Diğer

23 Mart 2024

Bu ülkede infialin bir istiap haddi yok.

Her gün çeşit çeşit acıyla, trajediyle, fesatlıkla, kinle, nefretle, eziyetle, hainlikle, vahşetle, cinayetle, katliamla infial sizi sarıyor, bazen boğuyor!

İliç'te madenin çamuru içinden çıkıyorsunuz, geride 9 ekmek parası cinayetini bırakarak; bir kadının yanına düşüyorsunuz, acaba hangi "koca, eski koca, nişanlı, sevgili, yavuklu, göz koymuş cinayeti"ydi bu diye.

Kalkmanızla metro hattına atlamanız bir oluyor; 25 yaşında bir genç oluyorsunuz paramparça.

Aklınız unutmaya meyilli, kalbiniz yeni acıyı yutmaya teşne ya; tekmelenen kedi mi olmalısınız, yoksa yakılanlardan biri mi, acaba boğulan köpek mi?

Peşkeş çekilen ormanda bir ağaç olun, betonlanan sahilde bir kum tanesi, bir deniz yıldızı, bir kestane, bir yengeç, bir su damlası isterseniz.

Al işte çocuk olduk şimdi!

Şaşırmış, tükenmiş, korkmuş, yıkılmış birer çocuk o an.

Çocuklar musluktan su içmesin çünkü kötü olur gülüm diye her yerde bitmiş damacanalarda "kötülüğün dibi" yıllardır bir odaya kapatırmış yavruları.

Ne İliç, ne yerdeki kadın, ne kedi ne köpek, ne tabiat, ne metroçocuk; istiap haddi yok. Hepsini aştık geldik çocuklar! Bu tahammül edilemez bir şey, bir sürü şey ki tahammül edilemez. Unutmalarımıza mı katalım, artık hepsini birden mi hatırlayalım?

Okul, sokak, mahalle, aile, asayişten sorumlu maaile sanki gizli bir suç ortağı gibi görememiş çocukları, bakamamış damacanaların arkasına, okul kapısında duramamış, evle okul arasında dikkat kesilememiş, ne oradan bir ses ne onca mağdur çocuktan bir nefes duyabilmiş, hissedebilmiş, ne bir çocuğun yüzündeki o korkunç ifadeyi aklıyla kalbiyle görebilmiş.

Aile, okul, askerlik, iş, işsizlik, kin ve nefret iklimi, açlık, yoksulluk, karanlık; dizilerle, dinle, milliyetçilikle, kendi gibi bir başkasına öfkeyle avutulacak bir ömür bekliyordu oysa çocukları.

Yetmemiş ki, daha küçücük yaşlarında, zehirli damacana onları yutmuş, minicik ruhları ile bedenlerini parçalamış, akıllarını ve hafızalarını bir ömür boyu rehin almış, bu dünyanın öyle geçip giderken görebildiğin göreceğin kötülüklerden ibaret olmadığını "ses geçirmez" bir oda vahşetinde çocukların bir uçurumun dibi kadar sessizliğine, korkuyla sinmiş, silinmiş yüzlerine; dünyanın bütün cehennemin bütün tokatları, tekmeleri, silleleri gibi çarpmış.

Bu çocuklar savaştan mı korkmalı, barışla mı umutlanmalı? Bu çocuklar depremden mi korkmalı bir yuva kurmaya mı umutlanmalı? Bu çocuklar büyüyüp ne olmalı? Nasıl olacak bu kapkaranlık çocuklukta kalmamaları?

Suç ortaklarını sayarken, bir büyüğünü, en büyüğünü hatta, asla unutmadık çocuklar.

Bakın burada "suç şahsidir" filan demiyoruz, hepsinin yüzüne birden müsaadenizle tükürüyoruz.

Çünkü sizi bu cennet ülkenin her köşedeki cehennemlerine savurmak üzere hazır bekleyen bir "organizasyon" zaten içinde her türlü pislikle akan kötülük damarlarından en zalim birini, bu "zehirli damacana" şahsı ve suretinde size boca etmiş.

