ULUDAĞ TARZANI MUSTAFA

Tiz bir çığlık havayı ağırlaştırdı sanki tüm oksijeni tüketmek istermiş gibi tüm insanları öldürmek istermiş gibiydi. İbrahim sıçrayarak uyandı bütün vücudu yanıyordu, yatağı ıslaktı; elleri, bacakları, göğsü ter olmuştu. Haftalardır onu rahat bırakmayan Ateş rüyasına girmişti. İbrahim karanlıkta koşuyordu büyük bir boşluktu koştuğu yer, dibi olmayan sonu olmayan büyük, karanlık bir boşluk. Ateş bir anda yanında belirdi, beni takip edebilirsin, demişti İbrahim’e. İstemedi İbrahim, Ateş’e güvenemezdi hem ne zaman onu dinlemeye kalksa başına ya bir bela geliyordu ya da üzücü bir olay yaşanıyordu. Ateş onu sürekli kötü işler yapmaya yönlendiriyordu, yapmayınca karşı gelince de eziyet ediyordu. İbrahim ardından gelmeyince kulakları sağır edici kahkahasından attı Ateş sonra da koşarak kendinden uzaklaşmaya çalışan İbrahim’in önünde belirdi.

Ateş gülmeye devam etti, giderek yükselen bir sesle gülüyordu sesinden yükselen enerjiyle sanki Dünya’yı un ufak etmek istiyordu.
*
Ezanı duymak için pencereyi açtı, hocanın sesi uzaklardan gelse de ezanın çağrısını duymak İbrahim’i rahatlatmıştı hocanın okuması bitince kalktı abdestini alıp namaza durdu.
Sabah çok hareketli değildi gelen birkaç müşterinin valizlerini yukarıya çıkardı, içlerinden biri bahşişi beklediğinden fazla vermişti, İbrahim’in yüzü günler sonra güldü. Resepsiyona yakın bir yerde ellerini kavuşturmuş duruyor aşçıbaşının kahvaltıya çağırmasını bekliyordu. O sırada bir müşteri gelmesin ya da patron görünmesin diye içinden dua etti. Gece rahat edememiş, uykusunu alamamıştı bir de kahvaltı edemezse gününün kötü geçeceğine işaretti bu. Omzuna dokunan elin parmak uçlarına baktı, patrondu, yine hiç ses çıkarmadan usulca yanaşmış İbrahim’i korkutmuştu. İbrahim yemekhaneden saat on sıraları çağrıldı, o vakit daha tabanları yağlayıp koşarak yetişmeye çalışıyordu yemekhaneye. Onu gören Komi Erdem, koşma oğlum düşeceksin kaçmıyor, diye ardından seslendi. Aşçıbaşı resepsiyon, kat görevlisi, müdür, sekreter, garson ne var ne yoksa herkesin karnını doyurmuş her zamanki gibi İbrahim’i en sona bırakmıştı. İnadına yapıyordu bu adam besbelli İbrahim’i kızdırmak için inadına yapıyordu.İbrahim kahvaltılıkların başına geldi masaya dizilmiş olan kahvaltılıklardan tabaklarına dolduran İbrahim aşçıbaşının sinirli bakışlarına aldırmadı. Defalarca kahvaltılıkların başına gitti, geldi, tabaklarını doldurdu. Sabah kahvaltıda tatlı da çok güzel giderdi, bugünün tatlısı henüz hazır edilmiş olmazdı ama dünden kalan tatlı muhakkak vardır diye düşündü. Dolapların kapaklarını açıp bakmaya başladı. Aşçıbaşı seslendi.Dünden kalan tatlının da tamamını tabağına dolduran İbrahim nihâyet masasına oturabilmişti. Kahvaltısını bitirince aklı çalışmaya başladı patronun kendisini yanına çağırdığını hatırladı.
