Diğer

Konuk Yazar

27 Ocak 2024

Toscana'da, uçsuz bucaksız, ufuk çizgisiz tarlaların ortasındaki bir köyde, ağaçlar içindeki kocaman Palazzo'da sergi açan ressam arkadaşımıza refakat ediyorduk. Taş ev buz gibiydi, kaloriferi yoktu. Evin Amerikalı kiracısı/küratörü televizyon sevmediği için televizyon da yoktu, bulaşık makinası de. Keza, kimsede cep telefonu yoktu. Bende eski tip bir şey vardı ama bavulum Frankfurt 'ta kaldığı için şarjım yoktu. Bayağı canım sıkılmıştı. Sevimsiz diğer iki konuğa, Fransız stilist ve arkadaşına kaygıyla "Ne olacak şimdi? Akşamları ne yapıyorsunuz?" diyecek oldum. Baştan aşağı küçümseyici bir eda ile süzerek "Konuşuyoruz" diye cevap verdiler…

Gerçekten de evin geniş girişinde, şöminenin çıtırtısının eşliğinde, uzun tahta masanın başında toplanıp (odaya gidip kitap da okuyamıyorsunuz soğuktan) şarap içip sohbet etmeye başladık. Giderek birbirimizi tanımayı, önyargıları atmayı hatta ağız dolusu kahkahalar atmayı başardık…

Köye gitmenin bile birkaç saat aldığı bu gözlerden ırak evde sıkılacağımı sanırken çok sevmeye başlamıştım. Bir hafta sonra artık dışarıyı merak bile etmiyordum.

İki binlerin başıydı ve şimdilerde giderek sayıları artan felaket senaryoları henüz başlamamıştı. Yani internet-elektrik olmayınca dünya ile bağlantın kesilecek ve derken gök taşı başına düşecek, yaratıklar basacak durumları. Mum ışığında, şömine sıcağında, Orta Çağ ortamında basbayağı yaşanıyordu.

Epeydir tüm kanalarda komplo teorisi, paranoya arasında gidip geliniyor. Bu da çokça korku ve güvensizlik duygusunu tetikliyor.

Güvensizlik bu yıl Davos'un da ana gündemiydi.

İnternet ve elektrik bağlantın kesiydiyse her an düşman saldırısına uğrayabilirsin, zaten bir ihtimal çevren düşmanlar ile sarılı, komşun kim acaba?

Hastaydım epeydir. Biraz gözümü açınca birkaç film/dizi attırdım. Hangi kanala bakarsanız bakın ağırlık felaket-kıyamet minvalinde gidip geliyor. Obama'ların yapımcılığını üstlendiği, romandan uyarlanan "Dünya'yı Ardında Bırak" yaklaşan felaket konusunda "sorumluluk" almaya soyunmuş.

Filmin yapımcıları Michelle ve Barack Obama yönetmene bir dizi talimat vermişler. Karakterlerden empatiye, çalışmanın bir uyarı içermesine, olası afetlere dikkat çekilmesine falan.

Üstümüze üstümüze gelen bu filmlerde temel izlek hep aynı. Covid'den sonra dijital alanı, insan ilişkilerini altüst eden, her an üzerimize düşecek bizi yok edecek "şeye" dair bir yeni gerçekçilik bu.

Her gerilim filmi gibi burada da işaretleri kolayca okuyabiliyorsunuz. Mehershala Ali'nin smokin ile akşamın bir saatinde kapıda belirmesi üzerine felaket geliyor diyorsunuz. Günümüz dünyasında beklenmeyen bir misafir zaten başlı başına bir huzursuzluk sebebi olabiliyor. Hele ki bu yüzünü hiç görmediğiniz ev sahibiniz ise…

Dört kişilik ailenin kısa bir süre için kiraladığı bahçe içendeki havuzlu villa 2020 trendlerine göre iddialı bir sadelik ile döşenmiş, geometrik ve gri, gözü yormuyor. Mutfak da öyle; her şey var ama gizli, mobilyaların devamı niteliğinde.

İşte böyle tatlış bir ortamda zilin çalması her şeyi altüst ediyor. Ev sahibi baba - kız New York'ta yaşanan elektrik kesintisi nedeniyle 1000 dolar karşılığında kendi evlerinde bir gece kalmayı teklif ediyorlar. Ama artık "Tanrı misafiri" gibi bir yüce gönüllülük kalmadığı için evin annesi (Julia Roberts) derin bir paranoyaya kapılıyor, potansiyel düşmandan ailesini koruması gerektiğine inanarak.

Şimdilerde "Kübra" dizisinde de işlendiği şekli ile elektrik kesintisi mi? Nasıl oldu? Terör mü? Savaş mı? Dış düşman mı, iç çöküş mü?

