“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd- 20)

Çarşamba

Almanların efsane Formula 1 pilotu M. Schumacher’in kitabında anlattığı ilginç bir anekdot var. Anekdot şöyle: Efsane pilot, gittiği ülkelerden birinde bir şehirden diğerine seyahat etmek istemektedir. Bunun için o şehri tanıtan bir harita edinir ve yolculuğa çıkar. Şehre vardığında bir istasyonda durur. İstasyonun karşısında bir kilise vardır. Merak edip haritasına bakar ancak haritada bu kilise görünmez. Haritada birçok kilise vardır ama bu kilisenin olmaması ya bir unutkanlık ya da başka bir nedenle mi konmamış diye birisine sormak ister. Çevirdiği kişiye durumu izah eder. Sorduğu kişi, dikkatli bir şekilde dinledikten sonra açıklar.

“Bu kilise yaşayan bir kilise, içerisinde ibadet ediliyor ve o nedenle elinizdeki haritada yok. Diğer kiliseler ise müzeye dönüştürüldüğü için o haritada görülmektedir” der. Schumacher, bu olaydan sonra şöyle der; “Bir gün dünyada var olan bir gerçeklikle karşılaşırsınız, o gerçeklik ne okulda ne de haritada yer alan gerçekliktir.”

Perşembe

“Evvel başta, akıl peşinde, izan

Adaletsiz izan, izan olamaz

Semada melekler, zeminde insan

Adaletsiz insan, insan olamaz.”

(Âşık Ümmani Can)

En yüksek işsizlik oranı,

En yüksek borç stoku,

En yüksek faiz,

En yüksek cari açık,

En düşük tarımsal üretim,

En düşük gelir gerçekleşmesi,

En kötü gelir dağılımı…

Listeyi daha da uzatabiliriz. Hele uzun zaman takınılan ‘işler yolunda’ algısı artık işlemez hale geldikten sonra; ‘yine biz yaparız’ gibi ifadeler artık halktan bir karşılık bulamıyor. İstikrarlı bir şekilde kötüleşen ekonomi sonrası artık iktidar çevrelerinde gözden düşen bir kavram olarak “istikrar” aslında en başından beri aynı yerde duruyor. Üstü örtülse de bu iktidar hangi amaçla kurulduysa istikrarlı bir şekilde bu amaca hizmet edip, ülkeyi bu hale getirdiler.

Hukukun işlemediği, denge denetimin olmadığı kurumların ağırlığını yitirdiği bir yapı bozumu görebiliyoruz. Nihayetinde ekonomi de bozulup konu mutfağı tehdit eder hale geldiğinde istikrar çağrısının bir karşılığının kalmadığını gösteriyor. Alım gücü düşen, yoksulluk sınırının giderek artması ve açlık sınırının geldiği nokta herkesi yeni bir şeyler yapmaya zorluyor.

Havuz medyasına baktığınızda herkesin keyfi yerinde, kimsenin sıkıntı yaşamadığı yönünde yapılan haberler de alıcı bulamayınca onlar da aslında ‘ekonomi kötü’ deme gibi bir noktaya gitmeye başladılar. Özellikle yerel seçimlerin ardından ortaya çıkan şaşkınlık, kafa karışıklığı ve yeni konjonktüre göre konumlanma yarışına giriyorlar. Kim nerede konumlanırsa konumlansın gariban halkın canı her geçen gün daha çok yanıyor. Kamuda tasarruf olacağına kimse inanmıyor. Ortaya çıkan haberler de bunun sözde kalacağını gösteriyor.

Cuma

“Ben merd-i meydan

yani toprağın ve kanın gürzü

güllerin bin yıllık mezarı bendedir

yukardan bakarım efendilerin pusatlarına

insanların bütün sabahlarını merak ederim

gök hırpalanmaktadır merakımdan

ıtır kokan benim yumruklarımdır

benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.

Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara

vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın

vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa

Zülküf de vursun.

Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.”

(İsmet Özel-Evet, İsyan)

Öğrenciler giderek çoğalıyor. Her geçen gün daha fazla beyaz Amerikalı öğrenci eylemlere katılıyor. Giderek daha önemli bir gündem maddesi haline geliyor eylemler. Bugünlerde herkes hayatlarındaki en önemli işi ifa ediyordu. Kızgınlar, üzgünler ve hakikatleri yıpranmıştı, öyle söylemişti bir öğrenci eylemlere katıldığı ilk gün arkadaşlarına. Dünyanın diğer bir ucundaki olayları artık önemsiz ya da gerçeği eğerek bükerek gösteremiyordu politikacılar. En çok da bu ikiyüzlü tavırlara bozuluyorlardı. Aylar geçmişti, artık eylemlerini bir avuç öğrenci diyemeyecekleri kadar büyütmüşlerdi. Ve gerçeği çuvallarda gizleyemiyordu televizyonlar. Çünkü vicdanlar, hele genç vicdanlar çuvallara sığmıyordu.

