Diğer

25 Kasım 2023

Geçtiğimiz ay gerçekleşen T24 Yıllık Buluşmaları'nın açılış konuşmasını İlber Ortaylı yapmıştı.

Benim zihnimin yaptığı özete göre şöyle diyordu Ortaylı; Cumhuriyet döneminin en büyük kaybedeni 'entel takımıdır!' Düşünce üreten, haber aktaran, yorum yapan entelektüeller iktidarlar tarafından sadece kullanışlı birer aygıta dönüştürülmüştür, değer kaybettirilmiştir ve ne yazık ki birkaç faydalı kullanımdan sonra da artık hiç ihtiyaç duyulmayacak kadar yok edilmişlerdir.

Entelektüelliğin bugünkü değersizliği, sokaktaki karşılıksızlığı ortada, maalesef Ortaylı'ya itiraz etmek bir yana, bu okur yazar takımının 'dibe çakılma dönemi'ni anlatırken yine de fazlaca kibar olmaya çalıştığını düşünmüştüm.

Yoksa eşiklerden foseptik fışkırmakta, bunu görmemek için de sadece gözleri değil tüm duyuları kaybetmiş olmak gerekiyor.

Bakınız, televizyonlarınızı açınız ve bakınız… Muhalif veya yandaş hangi yayını isterseniz ona bakınız, varacağınız sonuç asla değişmeyecektir bana inanınız.

Bir dönem Sedat Peker'le de, gazeteci-mafya ilişkisini aşıp 'bilgi doğrulatılan kişi', kitap yazdıran menba aşamasına geçilmişti, itiraz ettik elbette kaale almadılar ve aynen devam ettiler. O dönemin yaratımı 'eserler' ortada!

O itirazlar da edilmese Sedat Peker'e 'muhalif ve mağdur' etiketi bile yapıştırmak istemişlerdi, hatırlayalım lütfen!

Aynı şekilde SBK ile kurulan ilişkilerden haberdar olduğumuzda da, SBK'yı aklama çabasına giren 'servis edilmiş' yazıları okuduğumuzda da bunların gazeteciliği aştığını söylemiştik.

Cemaatçi savcılarla, cemaatçi polislerle kurulan 'dosya alışverişi' döneminden mi başlatmak gerekiyor, yoksa birtakım şaibeli devlet görevlileriyle 'abi' denecek düzeyde kurulan ilişkilerden başlayarak mı yorumlamak gerekiyor bu çöküşü, tartışmaya açık.

Sona varmak üzere olan bu çürümeyi nereden başlatmak gerektiğini bilemiyorum doğrusu, belki burada bir medya ombudsmanının da devreye girip durumu netleştirmesi daha doğru olacaktır.

Çünkü basın-yayın tarihi hep bu tarz 'kullanıma meyyal' kişilerin de varlık gösterdiği bir alan olmakla beraber, bu tarzı benimseyenlerin 'sürüden ayrıldığı' dönemlerden geçmiş bir tarihten söz ediyoruz.

Ama şimdi baktığımızda sürüden ayrı düşenler bu ilişkilerden kendini muaf tutanlar olmuş gibi görünüyor. Şimdilerde gazetecilik çoğunlukla bu 'dosya alma verme' ilişkilerinde ibaret hale gelmiş gibi de görünüyor açıkçası.

Önce bir küçük parantez. 'Dosya iletişimi, dosya postası' gazeteciliğin doğasında vardır. Elbette dosya gelir, gazeteci çalışır, inceler, tamamlar, yayımlar. Sözümüz, gazeteciliği hakkaniyetle, kamu yararı için yapmaya çabalayan meslektaşlara değil… Sözümüz artık küçülmüş o meclislerden dışarı. Parantezi kapatıp devam edelim.

Çabalayarak, emek vererek bilgiye ulaşmanın imkânsızlaştırıldığı, bilgiyle gazetecilik arasına aşılamaz duvarlar örülmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz.

Neredeyse, bilgi sadece 'servis edildiğinde' kamuya yansıyor gibi bir durumdayız, desek abartmış olmayız sanki.

Hâlihazırda yapılan yayınları izlediğimizde gördüğümüz tek bir şey var aslında, birileri bazı dosyaları servis ediyor ve birileri de bunları yayınlayarak 'gazetecilik yapıyor.'

İş tamamen 'dosya al-ver'e dönmüş durumda!

Kimdir bu dosya servis edenler?

Her zaman devletin içinden birileridir, devletin içinde de çoklu bölünmüşlük olduğu için dönemsel olarak kafa karıştıran farklılıklar göze çarpar ama o dosyalar bir şekilde hep belli başlı isimlere gider.

