Diğer

04 Mart 2024

“Eski Türkiye’de” genel seçimler ile yerel seçimler arasında bir tür “tamamlayıcı” bir ilişki görülebiliyordu. Seçmen yüksek teveccüh göstererek iktidara taşıdığı partinin icraatlarından memnun olmadığında, yerel seçimleri hükümete karşı siyasi nitelikli bir uyarı fırsatı olarak kullanabiliyor, “ayağını denk al, bak mutfaktaki ateş büyüyor” diyebiliyordu. Yerel seçimler adayı daha fazla ön plana çıkarması açısından milletvekili seçimlerinden farklı bir karakter taşısa da yerel meselelerin ağırlığı genel ekonomik gidişattan çok da fazla önemli görülmediği için olsa gerek, bu “ihtar” aracına her ihtiyaç duyulduğunda başvurulabiliyordu.

Yeni Türkiye’nin kimlik siyaseti üzerinden yürüyen politik ikliminin elimizden aldığı şeylerden biri de bu oldu galiba. Zira, son 15 -20 yıldır seçim genel seçim mi, yerel seçim mi, referandum mu, buna bakmadan önünde hazır bulduğu kimlik siyasetinin icaplarıyla hareket eder oldu Türkiye. Gelgelelim, yaklaşan 31 Mart Mahalli İdareler Genel Seçimleri’nin – istisnai bir şekilde de olsa- bu durumu bozabileceğini düşünüyorum. O güne kadar çok radikal bazı gelişmeler olmadıkça, iktidar partisinin taraftarları içinde azımsanmayacak bir kesimin bu “yerel seçim fırsatını” kullanarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile 2019’da yüzde 42,7 oy almış iktidar partisine yerel yönetim adayları üzerinden bir ihtarda, “tatlı bir uyarıda” bulunması sürpriz olmayacaktır.

Her ne kadar toplumun önemli bir kesimi, Erdoğan’ın kendilerine hayat tarzları ve etnik ya da dini aidiyetler, kimlikler üzerinden, yani “kimlik siyaseti” temelinde vazettiği “hasletler” için “bunlar benim kutsallarım” diyerek Erdoğan’ı bu değer ve kimlikler üzerinden benimsiyor ve bu yüzden ondan vazgeçmek istemiyorsa da bu kez “ama şu uyarıyı da yapmış olayım” diye düşünerek iktidar partisinin bazı adaylarına bir hüsran yaşatmayı seçebilir. Çünkü bir kesimin “Reislerine” bir borcu kalmadı, onu önce partisinin, sonra hükümetin, en son da devletin başına taşıdı, “bana şu yetkiyi verin” dediği her yetkiyi verdi. Şimdi sırada ona “tatlı bir uyarı vermek” varsa, iş onu alaşağı etme boyutuna varmayacağı için bunu da yapabilir. İlan ettiği “Emekli Yılı”nda (!) emekli de bu yılın hakkını böyle verebilir.

Velhasıl, iktidar partisinin 31 Mart yerel seçimlerinde böyle bir uyarıyla hüsran yaşaması durumunda, burada gizli başrolün büyük olasılıkla emekliler tarafından oynanacağını sanıyorum. Zira, son yıllarda şaşırtıcı ekonomik politikalarla etkili ama örtük bir şekilde gerçekleştirilen servet transferinde en büyük darbeyi emekliler yemiş gözüküyor. Bu epeydir böyleydi gerçi ama Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile TÜİK verilerinin gösterdiği gibi iktidar partisi yoksulluğu yönetmeyi artık hiç beceremiyor. Zira, bu verilere göre,

Velhasıl seçimlerde iktidar partisinin uğraması olası hüsranında başrolü CHP’nin parti olarak etkili muhalefeti değil, önemli bir kısmı AKP seçmeni olan emekliler oynayacaktır, diye düşünüyorum. Hatta muhalefet seçim kampanyasında yerel yönetimle alakalı mevzuları ve İYİ Parti ile DEM Parti’yi diline fazlaca dolamak yerine, iktidar partisi taraftarı olan kesimleri “bir defaya mahsus” olarak hükümeti uyarmaya davet edici mesajlara yer açsa, daha isabetli olur.

10 ay önce girdiğimiz seçim atmosferinde “Kemal Bey, CHP’yi iktidara taşıyacak, o da AKP’den hesap soracak” şeklinde büyük bir beklenti içinde olan epeyce insan vardı. İktidar partisine yönelik öfkelerinin de etkisiyle devlet içi siyasi dinamikler ile son derece katmanlı bir şekilde yürüyen siyasi tasarım operasyonlarını soğukkanlı şekilde okuyamayan bu kesimler, 14 Mayıs’ta geleceği gün gibi aşikâr, tasarlanmış yenilgiyi öngörememekle kalmadılar. Seçim sonrasında partilerinin değişim/yenilenme diye çıktığı yolda, en basitinden daha Hatay depreminin yıkıcı sonuçlarından sorumlu olduğunu düşündükleri zatı dahi saha dışına davet edecek ölçüde feraset sahibi olamadığını gördüler. CHP deyince hantallığıyla ancak toplumda ümit yaratacak alternatiflerin önüne set çekmede mahir olabilmiş muhafazakâr cumhuriyetçi bir yapı anlamamız gerektiğinin ayırdına varanlar da oldu. Onların bir kısmı yerel seçimlerde belki artık TİP, TKP vd. sol partilerin adaylarına oy vermeyi tercih edecektir.