*
İbrahim patronun verdiği parayla servis aracına benzin almıştı, elindeki adres kağıdına baktı elli dakikayı bulurdu patronun yazdığı adrese gitmek. Arabayı hızlandırdı biraz, otelden çıkalı beş dakika olmamıştı ki yolun ortasında bir andan beliren Mustafa’yı gördü ani bir fren yaptı. Mustafa’nın üzerinde ince bir gömlek vardı, montu yoktu dondurucu soğuğa aldırmadan yolun ortasından yürüyordu. Mustafa, diye seslendi İbrahim. Mustafa az kalsın ezecektim seni, nereden çıktın böyle? Arabanın önüne mi atladın hiç fark etmedim.İbrahim servis aracını yolun sağ tarafına yanaştırdı, Mustafa, diye seslendi ne gelen vardı ne giden Mustafa bir anda yok olmuştu ortadan. Meczup herif, diye düşündü içinden, acaba hayâl mi gördüm diye de hayıflanmadan edemedi. Mustafa’yı gördüğünden neredeyse emindi hem az da olsa onunla konuşmuştu fakat şimdi yoktu Mustafa bir anda her zamanki gibi ortadan yok olmuştu. İbrahim arabayı sürmeye devam etti, Pınarbaşı Mezarlığının yakınlarındaki çayevinin önünde durdu. Mustafa iskemlede oturmuş çayevinin kapısının önünde çay içiyordu. Mustafa ne zaman indin sen aşağıya? diye sordu İbrahim. Mustafa o her zaman takındığı masum gülümsemesiyle baş sallayarak, indim az önce indim, az önce indim, indim, diye yanıt verdi. Çaycı başındaki şapkayla oynadı bir kez, sonra kırışan alnına gitti eli, ne bileyim İbrahim Allah’ın bir garibi belki birisi arabasına koymuştur da indirmiştir buralara ha.
İbrahim Çaycı Hasan’ın kıvrık kirpiklerinin arasından süzülen bakışlarındaki manayı çözmek istermiş gibiydi, Mustafa’yı iyi tanıyanlardan biri de sensin, kendi başına o kadar vakitte inmesi mümkün değil, üstelik yollar bomboş kar vardı çok, peki hiç konuştu mu?İbrahim, Mustafa’ya doğru dönerek, nasıl geriye döneceksin? diye sordu, iki kadını alıp otele bırakmam gerekiyor, kadınların yanında oturmayacağını bildiğimden şimdi seni de alamam. Aklım burada kalacak, dedi.İbrahim merhametle baktı Mustafa’ya cebinden çıkardığı parayı Çaycı Hasan’a uzattı, Mustafa’dan para alma, diye tembihledi.
*
Elindeki not kâğıdında yazılan adrese nihâyet varmıştı İbrahim, arabasını park etti, araçtan indi. Evin kapı zilini basmadan iki kadın hazır vaziyette dışarıya çıktılar, hazırlanmış sizi bekliyorduk, dedi birisi, hiç vakit kaybetmeden gidelim. İbrahim de peki gidelim o hâlde, diyerek arabaya yönlendi. İki kadın arka koltuğa oturmuştu kendi aralarında konuşuyorlardı. İbrahim aracı Çekirge Meydanı’ndan dağ yoluna doğru döndürdü. Kadınlardan biri elini biraz havaya kaldırıp sordu.- O zaman otele hiç çıkmadan Ayı Çeşmesinin orada arabayı bırakıp ormanlık alana doğru yürümemiz gerekiyor ona göre sıkı giyindiniz mi? Çok soğuktur oralar ve kar da var çok.
- Sen merak etme kardeşim hazırlıklıyız. Ayakkabımız, mantolarımız sağlam yeter ki bizi Mustafa’yla görüştür.