Şöyle söyleyeyim, mesleğe 2000 yılında başladım. Herhangi bir konuda bana bu tarz tek bir dosya dahi gelmedi!

Yani her gazeteciye gelen rutin bir işleyiş değil bu.

Özellikle 'parlama sevdalısı' olan, çoğu muhalif olarak bilinen, muhalif yayınlarda çalışan isimlere servis edilen bu dosyalar haberleştirilir, gündemi belirler ve çok konuşulur.

İşleyiş şu anda tam olarak bu şekilde adlandırılabilir bana göre!

Dosyayı haberleştirmek nasıl olur, diyecek olursanız, verilenin aynısını -bazısı dilini bile değiştirmeye zahmet etmeden- olduğu gibi yazıya döker ve yayınlar.

Dikkat edin, bazı dönemler bazı konular hakkında çeşitli ve farklı ama aynı havuzdan beslenen haberler yağar gündeme.

Bu dönemin 'fenomen dosyaları' da anlatmakta olduğum bu 'servis yağmuru' durumuna güzel bir örnektir bana göre.

Bir şekilde dönemsel olarak 'konuşulması istenen konu' seçilmiştir, dosyalar, hatta daha operasyonlar başlamadan belli isimlere dağıtılır, onlar yazmaya başlar konu ilgi görür, konuya ilişkin başka dosyalar da dolaşıma sokulur ve bizlerin daha doğrusu siz okurların o dönemki gündemi de böylelikle belirlenmiş olur.

Bu dönemin ortaya sunulan meyvesi fazlaca magazinel ve düşük seviyeli olmasına rağmen 'dosya almayı alışkanlık edinmiş' meslektaşlar süzgeçten geçirmeden konulara atlar ve bunun sonucunda bağımlısı haline geldiği alkışı da alır, almaz değil!

Yani sadece kişilerin yıldızlık serüvenini devam ettiren ve servis edenin istediğini elde etmesine yarayan bir ilişki zinciri.

Kazanan iki taraf vardır ve bu taraflardan biri kamu yararı değildir aslında.

Bu iki kazananlı işin tanımı şimdilerde -elbette kendisini bu sürece sunmuş isimler bağlamında- gazetecilik olarak yapılıyor…

İlber Ortaylı'nın Cumhuriyetin en büyük kaybı olarak tanımladığı ve "Bunlar iyi günleriniz, sizlerle işleri bitince, fırlatıp atacaklar" dediği fikir dünyasının yozlaşmasına giden taşlar da işte aynen böyle döşenmiş ve döşenmektedir.

Birileri 'muhalif', birileri 'solcu', kimileri şucu bucu olarak bizlere, mesleğimize ve tüm ülkenin entelektüel yapısına dinamit koydu.

Dinamitler patlatıldı!

Bunlar sadece kişilerin kendi şöhreti, kendi alacağı alkış için yapıldı.

Finalde ülkede haberler, gündemler sabah kuşağı dili ve düzeyine indirgendi.

Bizlerde âşığı olduğumuz mesleğin ellerimizden uçuşunu izledik.

Sonucu ise vatandaşın kaale bile almadığı bir habercilik, gazeteci olarak bizlerin de birbirimizle bir daha asla bir araya gelemeyeceğimiz kadar büyük uçurumlar açılması oldu.

Kimsenin pek itimat etmediği bir yere itilmiş oldu 'entel takımı…'

Peki şimdi ben bunu neden yazdım, onu da açık edelim, elbette yine bir tartışmaya davet olarak yazıldı bu yazı, ama kimsenin girmeye cesaret edemeyeceği de bilinerek yazıldı bir yandan.

İşte mesleğin dışından bir tarihçinin bile "bitiyorsunuz" dediği bir noktadayız.

Hâlâ belki de azıcık bir kurtarma şansımız var.

Ama bunun için konuşabilmek, tartışabilmek, eleştirebilmek gerekiyor.

Herkesin fazlasıyla 'bulaştığı' bu düzenin bozulmasına da 'kimsenin' gönlü yok gibi, alkışlarla yaşamaktan memnun birileri.

O yüzden yine kendi kendimize çalıp kendi kendimize söyleyerek, çöküşün acısını yaşamaya devam etmek düşecekmiş bizlere gibi görünüyor.

Ama olsun o kuyuya taş atan deli olmaya razı olarak, bir kere daha gerçeğin fotoğrafını çekelim ve buraya bırakalım. Kim bilir belki birileri çıkarda evet hadi konuşalım bunları artık, der diye umalım!