Bunları söylerken, CHP’nin 1970’lerdeki toplumcu belediyecilik tecrübesinin önemini ve o tecrübeyi son yıllarda geliştirerek, yenileyerek ilerleten yerel yönetim anlayışını ve önemini inkâr ediyor değilim. Partinin sosyal politikalarla daha enerjik bir biçimde buluşması yönünde Prof. Dr. Yüksel Taşkın’ın gayretlerini de çok önemli ve kıymetli buluyorum.

Hatta, Tanıl Bora’nın bir yazısında sözünü ettiği “Güven Partisi’nin CHP’nin özü, esası haline gelmesi istidadı” eğer yıkılacak, CHP için bir çıkış imkânı yakalanacaksa bir gün, bunun partinin sosyal demokrat vasıf ve duruşu iddiasını kâğıt üzerinde bırakmayıp güçlendiren bu belediyecilik anlayışının daha da olgunlaşmasıyla gelebileceğini düşünüyorum.

Ama o gün sanırım bugün değil.

Not düşeceğim bir husus da bundan 10 ay hatta 1 yıl önce siyasi kariyerinin bittiği söylenen Ekrem İmamoğlu ile ilgili olsun. 31 Mart’ta yeniden seçilirse, bir anlamda Recep Tayyip Erdoğan’ı sandıkta ikinci kez mağlup etmiş olacak bir İmamoğlu’nun önünde 14 Mayıs 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimine uzanan yepyeni ve çok daha parlak bir sayfa açılacaktır. Dolayısıyla onun daha fazla sosyal demokrat/halkçı icraatlar sergileyerek iddiasını güçlendirebileceği 2028 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri kampanyası, aslında 1 Nisan günü başlamış olacaktır. Tabii eğer seçmen ona da 1 Nisan şakası yapmaya kalkmazsa!

ABD yönetimi tarihinin en büyük yanlışlarından birini Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ondan Brejnev Doktrini’ni ödünç alarak -ya da Sovyet liderliğinden gelmiş bir hediye gibi kabul ederek- benimsemiş olabilir mi?

Amerikan “US News & World Report” dergisinin ilk 10 listesine bakılırsa, Türkiye 10.ncu en etkili orduya sahip ve en zayıf ile en güçlü olduğu alanlar diğer ülkelerdeki gibi çok şey anlatıyor

85 milyonluk Türkiye sahip olduğu düşünce kuruluşu sayısıyla dünya liginde ilk 30’a bile giremediği gibi, kendine bırakın İran ve Yunanistan’ı, bir Romanya, bir Kenya ya da Peru kadar dahi yer açabilmiş görünmüyor.

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Emeklinin sandık gündemindeki “tatlı bir uyarı” - Akdoğan Özkan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Emeklinin sandık gündemindeki “tatlı bir uyarı”

13 0
04.03.2024

Diğer

04 Mart 2024

“Eski Türkiye’de” genel seçimler ile yerel seçimler arasında bir tür “tamamlayıcı” bir ilişki görülebiliyordu. Seçmen yüksek teveccüh göstererek iktidara taşıdığı partinin icraatlarından memnun olmadığında, yerel seçimleri hükümete karşı siyasi nitelikli bir uyarı fırsatı olarak kullanabiliyor, “ayağını denk al, bak mutfaktaki ateş büyüyor” diyebiliyordu. Yerel seçimler adayı daha fazla ön plana çıkarması açısından milletvekili seçimlerinden farklı bir karakter taşısa da yerel meselelerin ağırlığı genel ekonomik gidişattan çok da fazla önemli görülmediği için olsa gerek, bu “ihtar” aracına her ihtiyaç duyulduğunda başvurulabiliyordu.

Yeni Türkiye’nin kimlik siyaseti üzerinden yürüyen politik ikliminin elimizden aldığı şeylerden biri de bu oldu galiba. Zira, son 15 -20 yıldır seçim genel seçim mi, yerel seçim mi, referandum mu, buna bakmadan önünde hazır bulduğu kimlik siyasetinin icaplarıyla hareket eder oldu Türkiye. Gelgelelim, yaklaşan 31 Mart Mahalli İdareler Genel Seçimleri’nin – istisnai bir şekilde de olsa- bu durumu bozabileceğini düşünüyorum. O güne kadar çok radikal bazı gelişmeler olmadıkça, iktidar partisinin taraftarları içinde azımsanmayacak bir kesimin bu “yerel seçim fırsatını” kullanarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile 2019’da yüzde 42,7 oy almış iktidar partisine yerel yönetim adayları üzerinden bir ihtarda, “tatlı bir uyarıda” bulunması sürpriz olmayacaktır.

Her ne kadar toplumun önemli bir kesimi, Erdoğan’ın kendilerine hayat tarzları ve etnik ya da dini aidiyetler, kimlikler üzerinden, yani “kimlik siyaseti” temelinde vazettiği “hasletler” için “bunlar benim kutsallarım” diyerek Erdoğan’ı bu değer ve kimlikler üzerinden benimsiyor ve bu yüzden ondan vazgeçmek istemiyorsa da bu kez “ama şu uyarıyı da yapmış olayım” diye düşünerek iktidar partisinin bazı adaylarına bir hüsran yaşatmayı seçebilir. Çünkü bir kesimin “Reislerine” bir borcu kalmadı, onu önce partisinin, sonra hükümetin, en son da devletin başına taşıdı, “bana şu yetkiyi verin” dediği her yetkiyi verdi. Şimdi sırada ona........

© T24


Get it on Google Play