Diğer

26 Aralık 2023

40 yıl olmuş. 40 yıldır olmuş. 40 yıldır sürmüş. 40 yıldır bitmemiş, bitememiş, 40 yıldır aynı acılar, aynı çözümsüzlük.

Tam 40 yıl olmadı. Dilerseniz, "henüz dolmadı" dersiniz!

15 Ağustos 1984. "PKK'nın ilk saldırısı" diye bir milat var kanlı arşivde.

Bakın, karıştırmayalım, "Kürt sorunu"nun miladı değil bu. "Kanlı, acı, binlerce ölümle" sadece fark edilmediği, aynı zamanda toplumu yardığı, "yaygın terör ve derin terörle mücadele"yle insanların kaybedildiği, çocukların katledildiği, köylerin yakıldığı, binlerce asker ve polis ve devlet görevlisinin hayattan koparıldığı, katbekatı "terörist genç"in "etkisiz hale getirildiği" ve sadece Kürt Meselesi değil aynı zamanda Devlet Meselesi olan bir kan ve gözyaşı tarihi.

Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Tansu Çiller, Murat Karayalçın, Deniz Baykal, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli, Bülent Ecevit, Yıldırım Akbulut, Ahmet Necdet Sezer, Abdullah Gül… Ahmet Davutoğlu, Binali Yıldırım…

Ve 21 senedir Başbakan, Cumhurbaşkanı, Başkan, tek adam olarak Tayyip Erdoğan.

Cumhurbaşkanı, başbakan, başbakan yardımcısı, koalisyon ortağı olup bu ülkeyi yönettiler, sorunları çözmekten sorumlu oldular, bu ülkenin acılarını dindirmek, kanı durdurmak, çıkış bulmak onların bazen çok yetkili, bazen kısmen etkili göreviydi.

40 senede 20'li yaşlarda binlerce genç, onlar bu devleti yönetirken yok oldu.

Binlerce hatta on binlerce ana baba, şehit evlatlarının, kayıp evlatlarının, yok edilen canlarının acısını yaşadı.

Binlerce, on binlerce evlat, kayıp babaların, anaların, kardeşlerin yok edildiği bir dünyada doğdu, büyüdü, yaş aldı, gözlerinde yaş kaldı.

Hep nutuklar dinledik, hep acıyı bal eyledik, hep devlet büyüktü ve öte yanda hep silah sıkmak kutsaldı.

Devlet milleti "terörle mücadele" şartlarıyla adeta rehin aldı… PKK Kürtleri rehinesi saydı.

Haysiyet mücadelesi dendi, seri cinayetler ve sayısız katliamla namlunun ucuna yapıştı…

Ölen de öldüren de genellikle sıvasız hanelerin çocuğuydu. Nüfuzlunun vesairenin evladı silahtan kaçırıldı, askerlikten sakındı, bedelliye para saydı çoğu ve öte yanda dağa da verilmedi başka türlü.

Türk, Kürt, Sünni, Alevi ve kim olursa olsun, halkın anlaması gereken önemli iki denklem vardı:

İnsanın insanı ezdiği, insanın insanı kırdığı, din ve milliyet tahakkümünün başka inançlar veya etnisiteler üzerinde esip gürlediği ve bununla mücadelenin de yine aynı zemine saplandığı bir çıkmaz var…

Sıvasız hanelerin çocukları aynı topraklarda, benzer şartlarda hırpalanan, lakin bir ötekine nefretle büyüyen ve nihayetinde toprağa düşünce bir diğerine karışan evlatlardır.

Bizim anlamamız gereken de şu:

Terör var, terörist var, devlet ve terörle mücadele dediği şeyler var.

Lakin bu ülkede başka çabalar da oldu.

"Milat" denen saldırı kendi döneminde olan Turgut Özal öyle ya da böyle bir çözüm tasavvuruna girdi. "93 harbi" oldu!

Özal'ın muhtemelen eceliyle ölümü, ama Eşref Bitlis gibi "çözüm yanlısı" bir generalin de esrarengiz bir uçak kazıyla yok oluşu, böyle düşünen kimi subayın "terör örgütü" denen sır dolu suikastlarda katledilişi...

Özal'ın ölümünden hemen sonra, o sırada bir ateşkes ve çözüm alfabesi açılmışken, Malatya'dan sevk edilen 33 acemi, silahsız er ile 3 öğretmenin Bingöl yolunda kurşuna dizilmesi, tekrar tekrar delik deşik edilmesi.

Bir "acemi perde"nin daha kapanışı ve kan fırtınasının ülkeyi yeniden esir alışı.