Yeni nesil, algısı açık, duru görülü çocuk da yerini /rolünü alıyor. "Dünyayı Ardında Bırak"ta, biz eski nesiller hem gerçek zannettiğimiz şeye kendimizi kaptırdığımız için hem de biz büyürken Titanic dışında felaket duymadığımız için üstümüze gelen dev yük gemisini bile görmeyebiliriz. Geminin makul bir noktada duracağına inanırız çünkü...

Peki artık komutlara yanıt vermeyen bir dünyada geriye ne kalıyor?

Kırılgan bir çaresizlik, şaşkınlık, açıklanamayan olaylar, garip rahatsızlıklar, savaş? Şimdilik bizden uzakta, yoksa değil mi?

Teknolojinin bizi nasıl esir aldığını anlatmaya çalışmak da bu yeni gerçekçiliğin bir parçası. Nitekim evin küçük kızı Friends'in finalini izlemek için gittiği yan evde uzaktan kumandadaki DVD'nin tuşuna basmadan önce Netflix butonunun üzerinden parmağı ile atlıyor.

Yönetmen başınıza bir felaket gelirse Netflix sizi kurtaramaz, fiziksel, gerçek bir destek almanız gerekir diyor, yani.

Madde 1, teknolojiye, cep telefonuna bağımlı değilsen korkma. Madde 2; kitabı bile teknolojiye emanet etme, kağıtta kal. Zira Umberto Eco'nun dikkat çekmeye çalıştığı gibi 1980'lerde dijitale yüklediğin bir disketi kim okuyabilir? O DVD cihazları artık yok ki.

Yani kültürel hafızamızı en azından şimdilik çeşitli mekanik, manyetik, eletronik cihazlarla koruyamayız.

Raimon Panikkar "21. yüzyıl ya mistik olacak ya da olmayacak" demişti.

Küreselleşme çağında artık hiçbir şey bize gerçekten yabancı değil. Her şey birbirine bağlı ve bizi ilgilendiriyor.

Belki bu yüzden kendimizi kendimizden daha büyük ve derin bir şeyin parçası olarak tanımak ve tanımlamak istiyoruz. Evrensel bir bakış arıyoruz. 1990'larda başlayan kuantum, reiki, kişisel gelişim derken bu arayış kitlesel bir modaya dönüştü.

Kent insanının şifalanmaya, tutunacak bir dala ihtiyacı var. Ne var ki meşakkatli yollar, araştırmalar, derinleşmek zor olduğundan başvuru mercii yaşam koçları oldu. Dahası "ayılma" isteği kişisel uyanıklığa, evrenden nasıl istesem verir acaba ya döndü. Durum böyle olunca da olay komediye döndü. Komedyenlerin kapsama alanına girdi.

Bizim buralar yaşam koçları, reiki, şifalı taşlar vb. ile derdine derman ararken, Avrupa ve ABD'de de Hintlilerden sonra şamanlar moda oldu.

O kadar ki Ali Tufan Koç'un "Şamanım Olur Musun?" yazasında pek tatlı anlattığı gibi: NewYork'ta rezidans projelerinin yeni satış politikası bile "spritüel yolculuklar" üzerine kurulu. Daire mi tutacaksınız? rezidansın bünyesinden bir şaman önce adaçayı ile evinizi temizleyecek, ayrıca günün her saati için meditasyon servisi var. Wellness kulüpleri de öyle doğal olarak. Servis arama platformları, New York'ta bir tıkla yakınınızdaki en iyi 10 şamanı sizin için listeliyor. Pew Araştırma Merkezi'nin raporuna göre, Amerikalıların yarısı en az bir alternatif şifalanma yöntemini denediğini söylüyor. Her 10 kişiden 6'sı en az bir "new age" inanışı günlük hayatının bir parçası yapmış durumda. Çeşitli servislerle saati 43 dolara eviniz ve auranız şamanik temizleme ile pürü pak yapılıyor. Saati 34 dolara uzaktan seanslarla şamanik şifalanma yolculuğuna çıkabiliyorsunuz.

Census'un 2021'de yaptığı araştırmaya göre şamanizm İngiltere ve Galler'de en hızlı büyüyen inanç sistemi, keza kişisel gelişim sektörü de öyle.

Şamanların şamanı ise 6 kuşak bir şaman aileden gelen Durek Verret, ortalama 1000 dolara seans yapıyor. Biz biraz uzak olduğumuz için Şaman Durek'i şifalama gücü ile değil 2022 yılında Norveç Prensesi Martha Louise ile nişanlanması üzerine tanıdık. Genç Prenses, şamanıyla evlenebilmek için kraliyet görevlerinden ve unvanından vazgeçti. Şimdilerde yeni açtıkları merkezde "sizi sizden kurtarmak" için paraya para demiyorlar.

