CHP Genel Başkanı Özgür Özel uluslararası alanda birçok kesimle ilişkileri olduğunu, yurtdışı temaslarından önce Dışişlerinden brifing almasının yerinde olacağını söylemiş Erdoğan’a.

Bir ülkede merkezi siyasi iktidar birinci önceliğe sahiptir kuşkusuz. Ama hayatın sadece bununla dönmediğini, iktidar mekanizmalarının karmaşık kurumlar ve güç odakları tarafından biçimlendirildiğini de biliyoruz. Türkiye’de uzun AKP’li yıllar boyunca “merkez ilçeler” diyebileceğimiz belediyeler neredeyse mutlak biçimde CHP’nin elinde kaldı. 2019’dan sonra üç büyükşehrin muhalefette olduğu ilginç bir yapı oluştu. 2024’te “muhalefetin iktidarı” kervanına bir dizi büyükşehir, il ve ilçe belediyesi daha katıldı.

Burada daha önceleri, siyasi iktidarın merkezi hükümete ek olarak yerel yönetimleri de kapsadığını ve aslında AKP döneminde bir işbölümünün oluştuğunu yazmıştım. Bu işbölümü 2019’da çarpıcı hale gelmiş, son seçimle birlikte bir dipnota sıkıştırılamaz ölçülerde gelişmiştir. Bu kadar belediyeyi kontrolünde tutan bir parti artık sadece muhalefette değildir. Artık sadece yerel yönetimlerde güçlü olduğunu söylemek de yetmez. CHP, o karmaşık siyasi iktidar yapısının önemli unsurlarından biridir. Özel, dışişlerinin alanını da paylaşmayı talep ederek bu gerçeği dile getirmektedir.

İşte bu yeni durum, iktidar ve muhalefet kavramlarının geçmişten gelen içeriğiyle açıklanamaz. Geçmişte hangi partinin nerede konumlandığı belliydi. Parlamenter koalisyonlarla kimi zaman bir grup parti iktidarı paylaşırdı. Yerel yönetim dediğimiz ise sadece yerel yönetimdi. Belediye hizmetlerinin neo-liberalizmde kamu hizmeti, toplumun ihtiyaçları ve halkın örgütlenmesi gibi kategorilerden tamamen kopartılıp piyasalaştırılması, belediyeleri piyasa aktörleri ve düzenleyicileri haline getirmiştir. Bunlar hem birer devasa holdingdir, hem de kendi ölçeklerinde ekonomi yönetiminin merkezini oluşturmaktadır.

Yukarıda hatırlattığım, neredeyse her zaman CHP’de kalmış “merkez ilçeler” burjuva düzeninin ve egemenliğinin yeniden üretimi açısından kritik rollere sahip olageldiler. Modern yaşamın alanıydılar; öncü tüketim alışkanlıkları, yeni hizmet sektörleri buralarda gelişiyordu. Büyük kitleler için vazgeçilmez geçiş noktalarıydı. Kültürel ortam bütün gelişkinliği ve dejenerasyonuyla buralarda temsil ediliyordu… Doğrusu, AKP’nin buralarda pek de etkili olmadan gösterdiği ülkeyi belirleme becerisi kutlanmaya değer! Tabii bu eşitsizlik hali, AKP’nin “elitlere karşı bir tür halk hareketi” olarak yutturulmasına da malzeme sunmuş, yani işe yaramıştır…

Artık son seçimden sonra bu eşitsizlik sürdürülemez hale gelmiş bulunuyor. Bu CHP’nin ana muhalefet olarak adlandırılması siyasal yapıyı açıklayamayan bir kavramlaştırma olur.

