklarının büyüklüğünü, Ukrayna’daki savaş da bir kez daha gösterdi. Batı kaynaklı yaptırımlar, batılıların umduğu, arzuladığı kadar hırpalamadı Rusya’yı.

ABD ise hegemonyası aşınan, zayıflamakta olan bir kuvvet. 335 milyonu bulan nüfusu var. Fakat gelir dağılımı adaletsizliği, sınıfsal eşitsizlik dayanılmaz boyutlarda. Toplumsal, kültürel, siyasal fay hatları çok fazla. 27.2 trilyon dolarlık gayrisafi yurtiçi hasılasına karşılık, 34 trilyon doları geçen borcu var. O nedenle savaş çıkarmaya, işgal etmeye, silah satmaya, haraç kesmeye ve ABD dolarını küresel rezerv para birimi olarak tutmaya mecbur. Devlet şeklinde örgütlenmiş bir haydut olan ABD; emperyalist karakterini muhafaza etmek için de NATO’yu saldırı ve işgal aygıtı olarak kullanmak zorunda.

ABD; tüm çabasına karşın, dünyada, özellikle de Ortadoğu’da yaşadığı itibar ve inandırıcılık sorunlarının üstesinden gelemiyor. ŞİÖ’nün, BRICS’in yeni üyelerle genişlemesini engelleyemiyor. Orta Asya’ya eskisi gibi burnunu sokamıyor. Çin’in öncülük ettiği Kuşak ve Yol Girişimi’ne, ABD’nin yakın müttefiklerinin katılmasının önüne geçemiyor. Rusya’ya karşı, istediği ölçekte büyük bir cephe kuramadı. İsrail’e destek konusunda da umduğu gibi sonuç alamadı. Tersine, İsrail’in vahşeti, İsrail’le birlikte, onun en büyük destekçisi olan ABD’yi de olumsuz etkiledi. ABD karşıtı öfkeyi artırdı.

Şurası kesin, ABD’nin öncülük ettiği, kurallarını ve kurumlarını çok büyük ölçüde ABD’nin saptadığı, ABD merkezli dünya düzenine karşı çıkanların sayısı bugün, düne oranla çok daha fazla. Üstelik bunların kendi aralarındaki iletişim ve işbirlikleri, kurdukları ittifaklar da bugün, düne nazaran daha güçlü. Nitekim bu gerçek BM’deki oylamalarda da görülüyor, küresel güneydeki, ezilen dünyadaki, gelişmekte olan ülkelerdeki, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tanımıyla mazlum milletlerdeki işbirliği arayışlarında da.

O nedenle Türkiye’nin bu gelişmeleri yakından takip etmesi, özel önem vermesi ve bu uyanışı, bu arayışı, KKTC’nin tanınması yönünde de harekete geçirmesi gerekiyor. Hem jeopolitik gerçekliğimiz hem stratejik önemimiz hem de en önemlisi Atatürkçü dış politika birikimimiz bunu gerektiriyor.

QOSHE - ABD’nin Yemen’e saldırıları, jeopolitik rekabet ve Kıbrıs - Barış Doster
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

ABD’nin Yemen’e saldırıları, jeopolitik rekabet ve Kıbrıs

107 12
16.01.2024

Barış Doster yazdı…

Türkiye; ABD ve Avrupa emperyalizminin desteklediği PKK terör örgütüyle mücadelede şehit düşen Mehmetçiklerimizin yasını tutarken, dünyanın gündemine de Ukrayna’daki savaş ve İsrail’in Gazze’deki vahşetinden sonra, ABD’nin Yemen’e saldırıları eklendi.

Yemen, Gazze’deki barbarlığını sürdüren İsrail’e resmen savaş ilan eden ilk devlet olması yanında, son yıllarda batı emperyalizminin sürekli çullandığı bir ülke olarak da dikkat çekiyor. ABD ve müttefikleri, Yemen’deki İran destekli Husilerin, dünya ticaretinin yüzde 12’sinin yapıldığı Süveyş Kanalı’ndan geçen gemilere, Kızıldeniz’deki ticari gemilere saldırdıklarını, Akdeniz – Süveyş Kanalı – Kızıl Deniz – Aden Körfezi güzergâhındaki saldırıların dünya için yeni bir tedarik zinciri sorunu yarattığını öne sürüyorlar. Keza ABD ve müttefikleri, Husilerin arkasında sadece İran’ın olmadığını, cephe gerisindeki asıl büyük güçlerin Rusya ve Çin olduğunu da dillendiriyor, bunun izahını da, Husilerin batılı ülkelerin ticaret gemilerine saldırdığını belirterek yapıyorlar.

ABD’nin, iki stratejik ortağı İsrail ve İngiltere’nin, bu ikisinden sonra en yakın ilişkiye sahip olduğu iki devlet olarak bilinen Kanada ve Avustralya’nın, İran karşıtlığı biliniyor. Bu ülkelerin Türkiye karşıtlığını, PKK, PYD, YPG, FETÖ terör örgütlerine verdiği desteği de biliyoruz. ABD’nin Rusya ve Çin karşıtlığı da hepimizin bildiği bir gerçek. O nedenle, ABD ve müttefiklerinin Yemen’e yaptıkları saldırıyı, sadece İsrail bağlamında, yalnızca İran düzleminde değil, daha geniş ölçekte yorumlamak gerekiyor.

Şöyle ki, ABD; ne yaparsa yapsın, Rusya ve Çin’in siyasi, iktisadi, diplomatik........

© Veryansın TV


Get it on Google Play