Elbette çocuklar, böyleleri, yani "sapıktı, pedofildi, tacizci, tecavüzcüydü" hiç eksik olmamıştır.

Lakin beklenir ki, 100 yaşındaki Cumhuriyet, bunun beşte birinden fazlasını yiyip yutmuş bir iktidar, yamuk yumuk ezik çürük demokrasileri, insan hakladıkları insan hakları filan; yahu 21'inci Yüzyıl, Eski Yeni Türkiyeler, büyümeler kalkınmalar, kişi başına şebelek olmuş milli gelirler, raflara dizilen ürünler, otoyollar köprüler, Tokiler Tiktoklar, bilumum terakki illüzyonu; insanı, kadını, çocuğu daha fazla koruyabilmek için bir şeyler yapmış olsun en azından!

Yok bebeğim, yok!

Bu iktidar işçiyi, çalışanı, emekliyi, küçük çiftçiyi… ya tamam onlara "Allah kuvvet, dayanışma, mücadele, düzeni değiştirme azmi versin" de… Esas kadını, çocuğu, genci savunmasız, güçsüz bırakmak için her türlü kalkanı da yıktı, kopardı, attı, parçaladı ve zalimin adeta sırtını sıvazladı.

Kendi para, oy, propaganda, uyutma, uyuşturma kaynağı ve ağı olan dinci yurtlarda, dini kurslarda taciz edilen, istismar edilen çocukları bile ayırdı. Kiminde "şahsi suçlu"yu içeri atarken organize suçu gizledi, organizasyonu korudu; minicik çocuklara tecavüzü, bazen evlilik adı altında olanı da meşrulaştıran fenalık şiddetine şefkatli fetvalar düzdürdü.

Kendi imzaladığı, kendi şehrinin adını taşıyan İstanbul Sözleşmesini yırtıp her parçasını, katledilen bir kadının, bir kadının daha, bir kadın cesedinin daha üzerine fırlattı.

Dikkatli bakın!

Döven, vuran, şiddet uygulayan, çocuk vurabilen, insan haklarını çiğneyen polisleri korudular; ama Emniyet içinde maddi manevi şiddete uğrayan, baskı ve mobingden çıldıran, insan hakları parçalanan, intihara sürüklene polisleri korumadılar,

Aynı şey ordu içinde de oldu: Ast olan alt, altta, aşağı sayılmaya devam edildi. Yaptıkları haksızlıklara savunma kalkanları icat edilirken, uğradıkları haksızlıklar şiddetlendirildi.

İşçiyseniz, kimi memursanız, emekliyseniz, gençseniz, kadınsanız, yoksulsanız, küçük bir çiftçi, mütevazı bir köylüyseniz, ağaçsanız, kediyseniz, bir nefes tabiat iseniz siz; hepinizi güçsüz bıraktı işte.

Sadece güçsüz değil; iş katliamlarında ölü, kadın katliamlarında kurban, genç bunalımlarda intihar, "bitmeyen terör-terörle mücadele"de gencecik birer ölü sayı, 12 yaşında 13 mermiyle delik deşik, Ali İsmail isen linçlere maruz, Berkin isen elinde ekmekle hayatsız, imar kıyaklarında binlerce ölü, binlerce kayıp bıraktı.

"Zehirli damacana" zehirli bir düzenden çocuklara saldırmış bir canavar.

Çok şahsi görünüyor ama tek değil.

Çok sapık ama bir cennetteki arızadan ibaret değil.

Hepimiz lanet ediyoruz, kimimiz idam, kimimiz linç istiyor ama hiçbirimiz günahsız değil, masum değil!

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

Trabzonspor taraftarı arasında, azınlık da olsalar, "Kâzım Koyuncu dostları" var, biliyorum. Lakin epeyce de Ogün ve Yasin olmalı!