*
İbrahim, Cafer, Recep otelin önüne çıkmışlardı ellerinde kürekler vardı el arabası elinde Cemal de geliyordu. Karlara giriştiler otel yolunun açılması gerekiyordu yılbaşı yakın olduğundan müşterilerin en yoğun olduğu ve işin en verimli olduğu, kazancın en yüksek olduğu zamanlar kış aylarıydı. Adamların hepsinde eldiven, lastik çizmeler olduğu hâlde ayakları ıslanmış, elleri buz tutmuştu, saatlerce çalışmışlardı otelin önünü bir güzel temizleyip yola kadar inmişlerdi. Cafer seslendi elindeki kürekle karşı yoldan gelen Mustafa’yı gösteriyordu. Mustafa başı önde üstünde ince bir mont sendeleyerek adamlara doğru yaklaşıyordu.Mustafa çalışmayı bitirmiş ama yorgunluktan da bitmiş adamların yakınına geldi. Cafer’in yanında dudu, adamlar yarı bellerine kadar ıslanmıştı. Metrelerce yükselen karla mücadele etmek kolay değildi. Çok güçlü de olsan tabiat karşısında aciz olan insanın yapabilecekleri sınırlıydı. Yine de dört adam birlikte çalışarak otelin civarını temizlemişler otel yolunu iki aracın geçebileceği kadar genişletmişlerdi. Mustafa başı önde omuzları düşük bir şekilde Cafer’in yanında bekliyordu. Cafer’in elleri çalışmaktan kıpkırmızı kesilmişti, giysileri ıpıslaktı. Cafer karşısında duran garip adama bir müddet dikkatle baktı. Sonra arkadaşlarına seslendi.İki adam yan yana yürüyüp otele vardılar. İbrahim’in Mustafa’yla ilgili anısı azımsanmayacak kadar fazlaydı. Kendi yemeğinden böler, bazen de otelcilerin verdiklerinden alır, Mustafa’ya götürürdü. Mustafa’nın konuştuğu ender insanlar arasındaydı İbrahim.
*
On beş yıldır Uludağ’da yaşayan Mustafa’nın kulübesine gidebilmek için Ayı Çeşmesi’nin orada aracı durdurdu İbrahim. Kadınlara kararlı olup olmadıklarını bir daha sorarak üç yüz metre kadar yürüyeceklerini Mustafa’nın kulübesine varacaklarını söyledikten sonra da onları ikaz etmeden duramadı. Mustafa kadınlarla konuşmaz benden işaret gelmedikçe siz geride on metre kadar arkada bekleyin. Öncelikle Mustafa’yı ikna etmek gerekir ama çok zor iş fazla ümitlenmeyin, dedi.
Kar iki metreyi geçiyordu bereket versin ki Mustafa kulübesine giden yolu açmış, bir insanın yürüyebileceği genişliğe getirmişti. İki kadın peki diyerek İbrahim’in ardından ormandaki kulübeye varmak üzere yola koyuldular. Bir müddet sonra da karların içinde kaybolup gittiler. Bu kadınlar kim ya da ne istiyor Mustafa’dan? diye düşündü İbrahim. Allah vere de garibin canını abuk sabuk sorularla sıkmasalardı. Mustafa’nın garip hâlleri onun da nazarından kaçmamıştı elbette yine de denildiği gibi keramet sahibi olduğuna da inanası gelmiyordu. Mustafa’ydı bu adam gün aşırı gördüğü Mustafa, bazen İbrahim ona yemek getirirdi bazen de Mustafa İbrahim’in çalıştığı otele gelip yemek yerdi. Keramet olarak gösterdikleri Mustafa’nın ortadan bir anda kaybolup Bursa içinde görünmesi, Bursa içinde bir anda yok olup Uludağ’daki otellerin birinde önüne konulan yemeği yerken görünmesiydi. Keramet olarak gösterilen bu durum bir anda kaybolan Mustafa’nın zamanla alay edermiş gibi bir orada bir burada görünmesi olayıydı. Kimse bu sırrı çözemiyordu ya da fazlasıyla abartılıyordu. Bir de şu hep kuru kalan kıyafetlerinden söz ederlerdi, karların içinde yürüyen, yağmurun altında kalan bu adam ıslanmıyordu, diğer adamlar gibi üşüdüğü de görülmemişti, üstelik her zaman yüzünün ve ellerinin rengi olması gerektiği gibiydi. Mustafa hiç yıkanmadığı hâlde kokmuyordu üstelik, tüm bunlar keramet değildi de neydi anlayabilen varsa beri gelsin. Yine de İbrahim sıklıkla gördüğü bu garibin keramet sahibi olduğuna ihtimal veremiyordu. Kulübenin yanına vardıklarında, siz on metre geriye çekilin geldik, dedi İbrahim. Kadınlar şaşkındı, soğuktan elleri, ayakları donmuştu şikâyet etmeseler de bir an için İbrahim’in deli olduğunu düşündüler. Kadınlardan biri diğerinin kolundan kavrayarak, ortada kulübe filan görünmüyor, dedi. İbrahim seslendi.Ses yoktu.Mustafa’nın evi dört ağacın birbirine yakın olan genişçe dalları üzerine konuşmuş tahta bir kulübeydi, içinde ihtiyacı olan her şey vardı kendisine göre, ağacın içindeki bir boşluktan oluşan dolabı, bir şilte ve bir battaniye daha ne olsundu ki? Sen gel, diye seslendi Mustafa şimdi aşağı inmek istemem.