Bize gelirsek... Biz gökyüzünden gelecek bir felaketten çok baş rolü Allah'a vermeyi, hikmetinden sual etmemeyi, dini- seküler muhabbeti ile uygulamadaki hatalar üzerinden yürümeyi tercih ediyoruz. Batı'nın bireyselliğine karşı tasavvufa gönderme yapıyoruz.

Los Angeles'ta yaşayan Durul ve Yağmur Taylan'ın Netflix'te yayınlanan Kübra'sı ise diğerlerinden farklı olarak ana damardan yürüyor. İnsanın temel ihtiyacı olan inanmak dürtüsünden yola çıkıyor. Göbeklitepe'de gördüğümüz gibi tarımı değil, tapınmayı seçmiş insanı konu alırken de kolaya kaçmıyor. Onu toplumsal/siyasal bağlamı içinde değerlendiriyor.

Afşin Kum'un romanından uyarlanan dizinin senaryosuna Murat Uyurkulak, Rana Mamatlıoğlu ile Bekir Baran Sıtkı imza atıyor.

Tamirhanede çalışan Gökhan Şahinoğlu (Çağatay Ulusoy), kız arkadaşı Merve (Aslıhan Malbora) ile mutlu bir ilişki yürüten, belki de askerlik travmalarını aşabilmek için Allah'a yönelmiş bir genç.

Hayat olağan seyrederken, Gökhan tezgahtar sevgilisi ile modern bir gökkubbe şeklindeki AVM'nin kafesinde otururken cep telefonuna "Sen farklısın" diye bir mesaj gelir ve bunu anlam, neden - sonuç ilişkileri, hakkı gökte ararken yerde yaşadıklarımız izler.

Tasavvufi metinlere daha çok başlık düzeyinde giren dizi (başka türlüsü zaten dergahların işi), yoksulluğa, siyasal kirliliğe, Ankara tezgahlarına (sahtekâr kel içişleri bakanı, kırmız kravatlı seyrek sakallı ekonomi bakanı) ise derinden girmiş.

Gecekondu semtlerindeki kaynamayı, isyanı, can sıkıntısını, umutsuzluğu, şakalaşmayı, dayanışmayı ve en küçük bir kıvılcımla barikat kurup silahlanmaya yönelebilecek gençliğin "Tekbir"i bağlamına oturtularak işlenmiş Kübra'da.

Allah mesaj vermeye devam ettikçe kendini farklı sanma sapması, Musa'dan bu yana inanmak için mucize bekleme merakımız, görevli ve seçilmiş olma sanrısı, aydınlık için bir dakika karanlıkta kalmamız gerektiği, mahallenin sarıp sarmalayan, sıcak muhabbetli ortamı içinde dün yaşadıklarımızın yarının habercisi olduğu dizide son derece incelikli işlenmiş. Üstelik oğlumuz pek yakışıklı, kızımız çok güzel.

Taylan biraderlerin dizisinde, Gökhan - Semavi giyimi, saçlarının şekli ile İsa ikonlarına, karısı Merve Maria Magdelana'ya, arkalarındaki müritler ise havarilere benzettim.

Belki benim yakıştırmamdır, bilmiyorum.

İlk yedi bölümde hak, hukuk, adalet derken, fanilerin insan olma çabasını izlerken son bölümde hop gerçeğe geliyoruz. Kapitalizmin bizi insan değil veri olarak görme durumuna...

Ama bir inançlı için bu da Allah'ın izni ile olabilir ancak. Gökhan da böyle diyor zaten.

KÜBRA, KEBİR, EKBER, KABİR, KUBRA ile başlayan dizinin ikinci sezonunu merakla bekliyorum ve iyiliğin kazanmasını diliyorum.

Burayı batırdık başka gezegen, bulmalıyız aşamasına geldik. Ulus devletler mevzi kaybederken şirketler yükseliyor, onlar da hedeflerini dünya dışına yöneltmiş vaziyette. Oysa uzayın yüzde 95'ini bilmiyoruz. Hâlâ vakit varken gezegenin hayırlı bir evladı olmaya çalışmalıyız

Diana, 90’ların en çok fotoğrafı çekilen isimlerin başında geliyordu. Uluslararası paparazziler onun peşindeyken bizimkiler de ödeneksizlikten Semra Özal’ın peşindeydi

Türkiye'nin bekası, bizim de kabusumuz oldu inşaat

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Batı'da şamanizm bizde Kübra - Ayça Atikoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Batı'da şamanizm bizde Kübra