Derken 94 derin devletinin de şahlanışı.

"Terörle mücadele" yöntemlerinin PKK'yı besleyişi, PKK'nın bu vahşi yöntemleri meşrulaştırışı.

Özal'dan sonra Demirel ve İnönü "denemeye" kalktılar.

Ağızlarına tıkıldı akıllarından geçen üç beş iyi şey bile!

Sonra bir gün Erdoğan ve AKP "çözüm süreci" diye, haritasız, pusulasız bir yola çıktı ama paldır küldür de olsa çıktı.

Tam o sırada, yani çözüm ve kanın durması umudunun da açtığı ufukla, PKK yerine "Demirtaş'ın partisi" parladı.

Demirtaş "Seni başkan yaptırmayacağız" diyor ve ülkenin her yerinden de oy alıyordu…

PKK da Demirtaş'a ve gösterdiği alternatif yolun benimsenmesine köpürüyordu.

Devlet de, derken çözüm aradığını sandığımız iktidar da, ama PKK da "Kürt halkının Türklerle de buluşarak" seçim ve siyasete inancının artmasından rahatsız oldu.

Tam böyle. Rahatsız oldular!

(Parantez açayım: Ne devlet komple bir tutarlılık ve herkes birdir; hatta ne iktidar, ne de öteki taraflarda kimler varsa… Farklılık, nüans, çelişki, çatışma her bünyenin içinde var olur.)

İşte o sırada ne oldu? "2015 harbi" başladı!

Ceylanpınar'da, biri küçük kızım kadar, diğeri ondan da genç iki polis kaldıkları evde katledildi. Bingöl'deki 33 er gibi, silahsız, çatışmasız kurşuna dizildi.

"Çözüm süreci umudunun umudu" denen dönem tamamen bitti. Umut asla bitmemeli elbette ama o sırada bitti işte canım. Bitti gülüm. Bitti hayatım. Bitti ceylanım!

AKP'nin ilk kez mutlak çoğunluğu kaybettiği, Başkanlık sevdasının suya düşer gibi olduğu, "barış"ın devlete ve iktidara, bakın söylüyorum PKK'ya da yaramadığı 2015.

Derken Suruç, Ankara Garı eklendi. IŞİD eklendi denkleme.

Lakin o arada ne oldu bir de?

Kobani, sınırımızdaydı ama sanki ilk kez sınırımız oldu. Artık ABD zorlamasıyla mı ne, devletimiz, iktidarımız, AKP'miz, TSK'mız Kobani'yle önce dost oldu:

IŞİD'e karşı Kobani Kürtlerine destek için Iraklı peşmergeler Türkiye'nin içinden geçip menzile vardı.

IŞİD, Anadolu'nun kapısını açan Süleyman Şah'ın kabrini ele geçirmek üzeriydi. İktidar ve TSK operasyon yaparken Kobani Kürt örgütlerinden, yani YPG'den destek, eskortluk aldı. Bunlar gizli kalacaktı, ancak bir yazımda, tank namlusu çarpmasıyla ölen foto filmci astsubayın dosyasını yazınca tam ortaya çıktı.

Yetmedi, devletimiz, AKP'miz türbedeki askerleri kurtarıp o Türkiye topraklarını IŞİD'e bırakırken, türbeyi adeta taşıyıp Suriyeli Kürtlere (yani şimdiki deyişle o da PKK ya!) emanet etti.

Ve şimdi şehit askerler. Sarıkamış felaketini hatırlatan acı beyaz!

Bu çocuklar 40 yıl önce doğmamıştı. Özal çözüm ararken doğmamıştı. Sonrasında çocuktular, ne çoktular, kerpiçten, sıvasız hanelerden yola çıktılar, ölüme düştüler.

Bingöl'de 03.00'te kurşuna dizilen 33 asker için bir anıt mezar var. 33 metrelik bir direkte Anıtkabir'den getirilmiş 10 metrelik bayrak var.

Binlerce metrelik bir direk yapalım; binlerce metrelik bir bayrak asalım memleketin matemleri üzerine.

Kimse dışında kalmasın, hiçbir sıvasız hane, henüz kurban vermediği evladının ölümünü beklemesin, birileri gelip de yoksulluğunu örtmek üzere büyükçe bir bayrak asacak diye.

Örtelim bütün bu kanın, bu kayıpların, acıların, yoksulluğun üzerini.

Bir süre de böyle geçsin işte!

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay. ) çevirisini yaptı.