Yeni durumun başka habercileri yıllardır var. AKP merkezli iktidarın siyasi parti olmayan ama geleneksel güç odaklarından da ibaret olmayan partnerleri ortaya çıktı. Örneğin sermayenin bir sınıf olarak siyasete geleneksel müdahale imkânlarının ötesinde, tekil burjuvalar devletle birebir ilişkiler kurdular. Tarikatlar, uluslararasılaşmış mafya, tekelleşmiş medya yine iktidarın olağan unsurlarına dönüştüler. Bunları bildik “hamili kart yakinimdir” esprisiyle açıklamak fazla basite almak olur. Geçmişte kayırmacılık, kliantalizm, nepotizm zayıf kurumsallıklarla birlikte nefes alıp verirdi. Kapitalizm bunları yeniden biçimlendirerek içselleştirmiş ve normalleştirmiş bulunuyor. Burjuva devrimlerinin yolunu açtığı ve işçi sınıfının mücadelelerinin etkisiyle tarihsel kazanımlara dönüşen yurttaş katılımı, kurumsal denetim gibi mekanizmaların tasfiyesi de tamamlandı.

Bu etkin ilişki ağına yerleşmek için bir hükümet koalisyonunun üyesi olmak gerekmiyor. Gevşek, tanımsız bir etkileşimler yumağı, çeşit çeşit öbeğin ağırlık kazanmasına ve yine bunların kimilerinin kolayca kenara itilmesine de olanak vermektedir.

Siyasette ise parti programı, ideoloji, ilkeler, kurumsallıklar gibi unsurlar çoktan geri planlara itildi. AKP’li yıllarda iktidarın dümenini tutan Erdoğan’ın muhalif ve mağdur rollerine kaç defa soyunduğunu sayamayız! İktidar sistemi ne kadar karmaşıklaşırsa, bu tür mağduriyet rolleri için kendilerine o kadar kolay inandırıcı gerekçe bulabilmekteler.

Ekonomiyi başkaları bozmaktadır, AKP düzeltecektir. Siyaseti başkaları istikrarsızlaştırmaktadır, AKP düzeltecektir. Batıyla ilişkileri başkaları bozmaktadır, AKP düzeltecektir. Rusya ile ilişkilere başkaları kurşun sıkmıştır, AKP düzeltecektir…

Hal böyle olunca siyasi partiler de eski anlamda parti olmaktan çıkmıştır. Bugün AKP de CHP de, içinde çok sayıda tarafın konumlandığı ve mücadele ettiği organizmalar. AKP’nin dinci-millicileriyle Atlantikçileri olduğu gibi CHP’nin de dinciliği dışlamayan ulusalcıları ve Atlantikçileri var. Bu durumda adları örnek niyetine geçen iki parti birbirinin karşıtı olmaktan da çıkmaktadır…

CHP bu tuhaf sistemde yerel yönetimler alanının nimetlerini çok eskiden olduğu gibi kendine saklamak durumunda değildir. AKP’nin müteahhitler ordusunu, muhalefete kaptırdığı yerleşimlerden çekecek hali olmadığı gibi CHP’li belediye başkanları da bakanlarla birlikte çalışacaktır.

CHP, AKP’nin ekonomi yönetimini desteklemektedir. Bu tutum, gemi batarsa faturayı başkasına kesmekle açıklanamaz. Türkiye kapitalizminin sorunlarına çözüm aranırken emekçilerin sırtına basılması sadece AKP’ye değil sisteme ait bir karardır.

CHP, dış politikada rol istemektedir, diye başlamıştık. Bunda anormal bir şey yoktur, Tel Aviv ve Washington’dan yetişme, dışişleri bakanlarının özel kalemi Namık Tan ile Hakan Fidan ve arkadaşlarını hangi ilke ayırıyor olabilir?

CHP Saray’ın koltuğunu saygın bulmakta, devletten brifing istemekte ve eşzamanlı olarak emeklilerin, öğretmenlerin sesi olma iddiasını ortaya atmaktadır. Erdoğan hükümette mağdur-muhalifi nasıl oynamışsa, Özel de rolleri birbirine katmayı denemekte özgürdür. Böylece CHP aynı anda hem düzenin hem de düzenin yok saydıklarının temsilciliğine oynamaktadır. Bu oyun yıllarca tutmamış mıdır?