Bugün üniversitenin yönetimi daha da sinirli görünüyordu. Dün gece üniversitedeki en büyük Hall’un duvarına lazerle, “From the river to the sea, Palestine will be free” yazdırmışlardı. Bunu artık yasaklı, anti semitik bir ifade olarak geçirmeye çalışıyorlar politikacılar. Hatta her şey kritik edilebilir ama İsrail kritik edilemez diye önlerine bir put koyuluyordu. Ama bu genç çığlık bu putları da yıkacak. Dünkü tornadodan sonra kampüsteki eylem olabildiğince kalabalık bir şekilde devam ediyordu. Bugün İsrail destekçileri birçok göstericiye saldırdı. Polis adeta izledi. Sanki öfkelerini alsınlar diye bekledi. Üstelik mağdur durumda olan Filistin destekçilerine güç kullandı, gaz sıktı. İlk kez böylesi bir müdahale ile karşılaşmışlardı ama yaşadıkları her olay, haklılıklarını bir kez daha kanıtlıyordu.

Biraz hırpalanmış bir şekilde taş basamaklara oturmuşlar, birbirlerini kontrol ediyorlardı. Kimsenin bir yerine bir şey olmuş mu diye. Basamaklar biraz nemli ve rahatsız ediciydi. Ama bunu önemsemiyorlardı çünkü Filistin’de durum daha da ağırdı. Açlık eylemlerine başlayıp başlamamayı konuşmuşlardı birkaç gün önceki toplantıda. Yavaş yavaş ortam sakinleştikçe basamaklarda oturmaya geliyorlardı. Bazılarının gazdan gözlerinde yanmalar vardı. Bazılarında darptan kalıntılar. Ama hepsi de gururlu bir şekilde hiçbir yara bereyi önemsemiyorlardı. Barikatın diğer tarafında kalanların öfkesi dinmemiş, küfürler, tehditler havalarda uçuşuyordu.

İçlerinden birisi olup biteni anlamlandıramadığı için soruyordu; ‘Bu gerçekleşen nasıl bir olay?’ Dünyanın dört bir yanında insanlar aynı soruyu yöneticilerine rağmen sormaya başladılar. Öğrenciler ayakta, genç vicdanlar direniyor ve haykırıyor: ‘Vicdanları bastıramazsınız!’

Cumartesi

“Hakikat bağında bülbül oldunsa

Gösterme bir kara gülün, gizli tut,

Sevda ile hali müşkül oldunsa;

Zahir etme, bu ahvalin, gizli tut.

Bağlanıp dünyaya tenin bezetme,

Hak variken yardım kuldan gözetme

Görürsen bir haram elin uzatma,

Kır kolun, kanadın elin, gizli tut.

Halim ol, ahlakta her söze, şişme

Her olur olmaza, çıbanı deşme,

Kıymet bilmeyene bahçeyi, açma,

Hesabınca harca, malın, gizli tut.”

(Âşık Ümmani Can)

“Hayatın kıyısında durup gelen geçen her şeyi eleştirir bir halde bulmuyor muyuz kendimizi?” diye sorunca arkadaşım. Bir müddet sessiz kalıp düşündüm. Sonra hak verdim. Bir müddet daha kendimi yokladım. Hatırladığım kadarıyla bir metinde şöyle bir şeyler geçiyordu: “Kıyıda durup denizde yalpalayan gemileri seyretmek hoş bir şeydir; bir şatonun penceresinden aşağıdaki bir savaşı, savaşanların serüvenlerini gözlemek hoş bir şeydir ama hiçbir şey hakikatin durduğu yerde durup aşağı vadideki yanılmaları, koşuşmaları, sisleri, gözlemekten hoş değildir.” Bir şeyin kıyısından ancak yanılsamalarla hakikati anlamaya, tanımaya çalışmak ile ancak yorumladığımız şey kadar hakikat tarif edebiliriz. Çoğunlukla yanılgılarımız yaralarımızın nedeni olmaktadır. Onun için dilimizdeki yaralar, yanılgılarımızın bir sürecidir.

Bu nedenledir ki dil en önemli araçtır ve bizim bütün bağlantımız dil iledir. Dil kirlendikçe anlam da kirlenebilir. Dil bizim ortak paydamızdır. İnsanları bir arada tutan, birleştiren en önemli öğedir. Dil bize kimliğimizi, kişiliğimizi verir. Bugün bu kadar hızlı bir şekilde dilin değerini kaybetmesine göz yummamak gerekir. Dil bizim gayretlerimizle güçlenir ya da zayıf düşer. Dil ile gelişir, güçlenir ve yol alır her medeniyet. Düşünceler dil ile gelişir. Kavramlar dil ile yürür. Darlık zamanlarının en belirgin özelliği dilin çatışmacı, kavramların içinin boşaltıldığı ve zehirli birer ok gibi muhatabına doğru yönlendiği zamanlarda anlarız. Bütün bunlar küçülmenin de zayıflığın da temel belirtileridir.