Bir eve 10 insan sığdırmaya çalışacağınıza, bize bu fakirleşmenin, bu pahalılığın, bu felaketin sorumlusunu, sebeplerini, oradaki ihaneti söyleyin Sayın Pokahontas!

Bu mektup doğru mu? Bu mektubu yazan Ökkeş Gök mü? Elim kaza aslında intihar mı? İntiharsa sorumlusu kim? "Yaşamayı beceremeyen" Uzman Çavuş Ökkeş mi?

Yumrukçu, tekmeci, linççi ayırıp kayırıyor musunuz, bir bakın...

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Bir süre de böyle geçsin işte! - Umur Talu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir süre de böyle geçsin işte!

45 1
26.12.2023

Diğer

26 Aralık 2023

40 yıl olmuş. 40 yıldır olmuş. 40 yıldır sürmüş. 40 yıldır bitmemiş, bitememiş, 40 yıldır aynı acılar, aynı çözümsüzlük.

Tam 40 yıl olmadı. Dilerseniz, "henüz dolmadı" dersiniz!

15 Ağustos 1984. "PKK'nın ilk saldırısı" diye bir milat var kanlı arşivde.

Bakın, karıştırmayalım, "Kürt sorunu"nun miladı değil bu. "Kanlı, acı, binlerce ölümle" sadece fark edilmediği, aynı zamanda toplumu yardığı, "yaygın terör ve derin terörle mücadele"yle insanların kaybedildiği, çocukların katledildiği, köylerin yakıldığı, binlerce asker ve polis ve devlet görevlisinin hayattan koparıldığı, katbekatı "terörist genç"in "etkisiz hale getirildiği" ve sadece Kürt Meselesi değil aynı zamanda Devlet Meselesi olan bir kan ve gözyaşı tarihi.

Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Tansu Çiller, Murat Karayalçın, Deniz Baykal, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli, Bülent Ecevit, Yıldırım Akbulut, Ahmet Necdet Sezer, Abdullah Gül… Ahmet Davutoğlu, Binali Yıldırım…

Ve 21 senedir Başbakan, Cumhurbaşkanı, Başkan, tek adam olarak Tayyip Erdoğan.

Cumhurbaşkanı, başbakan, başbakan yardımcısı, koalisyon ortağı olup bu ülkeyi yönettiler, sorunları çözmekten sorumlu oldular, bu ülkenin acılarını dindirmek, kanı durdurmak, çıkış bulmak onların bazen çok yetkili, bazen kısmen etkili göreviydi.

40 senede 20'li yaşlarda binlerce genç, onlar bu devleti yönetirken yok oldu.

Binlerce hatta on binlerce ana baba, şehit evlatlarının, kayıp evlatlarının, yok edilen canlarının acısını yaşadı.

Binlerce, on binlerce evlat, kayıp babaların, anaların, kardeşlerin yok edildiği bir dünyada doğdu, büyüdü, yaş aldı, gözlerinde yaş kaldı.

Hep nutuklar dinledik, hep acıyı bal eyledik, hep devlet büyüktü ve öte yanda hep silah sıkmak kutsaldı.

Devlet milleti "terörle mücadele" şartlarıyla adeta rehin aldı… PKK Kürtleri rehinesi saydı.

Haysiyet mücadelesi dendi, seri cinayetler ve sayısız katliamla namlunun ucuna yapıştı…

Ölen de öldüren de genellikle sıvasız hanelerin çocuğuydu. Nüfuzlunun vesairenin evladı silahtan kaçırıldı, askerlikten sakındı, bedelliye para saydı çoğu ve öte yanda dağa da verilmedi başka türlü.

Türk, Kürt, Sünni, Alevi ve kim olursa olsun, halkın anlaması gereken önemli iki denklem vardı:

İnsanın insanı ezdiği, insanın insanı kırdığı, din ve milliyet tahakkümünün başka inançlar veya etnisiteler üzerinde esip gürlediği ve bununla mücadelenin de yine aynı zemine saplandığı bir çıkmaz var…

Sıvasız hanelerin çocukları aynı topraklarda, benzer şartlarda hırpalanan, lakin bir ötekine nefretle büyüyen ve nihayetinde toprağa düşünce bir diğerine karışan evlatlardır.

Bizim anlamamız gereken de şu:

Terör var, terörist var, devlet ve terörle mücadele dediği şeyler var.

Lakin bu ülkede başka çabalar da oldu.

"Milat" denen saldırı kendi döneminde olan Turgut Özal öyle ya da böyle bir çözüm tasavvuruna girdi.........

© T24


Get it on Google Play