Bu tablonun zayıf bir noktası kuşkusuz var. Bütün sayılanlar patronlar sınıfının mülksüzleri sömürüp yönetmesi içindir. İşte o emekçilerin bu çemberi kırıp dışarı çıkmaları mümkündür ve bu doğrultuda atılacak adımlarla söz konusu sistem onu var edenlerin başına çökertilebilir.

* * *

Dün sevgili Oğuz Oyan soL portalda yakın zamanda kaybettiğimiz Ercan Eyüboğlu’nu yazdı. Bana da bir ek yapmak düştü…

Nâzım Hikmet Akademisi’ni 2009 sonbaharında açtığımıza göre Ercan Eyüboğlu ile bundan az önce tanışmış olmalıyım. NHA, şairin adını taşıyan Kültür Merkezinin bünyesinde, Kadıköy’de bir dönem yürüttüğümüz çok keyifli, öğretici bir çalışmaydı.

Eyüboğlu Galatasaray Üniversitesinde öğretim üyesiydi. Aynı bölümde görev yapan Burak Gürbüz NHA Sosyal Bilimler bölümünde yer almayı kabul etmişti. Galatasaray’a Burak’la görüşmeye mi yoksa Ercan Hocayla tanışmaya mı gittiğimi hatırlayamıyorum. Galiba birincisi öncelikliydi de, ikinciyi bu vesileyle hemen gündeme almıştık. Görüştük, tanıştık. NHA’da ders verdi, Sosyal Bilimler bölümünün tasarlanmasına katkıda bulundu.

O ara ben solun tarihi üzerine bir kitap hazırlıyordum. Hoca Fransa’da yazmış olduğu tezini hemen yolladı: Parti Ouvrier de Turquie – TİP, 1961-1971: Forces désarmées face aux forces des armées. Yararlandığım bu çalışmanın orijinal başlığını nasıl Türkçeleştireceğimi kısaca tartışmıştık. Kitapta da bir dipnotta belirtmiştim:


Kitabın adını Ercan Eyüboğlu’nun fazla coşkulu olmayan onayıyla Türkçeleştirdim. Fransızcadaki kelime oyununun çevrilmesinin mümkün olmadığının farkındayım. Fransızcada ‘orduların gücü’ ile ‘silahsızlandırılmış güçler’ aynı sesi veriyor. Tam sadık bir çeviriyle ‘… Orduların Gücü Karşısında Silahsızlandırılmış Güçler’ demek gerekirdi, ancak bu Fransızcadaki espriden büsbütün uzaklaşmaya neden olurdu…

Benim tercihim “Silahların Gücü Karşısında Silahsızlandırılmış Güçler” idi. Ercan Hoca tezinin Türkçeye kitap olarak kazandırılmasına da isteksiz davrandı. Çalışma eski bir tarihte, ilgili Fransız kamuoyuna yönelik yapılmıştı...

Marksist bir aydınlanmacı için öğrenmenin yaşı yoktu. Kültür merkezinde birlikte Osmanlıca atölyesinin öğrencisi olduk. Sınıfın diğer katılımcıları arasında sonradan eşi olan Esen ve birkaç yıl önce yaşamını yitiren Ali Önder Öndeş de vardı. Hocamızsa Şeyda Oğuz’du. Yazışmalarımıza baktım da, Sevgili Şeyda’nın telefon numarasını kaybetmiş, benden istemiş bir nedenle; 13 Mayıs 2022’de…

Oğuz Oyan yazısında “Lazoğlu”nun Dayanışma Meclisi’ne aktif olmayan katılımından söz etmişti. Ercan Hoca mazeretini bana da yazmış: “Sevgili Aydemir, bugün benim dünya günüm, yani artık bastonla dolaşabiliyorum! Dayanışmadan arada iletiler alıyorum, ama aktif bir katılımım olamıyor, zira…” diye başlayarak…

Sevgiyle, saygıyla

QOSHE - Kim iktidar, kim muhalefet? - Aydemir Güler
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kim iktidar, kim muhalefet?