Mustafa kulübesinin kapısında görünüp ip merdiveni aşağıya sallandırdı, çarçabuk üzerine atlayıp indi. Mustafa’nın ağaçların üzerinden indiğini gören kadınların şaşkınlıkları bir o kadar daha artmıştı, İbrahim’in dediği gibi hâlâ on metre geride bekliyorlardı. Kadınlardan daha genç olanı biz bunu daha önce otellere yakın bir yerde görmemiş miydik? Keşke yine oraya gitseydik de Mustafa Bey bizim olduğumuz yere gelseydi, diye söylendi. Diğer kadın sus! dedi eliyle işaret ederek.
İbrahim el işareti yaptığı kadınlara gelin diye seslendi. Mustafa da İbrahim’in el ederek seslendiği tarafa baktı, gelen iki kadını görünce hemen sırtını döndü.Mustafa hiç konuşmadı, kadınları görmek için sırtını da dönmedi. Sürekli yağan kar hızını artırmıştı. İbrahim kadınlara, hadi ne söyleyecekseniz söyleyin de gidelim, dedi yoksa buralarda donup kalacağız.Diğer kadın araya girerek Mustafa Efendi bize içtiğin sudan verir misin? diye ricada bulundu. Mustafa kulübesine çıkarken bir de yediğin ekmekten az bir şey getir e mi, diye Mustafa’nın ardından seslendi kadın. Mustafa kadınlara hiç bakmadan bir elinde su şişesi bir elinde ekmek ip merdivenden indi, iki metre ötede durdu kadınlara sırtını döndü. Su isteyen kadın senin elinden kendim alabilir miyim? diye sorunca Mustafa başını salladı. Yaklaşan kadına omzunun üstünden ekmekle suyu uzattı. Kadınların her ikisi de ağlamaklı olmuşlardı. Allah razı olsun senden diyerek Mustafa’ya teşekkür ettiler. İbrahim yeniden kadınların önüne geçti, otele gitmek için asfalt yola çıkmak gerekirdi. Yoğun kar yağışı Mustafa’nın açtığı patika yolu kapamadan asfalt yola çıkmaları lazımdı.
Otele vardıklarında kadınlar büyük salonda şöminenin her iki yakasına konmuş olan koltuklara oturdu. İbrahim patronun emri üzerine cipi aldı, Mustafa’yla görüştürdüğü kadınları evlerine kadar götürdü.
***
İlkbahar bir başka gelirdi Uludağ’a. Nefis çiçek kokuları insanı sarhoş ederdi, seyrine doyum olmayan çam ağaçları, kayın ağaçları bahara koynunu açar, kayın ağaçlarının yapraklarının yeşerdiği günlerde insanın içini umut kaplardı. Kestane, alıç, böğürtlen, ıhlamur, elma, kiraz, erik gelin gibi açılır, ilk meyvelerini verirdi insanlara.
İbrahim otelin arka bahçesine kurulan masaların üzerine örtülerini serdi, yirmi masayı hazırlamış kahvaltısını etmek üzere yemekhaneye girmişti. Musa Bey yemekhaneye telaşla daldı, İbrahim çabuk gel Ünlü Gazeteci burada, diye seslendi.
