Diğer

Konuk Yazar

20 Kasım 2023

Aslında küresel iklim krizinin hayatımızda giderek artan rolünü yazmak istiyordum ama Netfilx, The Crown’un altıncı ve son sezonunu yayına sokunca küresel bir takıntıdan; Lady Diana Spencer’dan dem vurayım dedim.

Diana, 90’ların en çok fotoğrafı çekilen isimlerin başında geliyordu. Uluslararası paparazziler onun peşindeyken bizimkiler de ödeneksizlikten Semra Özal’ın peşindeydi. Selim İleri anlatmıştı; o zamanlar Hürriyet için yazı dizisi kaleme alıyordu, foto muhabiri istemiş, “Veremeyiz hepsi Okluk Koyu’nda Semra Özal’ın mayolu resmini çekmeye çalışıyorlar” diye geri çevrilmiş.

Nitekim Diana’yı da bu son sezonunun ilk 4 bölümünde ne resmî görevlerindeki tayyörleri ile ne balo kıyafetleri ile ne de intikam giysileri denilen seksi gece elbiseleri ile görüyoruz. Aksine, son yazını geçirdiği Saint Tropez’de bol bol mayolu çıkıyor karşımıza. Sezonunu afişi de tramplenin ucunda, onunla özdeşleşen yalnızlığı ve ikonik mavi mayolu fotoğrafı…

Zaten “ortak ikonografik miras” diyeceğimiz şey de tam olarak o fotoğraflar ve giysileriyle bağlantılı. Yoksa geçtiğimiz günlerde kuzulu kırmızı kazağı açık artırmada astronomik fiyata satılır mıydı?

Altıncı sezon 1997’den 2005’e kadar olan yılları kapsıyor, The Crown’un kostüm tasarımcısı Sidonie Roberts, “Risk almak istemedik, ikonik giysilerini seçip onu yeniden yarattık” diyor. Ama tabii bunun için az çalışmamışlar, yatta çocuklarının üstüne buz atarken giydiği Japon ipek baskılı giysiyi Paris’te ikinci el giysiler satan bir butikte bulmuşlar örneğin. Hayvan baskılı mayosu, tek kollu atletik olanı falan hep markaların fabrikalarında yeniden üretilmiş, tabii Diana rolündeki Elizabeth Depincki’nin daha zayıf olan bedenine uygun olarak.

Paris’in sisli ıslak bir gecesinde, köpeğini rutin çiş için sokağa çıkaran adamın önünden hızla geçen siyah 280s Mercedes’in az ileride 150 kilometre hızla girdiği Ponte d’ Alma tünellinde kaza yapması ile başlıyor dizi. Adam hemen polisi arıyor, zaten paparazziler de hemen peşinden yetişiyorlar...

İnsan daha ilk kareden o ışıltılı acılı hayat yerine (kaza olmasa da) köpeği ile (huzurlu varsaydığımız ) o sıradan adamın yerinde olmak istiyor. Yönetmen bunu düşünmüş müdür bilmiyorum ama bana zaten hep itici gelen ışıltılı hayatlar iyice acınası geldi. Arabanın içindeki iki insanın onca zenginliğe rağmen gerçekten mutsuz ve huzursuz olmaları bir yana…

Şimdilerde gözümüzün içine sokulmaya çalışılan her sosyal düzeyde, her an fotoğraf çekip yayınlama hali biraz yaşlı muhabbeti olacak ama bizim gençliğimizde bir “terbiye” meselesi idi.

Biz gazeteciler bile sadece haberin öznesini çekerdik, kafamızı asla habere sokup sırıtmazdık. Michelangelo Antonioni, Bernardo Bertolucci, Kislowski, Umberto Eco vb ile söyleşi yapmış olmama rağmen tek kare fotoğrafım yoktur mesela. Zaten bu söyleşiler ıssız alanlarda olmuyor, etraf kalabalık, tanık çok, hayali olma ihtimali yok...

Diana’ya ve onu fotoğrafçıların ilgisine muhtaç hale getiren sevilmeyen evlat ve eş olmasına dönersek; Tina Brown, kapsamlı “Diana” biyografisinde, birlikte öldüğü Dodi El Fayed’in aslında paravan bir figür olduğunu, gerçek aşkının Pakistanlı doktor Khan olduğunu yazar. Hatta Prenses, Khan ailesinin kendisini gelin olarak kabul etmemesine rağmen birkaç kere Pakistan’a gidip Jemina Goldsmith ile oradaki yaşam ve yapılabilecek yardımlar üzerine konuşmuş. Yani ayrılmalarına rağmen Khan’a aşkı hiç bitmemiş. Yazara göre Dodi ile küçük flört, Khan‘ı kıskandırmak içindi.

Brown, kitabında Diana’nın öldürüleceğini düşündüğünü ve bunu arkadaşı Rose’a sözlü, uşağına ise yazılı olarak bildirdiğini de yazıyor.

Dodi’nin sevdiği kadın da zaten evlenmek üzere olduğu Amerikalı manken.

Yani altıncı sezonun altını çizdiği gibi ortada aşk falan yok, çıkmaz sokakta, iki çaresiz insan var.

Altıncı sezonda yakından gördüğümüz bir başka olgu da İngiliz Kraliyet Ailesi’ne kadar giren Müslümanlık meselesi. Geyik avlamayı bile gelenek- görenek haline getirmiş, pek kültürlü sayılamayacak Kraliyet Ailesi, Diana’nın evrenselliği yüzünden müstakbel Kral’ın üvey babasının Müslüman olabileceği gerçeği ile sarsılıyor.