Bir ulus yok edildi, dünya da o gün uygun değildi, gerekli tepkiyi veremedi, peki bu utanç da bize yetecek mi? Yetmez… Yetemez… Çünkü asla sadece bir ulusun ölmesiyle yetinecek bir dünyada yaşamıyoruz. Yani -şayet sırada değilsek- daha çok utanırız gibi görünüyor!

Muhalefet edenler yavaşça bir bir elendi, hepsine tanık olmanın yükü de çok ağırdı. Kimi satın alındı, kimi güce aldandı, kimi hapisten yıldı, kimi para kazanamamaktan, kimi bıktı bezdi! Bir şekilde kökümüze kibrit suyu döküldü işte!

Cumhuriyet'in ilk 100 yılda kaybettiklerini de konuşmadan sadece Atatürk sevgisi, beğenisi, başarıları ve mavi gözleri üzerinden, sadece ve sadece "Ata'ya övgüyle" yetinen düzeye indirgenen bir Cumhuriyet'in, hukukla çevrelenmiş gerçek bir demokrasiyle var olamayacağı görüşündeyim

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - 'Muhaliflere' servis edilen gündemler arasında kaybolan bir meslek; gazetecilik - Tuğçe Tatari
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

'Muhaliflere' servis edilen gündemler arasında kaybolan bir meslek; gazetecilik

14 1
25.11.2023

Diğer

25 Kasım 2023

Geçtiğimiz ay gerçekleşen T24 Yıllık Buluşmaları'nın açılış konuşmasını İlber Ortaylı yapmıştı.

Benim zihnimin yaptığı özete göre şöyle diyordu Ortaylı; Cumhuriyet döneminin en büyük kaybedeni 'entel takımıdır!' Düşünce üreten, haber aktaran, yorum yapan entelektüeller iktidarlar tarafından sadece kullanışlı birer aygıta dönüştürülmüştür, değer kaybettirilmiştir ve ne yazık ki birkaç faydalı kullanımdan sonra da artık hiç ihtiyaç duyulmayacak kadar yok edilmişlerdir.

Entelektüelliğin bugünkü değersizliği, sokaktaki karşılıksızlığı ortada, maalesef Ortaylı'ya itiraz etmek bir yana, bu okur yazar takımının 'dibe çakılma dönemi'ni anlatırken yine de fazlaca kibar olmaya çalıştığını düşünmüştüm.

Yoksa eşiklerden foseptik fışkırmakta, bunu görmemek için de sadece gözleri değil tüm duyuları kaybetmiş olmak gerekiyor.

Bakınız, televizyonlarınızı açınız ve bakınız… Muhalif veya yandaş hangi yayını isterseniz ona bakınız, varacağınız sonuç asla değişmeyecektir bana inanınız.

Bir dönem Sedat Peker'le de, gazeteci-mafya ilişkisini aşıp 'bilgi doğrulatılan kişi', kitap yazdıran menba aşamasına geçilmişti, itiraz ettik elbette kaale almadılar ve aynen devam ettiler. O dönemin yaratımı 'eserler' ortada!

O itirazlar da edilmese Sedat Peker'e 'muhalif ve mağdur' etiketi bile yapıştırmak istemişlerdi, hatırlayalım lütfen!

Aynı şekilde SBK ile kurulan ilişkilerden haberdar olduğumuzda da, SBK'yı aklama çabasına giren 'servis edilmiş' yazıları okuduğumuzda da bunların gazeteciliği aştığını söylemiştik.

Cemaatçi savcılarla, cemaatçi polislerle kurulan 'dosya alışverişi' döneminden mi başlatmak gerekiyor, yoksa birtakım şaibeli devlet görevlileriyle 'abi' denecek düzeyde kurulan ilişkilerden başlayarak mı yorumlamak gerekiyor bu çöküşü, tartışmaya açık.

Sona varmak üzere olan bu çürümeyi nereden başlatmak gerektiğini bilemiyorum doğrusu, belki burada bir medya ombudsmanının da devreye girip durumu netleştirmesi daha doğru olacaktır.

Çünkü basın-yayın tarihi hep bu tarz 'kullanıma meyyal' kişilerin de varlık gösterdiği bir alan olmakla beraber, bu tarzı benimseyenlerin 'sürüden ayrıldığı' dönemlerden geçmiş bir tarihten söz ediyoruz.

Ama şimdi baktığımızda sürüden ayrı düşenler bu ilişkilerden kendini muaf tutanlar olmuş gibi görünüyor. Şimdilerde gazetecilik çoğunlukla bu 'dosya alma verme' ilişkilerinde ibaret hale gelmiş gibi de görünüyor açıkçası.

Önce bir küçük parantez. 'Dosya iletişimi, dosya postası' gazeteciliğin doğasında vardır. Elbette dosya gelir, gazeteci........

© T24


Get it on Google Play