*
İbrahim patronun yanına vardığında Ünlü Gazeteci bacak bacak üstüne atmış önündeki kağıtlara doğru bakıyordu. Musa Bey kapıdan giren İbrahim’e.Ünlü Gazeteci sıradan bir insanmış gibi kendisiyle konuşan İbrahim’e karşı sempati hissetti. Kaç zamandır kendine gösterilen abartılı saygıdan bunalır olmuş, samimiyet duygusunun azaldığı ortamlarda boğulur olmuştu. İbrahim saf, temiz bir Anadolu çocuğuydu anlaşılan, lafını da esirgemediği aşikârdı.
*
Kadınları gören Mustafa ne yapıp etseler de ne kadar dil dökseler de Ünlü Gazeteci ile görüşmedi. Ünlü Gazeteci asistan hanımlara İbrahim’le otele dönmelerini rica etti, Ünlü Gazeteci; al, götür kızları, demişti. İbrahim yola çıkmadan Mustafa’nın kulağına konuş onlarla e mi, diye fısıldadı.
*
İbrahim karayollarında yeni bir iş bulmuştu, yeni işi sayesinde otelcilikten kazandığı paradan çok daha fazlasını kazanacaktı. Bu yüzden oteldeki işinden ayrılmıştı, Alaşar Köyü’ndeki evinde iki gün kalacak karısını ve iki çocuğunu görüp hasret giderdikten sonra karayollarındaki görevine başlamak üzere gurbet yoluna düşecekti. Son bir kez belki bir daha görüşemem diyerek Tarzan Mustafa’nın kulübesinin olduğu yere geldi arkadaşına seslendi.İbrahim civar ağaçların hepsini gözleriyle taradı hiçbirinde Mustafa’yı göremedi. Sonra kayadaki yazıya baktı. GÜLE GÜLE DOSTUM. BİR DAHA GELECEK OLURSAN BELKİ MUSTAFA’YI BULAMAZSIN. SANA İKİ ÖĞÜDÜM VAR: ORMAN İÇİNDE ATEŞ YAKMA, SAĞLIKLI YAŞAMAK ELİNDEN GELENİ YAP.
SON




QOSHE - ULUDAĞ TARZANI MUSTAFA - Burcu Bolakan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

ULUDAĞ TARZANI MUSTAFA

6 1
27.12.2023

ULUDAĞ TARZANI MUSTAFA

Tiz bir çığlık havayı ağırlaştırdı sanki tüm oksijeni tüketmek istermiş gibi tüm insanları öldürmek istermiş gibiydi. İbrahim sıçrayarak uyandı bütün vücudu yanıyordu, yatağı ıslaktı; elleri, bacakları, göğsü ter olmuştu. Haftalardır onu rahat bırakmayan Ateş rüyasına girmişti. İbrahim karanlıkta koşuyordu büyük bir boşluktu koştuğu yer, dibi olmayan sonu olmayan büyük, karanlık bir boşluk. Ateş bir anda yanında belirdi, beni takip edebilirsin, demişti İbrahim’e. İstemedi İbrahim, Ateş’e güvenemezdi hem ne zaman onu dinlemeye kalksa başına ya bir bela geliyordu ya da üzücü bir olay yaşanıyordu. Ateş onu sürekli kötü işler yapmaya yönlendiriyordu, yapmayınca karşı gelince de eziyet ediyordu. İbrahim ardından gelmeyince kulakları sağır edici kahkahasından attı Ateş sonra da koşarak kendinden uzaklaşmaya çalışan İbrahim’in önünde belirdi.

  • Ateş’ten kaçamayacağını hâlâ öğrenemedin.
  • Rahat bırak beni Ateş.
Ateş gülmeye devam etti, giderek yükselen bir sesle gülüyordu sesinden yükselen enerjiyle sanki Dünya’yı un ufak etmek istiyordu.
*
Ezanı duymak için pencereyi açtı, hocanın sesi uzaklardan gelse de ezanın çağrısını duymak İbrahim’i rahatlatmıştı hocanın okuması bitince kalktı abdestini alıp namaza durdu.