Senarist Peter Morgan’ın altını kalınca çizdiği bir başka durum da Ortadoğulu yeni zengin El Fayed’in görgüsüzlüğünün ve aç gözlülüğünün Diana’yı ve oğlunu ölüme götüren yolun taşlarını döşemesi. Hiç istememesine rağmen ısrarla Paris’e götürülüp Winsdor Villası’nın, Ritz’in sahibi olduğunu göstermek istemesi gibi... Baba Mohammed El Fayed’in hırstan gözü döndüğünden olsa gerek Diana’nın devasa Spencer şatosunda doğduğunu ve sevgisizlikten kaçıp arkadaşları ile küçük bir ortak dairede yaşamayı seçtiğini atlamış…

Dahası EL Fayed oğlunu evlendirmeyi başaramasa da ölümlerinden nemalanmayı sürdürüyor, tüm mağazalarında ikisinin fotoğraflarını yan yana koyarak, Kraliyet ailesi ile taziye bağlamında buluşmaya çalışarak falan…

Yani Peter Morgan, Kraliyet ailesinin acımasızlığını sergilerken El Fayed konusunda da elini cimri tutmamış.

The Crown eleştirmenlerden iyi not alamadı: The Guardian “Diana ile takıntılı senaryo yazımı gerçekten çok kötü” derken, Telegraph da “Diana’nın hayaleti tarafından kovalanıyor” diyor. Time dergisi ise dizinin enkaza dönüştüğünü iddia ediyor.

BBC’ye konuşan kraliyet tarihçisi Kelly Swaby, “Bazen bir tarihçi olarak ağlamak istiyorum, izleyiciler yapım kalitesi çok yüksek olduğu için belli bir seviyeye kadar gerçekçilik bekliyor ama bu her zaman olmuyor” diye gösteriyor öfkesini. Zira Netflix, dizinin “tarihi olaylara dayandığını” vurgulamıştı.

Independent dizinin “dedikoduyu duygusal temsile tercih ettiğini” yazarak yerden yere vuruyor Peter Morgan’ı.

14 Aralık’ta yayınlanacak sezonun son kısmında Prens Charles ve Camilla ile William ve Kate’in düğünleri yer alacak.

Diana 36 yaşında, istediği hayatı kurmak için kendini sıkışmış ve derinden mutsuz hissettiği bir dönemde yaşamını yitirdi. Ölümü John Kennedy’nin ölümü kadar sarstı dünyayı.

Türkiye'nin bekası, bizim de kabusumuz oldu inşaat

“Benim için yazmak dua etmek gibidir” diyerek mistik yanının altını çizen Norveçli yazar, tıpkı Dario Fo gibi arabayla giderken öğreniyor Nobel’i aldığını

Biz bu Eylül'ü de sessiz sedasız idrak ederken Şili'de askeri darbenin 50. yılı bayağı bir yazıldı, çizildi, hatıralar tazelendi. Bu vesile ile Isabel Allende de yeniden gündem oldu

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Diana: Küresel takıntı - Ayça Atikoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Diana: Küresel takıntı

15 1
20.11.2023

Diğer

Konuk Yazar

20 Kasım 2023

Aslında küresel iklim krizinin hayatımızda giderek artan rolünü yazmak istiyordum ama Netfilx, The Crown’un altıncı ve son sezonunu yayına sokunca küresel bir takıntıdan; Lady Diana Spencer’dan dem vurayım dedim.

Diana, 90’ların en çok fotoğrafı çekilen isimlerin başında geliyordu. Uluslararası paparazziler onun peşindeyken bizimkiler de ödeneksizlikten Semra Özal’ın peşindeydi. Selim İleri anlatmıştı; o zamanlar Hürriyet için yazı dizisi kaleme alıyordu, foto muhabiri istemiş, “Veremeyiz hepsi Okluk Koyu’nda Semra Özal’ın mayolu resmini çekmeye çalışıyorlar” diye geri çevrilmiş.

Nitekim Diana’yı da bu son sezonunun ilk 4 bölümünde ne resmî görevlerindeki tayyörleri ile ne balo kıyafetleri ile ne de intikam giysileri denilen seksi gece elbiseleri ile görüyoruz. Aksine, son yazını geçirdiği Saint Tropez’de bol bol mayolu çıkıyor karşımıza. Sezonunu afişi de tramplenin ucunda, onunla özdeşleşen yalnızlığı ve ikonik mavi mayolu fotoğrafı…

Zaten “ortak ikonografik miras” diyeceğimiz şey de tam olarak o fotoğraflar ve giysileriyle bağlantılı. Yoksa geçtiğimiz günlerde kuzulu kırmızı kazağı açık artırmada astronomik fiyata satılır mıydı?

Altıncı sezon 1997’den 2005’e kadar olan yılları kapsıyor, The Crown’un kostüm tasarımcısı Sidonie Roberts, “Risk almak istemedik, ikonik giysilerini seçip onu yeniden yarattık” diyor. Ama tabii bunun için az çalışmamışlar, yatta çocuklarının üstüne buz atarken giydiği Japon ipek baskılı giysiyi Paris’te ikinci el giysiler satan bir butikte bulmuşlar örneğin. Hayvan baskılı mayosu, tek kollu atletik olanı falan hep markaların fabrikalarında yeniden üretilmiş, tabii Diana rolündeki Elizabeth Depincki’nin daha zayıf olan bedenine uygun olarak.

Paris’in sisli ıslak bir gecesinde, köpeğini rutin çiş için sokağa çıkaran adamın önünden hızla geçen siyah 280s Mercedes’in az ileride 150 kilometre hızla girdiği Ponte d’ Alma tünellinde kaza yapması ile başlıyor dizi. Adam hemen polisi arıyor, zaten paparazziler de hemen peşinden yetişiyorlar...

İnsan daha ilk kareden o ışıltılı acılı hayat yerine (kaza olmasa da) köpeği ile (huzurlu........

© T24


Get it on Google Play