Böylesi zamanlarda insanların zihinleri ufalanmaya başlar. İnsanların beyinleri ufalıyor diye değerler hemen ufalanıp sefil amaçlara alet edilerek tanınmaz hale getirilir. İçinden geçtiğiniz zamanların kritiğini doğru yaptığınızda bu hakikati tüm çıplaklığı ile görürsünüz. Yeni bir şey söylemek zamanın taleplerine gözleri açıp, kulak vermektir. Yoksa onlara boyun eğmek değildir. Bu bakımdan seyreltilmiş, içinde hakikatten çok yanılgı barındıran her şey dil ile dökülür evvela… Onun için nerede durduğumuz da ne yaptığımız ya da yapmadığımız kadar önemlidir. Görüntüler aldatıcı olabilir. Doğru mesafede olmak kıymetlidir. Âşık Ümmani babanın dediği gibi; ‘Ayık ol kapılma nefsin fendine / Görüp görmediğin taşlama sakın / Mağrurlanıp benim deme kendine / Olur olmaz bohça şişleme sakın.’ Hoşça bakın zatınıza…

QOSHE - Vicdanları bastıramazsınız - Mehmet Biten
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Vicdanları bastıramazsınız

15 0
05.05.2024

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd- 20)

Çarşamba

Almanların efsane Formula 1 pilotu M. Schumacher’in kitabında anlattığı ilginç bir anekdot var. Anekdot şöyle: Efsane pilot, gittiği ülkelerden birinde bir şehirden diğerine seyahat etmek istemektedir. Bunun için o şehri tanıtan bir harita edinir ve yolculuğa çıkar. Şehre vardığında bir istasyonda durur. İstasyonun karşısında bir kilise vardır. Merak edip haritasına bakar ancak haritada bu kilise görünmez. Haritada birçok kilise vardır ama bu kilisenin olmaması ya bir unutkanlık ya da başka bir nedenle mi konmamış diye birisine sormak ister. Çevirdiği kişiye durumu izah eder. Sorduğu kişi, dikkatli bir şekilde dinledikten sonra açıklar.

“Bu kilise yaşayan bir kilise, içerisinde ibadet ediliyor ve o nedenle elinizdeki haritada yok. Diğer kiliseler ise müzeye dönüştürüldüğü için o haritada görülmektedir” der. Schumacher, bu olaydan sonra şöyle der; “Bir gün dünyada var olan bir gerçeklikle karşılaşırsınız, o gerçeklik ne okulda ne de haritada yer alan gerçekliktir.”

Perşembe

“Evvel başta, akıl peşinde, izan

Adaletsiz izan, izan olamaz

Semada melekler, zeminde insan

Adaletsiz insan, insan olamaz.”

(Âşık Ümmani Can)

En yüksek işsizlik oranı,

En yüksek borç stoku,

En yüksek faiz,

En yüksek cari açık,

En düşük tarımsal üretim,

En düşük gelir gerçekleşmesi,

En kötü gelir dağılımı…

Listeyi daha da uzatabiliriz. Hele uzun zaman takınılan ‘işler yolunda’ algısı artık işlemez hale geldikten sonra; ‘yine biz yaparız’ gibi ifadeler artık halktan bir karşılık bulamıyor. İstikrarlı bir şekilde kötüleşen ekonomi sonrası artık iktidar çevrelerinde gözden düşen bir kavram olarak “istikrar” aslında en başından beri aynı yerde duruyor. Üstü örtülse de bu iktidar hangi amaçla kurulduysa istikrarlı bir şekilde bu amaca hizmet edip, ülkeyi bu hale getirdiler.

Hukukun işlemediği, denge denetimin olmadığı kurumların ağırlığını yitirdiği bir yapı bozumu görebiliyoruz. Nihayetinde ekonomi de bozulup konu mutfağı tehdit eder hale geldiğinde istikrar çağrısının bir karşılığının kalmadığını gösteriyor. Alım gücü düşen, yoksulluk sınırının giderek artması ve açlık sınırının geldiği nokta herkesi yeni bir şeyler yapmaya zorluyor.

Havuz medyasına baktığınızda herkesin keyfi yerinde, kimsenin sıkıntı yaşamadığı yönünde yapılan haberler de alıcı bulamayınca onlar da aslında ‘ekonomi kötü’ deme gibi bir noktaya gitmeye başladılar. Özellikle yerel seçimlerin ardından ortaya çıkan şaşkınlık, kafa karışıklığı ve yeni konjonktüre göre konumlanma yarışına giriyorlar. Kim nerede konumlanırsa........

© Milli Gazete


Get it on Google Play