Diğer

05 Kasım 2023

Orhan Taylan'ın adını, ilk olarak, bir efsane olarak duydum. Daha sonra da çok yakın arkadaş olduk. Arkadaşlığımızın başlangıcı, nerdeyse 1964 yılına ait Peter Sellers'in oynadığı bir Stanley Kubrick filmi (Dokteur Folamour) gibi satirik bir olayla başlamıştı. Ege denizinde bulunan Kardak adlı adanın Türk-Yunan dostluğunun sıkıntıya girdiği bir sırada Atina'daki Plastik Sanatlar Derneği'nden Orhan Taylan'a gelen "barış konuşmaları teklifi" sırasında onunla tanıştım ve çok yakın arkadaş olduk.

Çok ilginç olduğu kadar matrak da bir karşılaşmaydı. Türkiye'den ve Yunanistan'dan gelen sanatçıların randevu yeri Türkiye ve Yunanistan'ın en yaklaşan sınırı olan Sakız adasıydı. Önce karşılıklı oturuldu. Bir grup Yunanca diğer grup Türkçe konuşmak zorundaydı ve tercümanla anlaşmaktaydık. Orhan Taylan bizim grubun başı gibiydi. Yusuf Taktak, Canan Beykal, Emre- Müşerref Zeytinoğlu ve Arzu Başaran bizim gruptu. Ertesi gün öğlen seansındaki konuşmalar sırasında bulunduğumuz lokantanın "telli telli..." adlı şarkıyı Yunanca çaldığı sırada Canan Beykal'ın bu şarkının Türkçe versiyonunu mırıldanmasıyla, birdenbire "aynı kültürden" olduğumuzun fark edilmesiyle, kendi milli dillerimizi terk edip, birebir hangi dilden anlaşıyorsak o dilden konuşmaya başladık.

Ve, 1996 Eylül aynın içinde Sakız adasında başlayan dostluk, 1999 depremine kadar karşılıklı sergilerle devam etti. Devletler anlaştığında ise artık bize ihtiyaç kalmadığına göre bu süreci tamamlamıştık. İki sergi İstanbul'da (Caddebostan Kültür Merkezinde, Yapı-Kredi Galerisinde) bir sergi ise Atina'da (Melina Mercouri Sanat Merkezinde) yapıldı. Atina'daki sergi için ben ve Orhan Taylan ortak bir eser yapmıştık. Aslında Orhan Taylan'ın en sevdiği ve kendisine yakın hissettiği İtalyan resim ekolünün tarihi anısına, ressamlara sipariş üzerine çalışmıştık. Ben ona yazılı bir siparişle resmin betimlemesini yapmıştım o da bu sözleşmeye göre resmi yapmıştı. Yazı ve resim yan yana sergilenmişti. Orhan Taylan resmi sonra 1996 yılındaki Atina Plastik Sanatlar Başkanı olmuş olan Eva Mela'ya hediye etmişti. Eva Mela ile arkadaşlığımız devam etti daha sonraları Atina'ya gittiğimizde.

Orhan Taylan'ı bir efsane olarak tanıdım diye başladım yazıma. Güzel Sanatlar Akademisi'nin 1970'li yıllarının öğrencileri (bilhassa kızlar diye belirtmişlerdi) devrimci Orhan Taylan'ı Akademi'de vereceği bir konferans için dinlemeye geldiklerinde o kadar etkilenmişlerdi ki bu konferans 1980 darbesi öncesinde bir efsane olarak kabul edilmişti. Güzel konuşmasının içine nezaketiyle gözlerinin gülüşü ve devrimci çıkışları yan yana geldiğinde bir heyecan salona yayılmıştı.

Orhan Taylan 1976'da Antalya'da ilki ve 1980 Eylül'ü başında da Kuşadası'nda ikincisi olan duvar resimleri sempozyumu düzenlemişti. Meksikalı duvar ressamlarının etkisini Türkiye'nin Anadolu'sunda estirmeyi başlatmıştı ve ressam arkadaşlarını da yurt içinden ve dışından davet etmişti. 1980 senesinin 11 Eylül'ü, en son gün çekilen fotoğraflarda tuvalinin gölgesinde bir bankta yatan Orhan Taylan'ın öğlen uykusu efsane fotoğraflardan birisi olarak kalacak Türkiye sanat tarihi içinde. Ertesi gün askerlerin el koyduğu beldede, tüm ressamlar göz altına alınıp duvar resimleri sergisi iptal ediliyordu. Ve Orhan Taylan'ın devrimci dünyasında başlayan olayların neticesinde, "Aydınlar dilekçesi" imzacısı olarak hapse girecekti, diğer aydınlarla beraber. Bu 1980'in ayıpları arasında sıralanmıştır Türkiye siyasi tarihine.