Sabah çok hareketli değildi gelen birkaç müşterinin valizlerini yukarıya çıkardı, içlerinden biri bahşişi beklediğinden fazla vermişti, İbrahim’in yüzü günler sonra güldü. Resepsiyona yakın bir yerde ellerini kavuşturmuş duruyor aşçıbaşının kahvaltıya çağırmasını bekliyordu. O sırada bir müşteri gelmesin ya da patron görünmesin diye içinden dua etti. Gece rahat edememiş, uykusunu alamamıştı bir de kahvaltı edemezse gününün kötü geçeceğine işaretti bu. Omzuna dokunan elin parmak uçlarına baktı, patrondu, yine hiç ses çıkarmadan usulca yanaşmış İbrahim’i korkutmuştu.
  • Benimle gel, dedi patron.
  • Henüz kahvaltı etmedim patron.
  • Saat kaç İbrahim? Niçin bu saate kadar kahvaltını etmiyorsun?
  • Aşçıbaşı çok titiz bir adam o çağırmadan giremiyoruz mutfağa.
  • Bursa’ya göndereceğim seni gel de büroma geçelim konuşalım.
  • Patron kahvaltı etmeden gidemem aşçıbaşı şimdi çağırır.
  • Oğlum gel dedim edersin kahvaltını sonra, konuşacağız biraz.
  • Konuşamam karnım açken patron hele bir kahvaltı edeyim.
  • Kovarım seni.
  • Kovarsan kov, aç açına çalışamam dedim, iki müşterinin valizlerini taşıdım hâlim yok, karnım aç patron.
  • Hay senin kahvaltına, git et, sonra da yanıma gel.
  • Çağırmadı daha.
  • Kim çağırmadı İbrahim?
  • Patron! Aşçıbaşı çok titiz bir adam kendisi çağırmadan mutfağına giren olursa kepçeyle kovalıyor.
  • Tamam tamam kahvaltını ettikten sonra yanıma gel.
  • Peki patron.
İbrahim yemekhaneden saat on sıraları çağrıldı, o vakit daha tabanları yağlayıp koşarak yetişmeye çalışıyordu yemekhaneye. Onu gören Komi Erdem, koşma oğlum düşeceksin kaçmıyor, diye ardından seslendi. Aşçıbaşı resepsiyon, kat görevlisi, müdür, sekreter, garson ne var ne yoksa herkesin karnını doyurmuş her zamanki gibi İbrahim’i en sona bırakmıştı. İnadına yapıyordu bu adam besbelli İbrahim’i kızdırmak için inadına yapıyordu.
  • Otur şuraya da kahvaltını getirsinler, dedi aşçıbaşı.
  • Osman Usta kendim alırım, her birinden minnacık koyuyorsun, yeter mi onlar hiç, tabağımı kendim doldururum.
  • Tok evin aç kedisi.
  • Tabii tabii, herkesi çağırıyorsun, karnını doyuyorsun bana gelince hem en sona bırakıyorsun hem de en az yemeği yine…
  • Sus densiz. Sabah, öğlen, akşam buradasın, arada aşırdıklarını da görmüyor muyum sanıyorsun?
  • Asıl sen sus Aşçıbaşı yemek yemeyen adam çalışamaz.
İbrahim kahvaltılıkların başına geldi masaya dizilmiş olan kahvaltılıklardan tabaklarına dolduran İbrahim aşçıbaşının sinirli bakışlarına aldırmadı. Defalarca kahvaltılıkların başına gitti, geldi, tabaklarını doldurdu. Sabah kahvaltıda tatlı da çok güzel giderdi, bugünün tatlısı henüz hazır edilmiş olmazdı ama dünden kalan tatlı muhakkak vardır diye düşündü. Dolapların kapaklarını açıp bakmaya başladı. Aşçıbaşı seslendi.
  • Ne arıyorsun?
  • Tatlı arıyorum, dünden kalan tatlı yok mu?
  • Şu mavi dolabın kapağını aç, dedi aşçıbaşı usanmış bir tavırla.
Dünden kalan tatlının da tamamını tabağına dolduran İbrahim nihâyet masasına oturabilmişti. Kahvaltısını bitirince aklı çalışmaya başladı patronun kendisini yanına çağırdığını hatırladı.