Keşke geçmeseydi! Ama geçti! Sarı çizgiyi geçti. Yolculuk sandığımız bir güzergâhın ortasına ömrünün 25 yılını bırakıverdi

Cumhuriyet burjuvazisi birkaç raporlu yılla övünürken 20'nci yüzyıl sonları için: elalemin burjuvazisi devrim filan yapalı ya da devrimleri kapıp kaçalı birkaç yüzyıl oluyordu

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Büyük suçlu yakalandı... Masum muyuz hepimiz! - Umur Talu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Büyük suçlu yakalandı... Masum muyuz hepimiz!

41 30
23.03.2024

Diğer

23 Mart 2024

Bu ülkede infialin bir istiap haddi yok.

Her gün çeşit çeşit acıyla, trajediyle, fesatlıkla, kinle, nefretle, eziyetle, hainlikle, vahşetle, cinayetle, katliamla infial sizi sarıyor, bazen boğuyor!

İliç'te madenin çamuru içinden çıkıyorsunuz, geride 9 ekmek parası cinayetini bırakarak; bir kadının yanına düşüyorsunuz, acaba hangi "koca, eski koca, nişanlı, sevgili, yavuklu, göz koymuş cinayeti"ydi bu diye.

Kalkmanızla metro hattına atlamanız bir oluyor; 25 yaşında bir genç oluyorsunuz paramparça.

Aklınız unutmaya meyilli, kalbiniz yeni acıyı yutmaya teşne ya; tekmelenen kedi mi olmalısınız, yoksa yakılanlardan biri mi, acaba boğulan köpek mi?

Peşkeş çekilen ormanda bir ağaç olun, betonlanan sahilde bir kum tanesi, bir deniz yıldızı, bir kestane, bir yengeç, bir su damlası isterseniz.

Al işte çocuk olduk şimdi!

Şaşırmış, tükenmiş, korkmuş, yıkılmış birer çocuk o an.

Çocuklar musluktan su içmesin çünkü kötü olur gülüm diye her yerde bitmiş damacanalarda "kötülüğün dibi" yıllardır bir odaya kapatırmış yavruları.

Ne İliç, ne yerdeki kadın, ne kedi ne köpek, ne tabiat, ne metroçocuk; istiap haddi yok. Hepsini aştık geldik çocuklar! Bu tahammül edilemez bir şey, bir sürü şey ki tahammül edilemez. Unutmalarımıza mı katalım, artık hepsini birden mi hatırlayalım?

Okul, sokak, mahalle, aile, asayişten sorumlu maaile sanki gizli bir suç ortağı gibi görememiş çocukları, bakamamış damacanaların arkasına, okul kapısında duramamış, evle okul arasında dikkat kesilememiş, ne oradan bir ses ne onca mağdur çocuktan bir nefes duyabilmiş, hissedebilmiş, ne bir çocuğun yüzündeki o korkunç ifadeyi aklıyla kalbiyle görebilmiş.

Aile, okul, askerlik, iş, işsizlik, kin ve nefret iklimi, açlık, yoksulluk, karanlık; dizilerle, dinle, milliyetçilikle, kendi gibi bir başkasına öfkeyle avutulacak bir ömür bekliyordu oysa çocukları.

Yetmemiş ki, daha küçücük yaşlarında, zehirli damacana onları yutmuş, minicik ruhları ile bedenlerini parçalamış, akıllarını ve hafızalarını bir ömür boyu rehin almış, bu dünyanın öyle geçip giderken görebildiğin göreceğin kötülüklerden ibaret olmadığını "ses geçirmez" bir oda vahşetinde çocukların bir uçurumun dibi kadar sessizliğine, korkuyla sinmiş, silinmiş yüzlerine; dünyanın bütün cehennemin bütün tokatları, tekmeleri, silleleri gibi çarpmış.

Bu çocuklar savaştan mı korkmalı, barışla mı umutlanmalı? Bu çocuklar depremden mi korkmalı bir yuva kurmaya mı umutlanmalı? Bu çocuklar büyüyüp ne olmalı? Nasıl olacak bu kapkaranlık çocuklukta kalmamaları?

Suç ortaklarını sayarken, bir........

© T24


Get it on Google Play