22 0
27.01.2024

Diğer

Konuk Yazar

27 Ocak 2024

Toscana'da, uçsuz bucaksız, ufuk çizgisiz tarlaların ortasındaki bir köyde, ağaçlar içindeki kocaman Palazzo'da sergi açan ressam arkadaşımıza refakat ediyorduk. Taş ev buz gibiydi, kaloriferi yoktu. Evin Amerikalı kiracısı/küratörü televizyon sevmediği için televizyon da yoktu, bulaşık makinası de. Keza, kimsede cep telefonu yoktu. Bende eski tip bir şey vardı ama bavulum Frankfurt 'ta kaldığı için şarjım yoktu. Bayağı canım sıkılmıştı. Sevimsiz diğer iki konuğa, Fransız stilist ve arkadaşına kaygıyla "Ne olacak şimdi? Akşamları ne yapıyorsunuz?" diyecek oldum. Baştan aşağı küçümseyici bir eda ile süzerek "Konuşuyoruz" diye cevap verdiler…

Gerçekten de evin geniş girişinde, şöminenin çıtırtısının eşliğinde, uzun tahta masanın başında toplanıp (odaya gidip kitap da okuyamıyorsunuz soğuktan) şarap içip sohbet etmeye başladık. Giderek birbirimizi tanımayı, önyargıları atmayı hatta ağız dolusu kahkahalar atmayı başardık…

Köye gitmenin bile birkaç saat aldığı bu gözlerden ırak evde sıkılacağımı sanırken çok sevmeye başlamıştım. Bir hafta sonra artık dışarıyı merak bile etmiyordum.

İki binlerin başıydı ve şimdilerde giderek sayıları artan felaket senaryoları henüz başlamamıştı. Yani internet-elektrik olmayınca dünya ile bağlantın kesilecek ve derken gök taşı başına düşecek, yaratıklar basacak durumları. Mum ışığında, şömine sıcağında, Orta Çağ ortamında basbayağı yaşanıyordu.

Epeydir tüm kanalarda komplo teorisi, paranoya arasında gidip geliniyor. Bu da çokça korku ve güvensizlik duygusunu tetikliyor.

Güvensizlik bu yıl Davos'un da ana gündemiydi.

İnternet ve elektrik bağlantın kesiydiyse her an düşman saldırısına uğrayabilirsin, zaten bir ihtimal çevren düşmanlar ile sarılı, komşun kim acaba?

Hastaydım epeydir. Biraz gözümü açınca birkaç film/dizi attırdım. Hangi kanala bakarsanız bakın ağırlık felaket-kıyamet minvalinde gidip geliyor. Obama'ların yapımcılığını üstlendiği, romandan uyarlanan "Dünya'yı Ardında Bırak" yaklaşan felaket konusunda "sorumluluk" almaya soyunmuş.

Filmin yapımcıları Michelle ve Barack Obama yönetmene bir dizi talimat vermişler. Karakterlerden empatiye, çalışmanın bir uyarı içermesine, olası afetlere dikkat çekilmesine falan.

Üstümüze üstümüze gelen bu filmlerde temel izlek hep aynı. Covid'den sonra dijital alanı, insan ilişkilerini altüst eden, her an üzerimize düşecek bizi yok edecek "şeye" dair bir yeni gerçekçilik bu.

Her gerilim filmi gibi burada da işaretleri kolayca okuyabiliyorsunuz. Mehershala Ali'nin smokin ile akşamın bir saatinde kapıda belirmesi üzerine felaket geliyor diyorsunuz. Günümüz dünyasında beklenmeyen bir misafir zaten başlı başına bir huzursuzluk sebebi olabiliyor. Hele ki bu yüzünü hiç görmediğiniz ev sahibiniz ise…

Dört kişilik ailenin kısa bir süre için kiraladığı bahçe içendeki havuzlu villa 2020 trendlerine göre iddialı bir sadelik ile döşenmiş, geometrik ve gri, gözü yormuyor. Mutfak da öyle; her şey var ama gizli, mobilyaların devamı niteliğinde.

İşte böyle tatlış bir ortamda zilin çalması her şeyi altüst ediyor. Ev sahibi baba - kız New York'ta yaşanan elektrik kesintisi nedeniyle 1000 dolar karşılığında kendi evlerinde bir gece kalmayı teklif ediyorlar. Ama artık "Tanrı misafiri" gibi bir yüce gönüllülük kalmadığı için evin annesi (Julia Roberts) derin bir paranoyaya kapılıyor, potansiyel düşmandan ailesini koruması gerektiğine inanarak.

Şimdilerde "Kübra" dizisinde de işlendiği........

© T24


Get it on Google Play