*
İbrahim patronun verdiği parayla servis aracına benzin almıştı, elindeki adres kağıdına baktı elli dakikayı bulurdu patronun yazdığı adrese gitmek. Arabayı hızlandırdı biraz, otelden çıkalı beş dakika olmamıştı ki yolun ortasında bir andan beliren Mustafa’yı gördü ani bir fren yaptı. Mustafa’nın üzerinde ince bir gömlek vardı, montu yoktu dondurucu soğuğa aldırmadan yolun ortasından yürüyordu. Mustafa, diye seslendi İbrahim. Mustafa az kalsın ezecektim seni, nereden çıktın böyle? Arabanın önüne mi atladın hiç fark etmedim.
  • Etmezsin, dedi Mustafa.
İbrahim servis aracını yolun sağ tarafına yanaştırdı, Mustafa, diye seslendi ne gelen vardı ne giden Mustafa bir anda yok olmuştu ortadan. Meczup herif, diye düşündü içinden, acaba hayâl mi gördüm diye de hayıflanmadan edemedi. Mustafa’yı gördüğünden neredeyse emindi hem az da olsa onunla konuşmuştu fakat şimdi yoktu Mustafa bir anda her zamanki gibi ortadan yok olmuştu. İbrahim arabayı sürmeye devam etti, Pınarbaşı Mezarlığının yakınlarındaki çayevinin önünde durdu. Mustafa iskemlede oturmuş çayevinin kapısının önünde çay içiyordu. Mustafa ne zaman indin sen aşağıya? diye sordu İbrahim. Mustafa o her zaman takındığı masum gülümsemesiyle baş sallayarak, indim az önce indim, az önce indim, indim, diye yanıt verdi.
  • Ne zaman geldi bu buraya? diye sordu İbrahim etrafındaki adamlara.
  • Yarım saat önce geldi İbrahim, dedi elinde çay tepsisini tutan Çaycı Hasan.
  • Nasıl olur kırk beş elli dakika önce Mustafa’yı Ayı Çeşmesinin orada gördüm, hatta bir anda önüme fırladı diye acı bir fren sıktım, Mustafa diye de seslendim o da cevap verdi üstelik. Nasıl oluyor da benden önce geliyor buralara?
Çaycı başındaki şapkayla oynadı bir kez, sonra kırışan alnına gitti eli, ne bileyim İbrahim Allah’ın bir garibi belki birisi arabasına koymuştur da indirmiştir buralara ha.
İbrahim Çaycı Hasan’ın kıvrık kirpiklerinin arasından süzülen bakışlarındaki manayı çözmek istermiş gibiydi, Mustafa’yı iyi tanıyanlardan biri de sensin, kendi başına o kadar vakitte inmesi mümkün değil, üstelik yollar bomboş kar vardı çok, peki hiç konuştu mu?
  • Yok İbrahim tek tük kelimeler çıkıyor ağzından, o da sadece benimle konuşuyor, diğerleri bir şeyler sorunca hemen utanır gibi duruyor omuzlarını büzüyor, her zamanki hâlleri yani.
İbrahim, Mustafa’ya doğru dönerek, nasıl geriye döneceksin? diye sordu, iki kadını alıp otele bırakmam gerekiyor, kadınların yanında oturmayacağını bildiğimden şimdi seni de alamam. Aklım burada kalacak, dedi.
  • Aklın kalmasın, kalmasın, giderim, giderim kendim.
İbrahim merhametle baktı Mustafa’ya cebinden çıkardığı parayı Çaycı Hasan’a uzattı, Mustafa’dan para alma, diye tembihledi.
*
Elindeki not kâğıdında yazılan adrese nihâyet varmıştı İbrahim, arabasını park etti, araçtan indi. Evin kapı zilini basmadan iki kadın hazır vaziyette dışarıya çıktılar, hazırlanmış sizi bekliyorduk, dedi birisi, hiç vakit kaybetmeden gidelim. İbrahim de peki gidelim o hâlde, diyerek arabaya yönlendi. İki kadın arka koltuğa oturmuştu kendi aralarında konuşuyorlardı. İbrahim aracı........

© tarihistan.org


Get it on Google Play