58 1
11.05.2024

CHP Genel Başkanı Özgür Özel uluslararası alanda birçok kesimle ilişkileri olduğunu, yurtdışı temaslarından önce Dışişlerinden brifing almasının yerinde olacağını söylemiş Erdoğan’a.

Bir ülkede merkezi siyasi iktidar birinci önceliğe sahiptir kuşkusuz. Ama hayatın sadece bununla dönmediğini, iktidar mekanizmalarının karmaşık kurumlar ve güç odakları tarafından biçimlendirildiğini de biliyoruz. Türkiye’de uzun AKP’li yıllar boyunca “merkez ilçeler” diyebileceğimiz belediyeler neredeyse mutlak biçimde CHP’nin elinde kaldı. 2019’dan sonra üç büyükşehrin muhalefette olduğu ilginç bir yapı oluştu. 2024’te “muhalefetin iktidarı” kervanına bir dizi büyükşehir, il ve ilçe belediyesi daha katıldı.

Burada daha önceleri, siyasi iktidarın merkezi hükümete ek olarak yerel yönetimleri de kapsadığını ve aslında AKP döneminde bir işbölümünün oluştuğunu yazmıştım. Bu işbölümü 2019’da çarpıcı hale gelmiş, son seçimle birlikte bir dipnota sıkıştırılamaz ölçülerde gelişmiştir. Bu kadar belediyeyi kontrolünde tutan bir parti artık sadece muhalefette değildir. Artık sadece yerel yönetimlerde güçlü olduğunu söylemek de yetmez. CHP, o karmaşık siyasi iktidar yapısının önemli unsurlarından biridir. Özel, dışişlerinin alanını da paylaşmayı talep ederek bu gerçeği dile getirmektedir.

İşte bu yeni durum, iktidar ve muhalefet kavramlarının geçmişten gelen içeriğiyle açıklanamaz. Geçmişte hangi partinin nerede konumlandığı belliydi. Parlamenter koalisyonlarla kimi zaman bir grup parti iktidarı paylaşırdı. Yerel yönetim dediğimiz ise sadece yerel yönetimdi. Belediye hizmetlerinin neo-liberalizmde kamu hizmeti, toplumun ihtiyaçları ve halkın örgütlenmesi gibi kategorilerden tamamen kopartılıp piyasalaştırılması, belediyeleri piyasa aktörleri ve düzenleyicileri haline getirmiştir. Bunlar hem birer devasa holdingdir, hem de kendi ölçeklerinde ekonomi yönetiminin merkezini oluşturmaktadır.

Yukarıda hatırlattığım, neredeyse her zaman CHP’de kalmış “merkez ilçeler” burjuva düzeninin ve egemenliğinin yeniden üretimi açısından kritik rollere sahip olageldiler. Modern yaşamın alanıydılar; öncü tüketim alışkanlıkları, yeni hizmet sektörleri buralarda gelişiyordu. Büyük kitleler için vazgeçilmez geçiş noktalarıydı. Kültürel ortam bütün gelişkinliği ve dejenerasyonuyla buralarda temsil ediliyordu… Doğrusu, AKP’nin buralarda pek de etkili olmadan gösterdiği ülkeyi belirleme becerisi kutlanmaya değer! Tabii bu eşitsizlik hali, AKP’nin “elitlere karşı bir tür halk hareketi” olarak yutturulmasına da malzeme sunmuş, yani işe yaramıştır…

Artık son seçimden sonra bu eşitsizlik sürdürülemez hale gelmiş bulunuyor. Bu CHP’nin ana muhalefet olarak adlandırılması siyasal yapıyı açıklayamayan bir kavramlaştırma olur.

Yeni durumun başka habercileri yıllardır var. AKP merkezli iktidarın siyasi parti olmayan ama geleneksel güç odaklarından da ibaret olmayan partnerleri ortaya çıktı. Örneğin sermayenin bir sınıf olarak siyasete geleneksel müdahale........

© soL


Get it on Google Play