Elbette başka bir efsane de DİSK'in 1976 yılı "1 Mayıs Afişidir". Orhan Taylan'ın yaptığı resim belki de tüm zamanların "1 Mayıslarının" resmi olarak tarihe kaldığı gibi, DİSK ve "1 Mayıs Kutlamaları" devam ettikçe tarihin içinden gelerek geleceğe taşınmaya devam edecektir. İki elin avuçlarının arasında dünyayı taşıyan, zincirlerini koparmış olan ve topraktan fışkıran bir işçi eli 1 Mayıs'ın "İşçi Bayramı" olduğunun altını çizmekteydi. Sendikacılarla olan dostluğuyla hızlı bir şekilde birkaç saatte yaptığı afiş Türkiye devrimci tarihinin sembolüdür. Bir günde ortaya çıkan afişti. "Dünya işçi sınıfının" bayramının sembolü oldu. Resimle afiş arasındaki farka Orhan Taylan afişin ilk bakışta resmin ise ikinci bakışta anlaşılması gerektiğini ileri sürmekteydi. Eski devrimcilerin 1976'daki yıllar sonra Taksim Meydanı'nda düzenlenen "1 Mayıs Bayramı"na gelmesi büyük heyecandı. 1976 ilk 1 Mayıs kutlamasıydı. Bu da olayın heyecanıydı. Hem sevinç ve güler yüzlü bir bakış hem de heyecanlı bir kutlama anlamına geliyordu bu afiş. Ertesi sene ise katliamı yaşadı Türkiye Taksim Meydanı'nda. Eğlenceli bir kutlama kabusa dönüşmüştü. Taksim Meydanı o nedenle devrimci bir semboldür. Afişte emek, kapitalin zincirlerinden koparak tüm dünyada özgürleşme sürecine girmektedir. Eller dünyayı kucaklamaktadır. Bu durum aynı zamanda evrensel bir devrimci cümle olarak kalmıştır.

1996'dan itibaren hemen hemen her yaz Bodrum Torba koyundaki ışıklı evinde görüştük. Beni çok kez misafir etti. Sohbetler ve davet etmiş olduğu diğer kişilerle sanat ve siyaset konuşmaları her zaman aklımın bir yerinde kalacak.

Sonraları 2000'li yıllarda Asmalı Mescid'de aynı apartmanda o ikinci katta ve ben üçüncü kattaki komşuluğumuzda İstanbul'un en güzel yıllarının getirdiği bar ve lokantalar zamanında, mahalle hâlâ ressamların mahallesiyken (Yusuf Taktak, Seza Paker, Gülsün Karamustafa, İpek Aksüğür Duben, Elif Çelebi, Handan Börtüçene, Selda Asal vb.) Orhan Taylan'a eve dönerken bile olsa üçüncü kata çıkarken ışığı gördüğümde kapıyı çalıp son bardak rakıyı onunla içmemiz unutulacak anlar değil benim anılarımda. İstanbul karanlık sokaklarından lambaların konulmaya başlandığı senelere ve bugünkü haline geldiğinde ise artık eski Asmalı Mescid'den nerdeyse kimsenin kalmadığı mahalle (tek tük oturanlar ve çalışanlar da eskisi gibi sokakta değiller artık) bambaşka bir havaya bürünmüş durumda, İstanbul'un birçok yerinde olduğu gibi…

Orhan Taylan'ın resimle ve bilhassa Rönesans resmine olan ilgisiyle, teknik olarak resim bilgisini etrafındakilere aktarması, onun hayatının resimle ve resmi düşünerek geçtiğini göstermektedir, sanırım.

Orhan Taylan hem konuşmalarıyla hem resimleriyle hep akılda kalacak ve ardında hep güzel gülüşüyle ve nazik sohbetleriyle, sözleri ve rakıyı paylaşmasıyla ve insanları davet edişiyle hatırlanacak. Gülüşü zihinlerde yaşamaya devam edecek, ailesi ve yakın arkadaşları kadar onu tanıyan herkes onun bu yakışıklı, muzip ve mizahi yüzünü hatırlayacak…

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.

Sorun belki de siyasi olarak ve ekonomik ilişkilerde sömürge-sonrası ilişkilerin yerel burjuvaziyi yozlaştırarak yeni sömürgeci adı verilen bir ekonomi-politiğin sürdürülmesi oldu. İkinci sorun ise değerler değişmekteyken sömürge sonrasında sömürge ilişkilerinin, göçle başlayan bir karmaşanın dünya çapında savaşlara doğru yeniden dönmeye başlayan yüzü oldu

Ölümler, suçsuz insanların, savaş karşıtlarının, çocukların, annelerin ve babaların kaybettikleri evlatlarının iki taraf içinde geçerli olarak bir cehennem görüntüsüdür

Burjuvazi, devrimci güçlerle ittifaka girmediğinden veya giremediğinden avant-garde sanat ile birleşemedi; dolayısıyla evrensel bir rolü oynayamadı. Sadece laiklik üzerine kurulu bir anlayışı savunmakla yetindi. Bu, burjuvazinin sanat alanında kendisini geliştireceğine devletle ilişkilerine öncelik vermesine yol açtığından sanatı çok sonraları olgusal bir biçimde üstenmek zorunda kalmasını beraberinde getirdi

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Orhan Taylan'ı tanımak - Ali Akay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Orhan Taylan'ı tanımak

10 11
05.11.2023

Diğer

05 Kasım 2023

Orhan Taylan'ın adını, ilk olarak, bir efsane olarak duydum. Daha sonra da çok yakın arkadaş olduk. Arkadaşlığımızın başlangıcı, nerdeyse 1964 yılına ait Peter Sellers'in oynadığı bir Stanley Kubrick filmi (Dokteur Folamour) gibi satirik bir olayla başlamıştı. Ege denizinde bulunan Kardak adlı adanın Türk-Yunan dostluğunun sıkıntıya girdiği bir sırada Atina'daki Plastik Sanatlar Derneği'nden Orhan Taylan'a gelen "barış konuşmaları teklifi" sırasında onunla tanıştım ve çok yakın arkadaş olduk.

Çok ilginç olduğu kadar matrak da bir karşılaşmaydı. Türkiye'den ve Yunanistan'dan gelen sanatçıların randevu yeri Türkiye ve Yunanistan'ın en yaklaşan sınırı olan Sakız adasıydı. Önce karşılıklı oturuldu. Bir grup Yunanca diğer grup Türkçe konuşmak zorundaydı ve tercümanla anlaşmaktaydık. Orhan Taylan bizim grubun başı gibiydi. Yusuf Taktak, Canan Beykal, Emre- Müşerref Zeytinoğlu ve Arzu Başaran bizim gruptu. Ertesi gün öğlen seansındaki konuşmalar sırasında bulunduğumuz lokantanın "telli telli..." adlı şarkıyı Yunanca çaldığı sırada Canan Beykal'ın bu şarkının Türkçe versiyonunu mırıldanmasıyla, birdenbire "aynı kültürden" olduğumuzun fark edilmesiyle, kendi milli dillerimizi terk edip, birebir hangi dilden anlaşıyorsak o dilden konuşmaya başladık.

Ve, 1996 Eylül aynın içinde Sakız adasında başlayan dostluk, 1999 depremine kadar karşılıklı sergilerle devam etti. Devletler anlaştığında ise artık bize ihtiyaç kalmadığına göre bu süreci tamamlamıştık. İki sergi İstanbul'da (Caddebostan Kültür Merkezinde, Yapı-Kredi Galerisinde) bir sergi ise Atina'da (Melina Mercouri Sanat Merkezinde) yapıldı. Atina'daki sergi için ben ve Orhan Taylan ortak bir eser yapmıştık. Aslında Orhan Taylan'ın en sevdiği ve kendisine yakın hissettiği İtalyan resim ekolünün tarihi anısına, ressamlara sipariş üzerine çalışmıştık. Ben ona yazılı bir siparişle resmin betimlemesini yapmıştım o da bu sözleşmeye göre resmi yapmıştı. Yazı ve resim yan yana sergilenmişti. Orhan Taylan resmi sonra 1996 yılındaki Atina Plastik Sanatlar Başkanı olmuş olan Eva Mela'ya hediye etmişti. Eva Mela ile arkadaşlığımız devam etti daha sonraları Atina'ya gittiğimizde.

Orhan Taylan'ı bir efsane olarak tanıdım diye başladım yazıma. Güzel Sanatlar Akademisi'nin 1970'li yıllarının öğrencileri (bilhassa kızlar diye belirtmişlerdi) devrimci Orhan Taylan'ı Akademi'de vereceği bir konferans için dinlemeye geldiklerinde o kadar etkilenmişlerdi ki bu konferans 1980 darbesi öncesinde bir efsane olarak kabul edilmişti. Güzel konuşmasının içine nezaketiyle gözlerinin gülüşü ve devrimci çıkışları yan yana geldiğinde bir heyecan salona yayılmıştı.

Orhan Taylan 1976'da Antalya'da ilki ve 1980 Eylül'ü başında da........

© T24


Get it on Google Play