Günümüzde devletlerin, kurumların ve şahısların, hedefe varmak için izledikleri yolu, yöntemi, stratejiyi, taktiği vardır.
Veya hiçbiri yoktur, çıkarı nerede ise o, oradadır
Bu yöntemler de, ya insanlar tarafından belirlenen stratejilerdir ve duruma göre geliştirilen stratejilerdir.
Ya da yaratanın koyduğu kurallara göredir.
Eşyanın, yani insanın dışında yaratılan her şeyin yönetim yönteminde yaratanın kurallarına uymak gerektiği gibi, insanların sevk ve idaresinde de yine insanı yaratan Allah celle celalühün haber verdiği kriterlere göre yönetilmesi gerekir.
“Bu da nereden çıktı” demeyin.
Şu anda sizin ten ve canınız üzerinde kalbinin tiktaklarını çalıştıran, kanınızı kılcal damarlara kadar götüren, sizin sayısını bilmediğiniz hücrelere lazım olan gıdayı sağlayan Allah celle celalühtür.
Teniniz ve canınızın yönetimini, hangi devlete veya şahsa, bir saatliğine devredebilirsiniz?
İşte peygamberler, Allah’ın hakimiyyetini tebliğ ederek, Firavunlaşmış insanların şahsi çıkarları için insanları kula kul olmaktan, onlara bu dünyayı da zindan etmekten kurtarmak için ve iki dünyalarını güzelleştirmek için gönderildiler.
Tarihçiler kahramanların yetişmesini iki görüşe ayırıyorlar:
1- Çevrenin etkisi altında yetişen kahramanlar.
2- Çevreyi etkileyen kahramanlar.
Bilim adamları veya fikir akımlarının liderleri, “Tavuk mu yumurtadan çıkmıştır, yumurta mı tavuktan çıkmıştır?” sorusundaki ayrım gibi götürürler bu tartışmayı.
Aynı tartışma Fatih Sultan Mehmet için de geçerlidir.
Şartlar mı Fatih’i oluşturmuştur? Yoksa Fatih mi şartları oluşturmuştur da ünlü bir devlet başkanı olmuştur münakaşası devam etmektedir.
Peygamber Efendimiz’in hayatını yazanlardan da bu iki görüşten birine bağlananlar vardır.
Meselâ çevre etkisinde yetişiyor diyenlerden, Türkçeye de tercüme edilmiş bir iki kitap vardır.
Bu görüşü benimsemiş, bütün olayları ona göre değerlendirmiş.
Bunlar, ilk başta Peygamber Efendimiz’in yetiştiği çevreyi, jeopolitik, ekonomik ve eğitim yönüyle konumunu evvela bir belirtiyor.
Mekke’nin konum itibarı ile ticaret bakımından çok hareketli bir yer olduğunu, şiir yarışmalarının yapıldığı, birincilik alanların şiirinin Kâbe’ye asıldığı bir ortamda Peygamber Efendimiz’in yetiştiğini ve bu sebeple de çok kültürlü olduğunu söylüyorlar.
Ve çocukluk hayatında, süt annesi Halime’ye verildiğini, onunla beraber çeşitli vadilerde, çeşitli köylerde, kasabalarda, yaylaklarda, sulaklarda dolaşması nedeni ile tabiat hakkında bilgiye sahip olduğunu ve bunların etkisinde kaldığını, çok güzel yetiştiğini söylüyorlar.
Bunu söyleyenler, “Çevre, insanı yetiştirir” diyenlerdir.
Ötekiler yani “Kahramanlar, çevreyi etkilerler” diyenler ise aynı şekilde bir tavır ortaya koyuyorlar.
Mekke için şunları söylüyorlar: “Mekke, kum denizinin ortasında küçücük bir şehirdi. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdi. Böyle bir ortamda Peygamberimiz dünyaya geldi. Kur’an-ı Kerim’de İbrahim Sûresi’nde de belirtiliyor bu.
İbrahim Aleyhisselam:
“Rabbimiz, ben neslimden bir kısmını korunmuş evinin (Kâbe'nin) yanında, ekin bitmeyen bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı kılsınlar diye (oraya yerleştirdim). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyleder kıl. Onları meyvelerle rızıklandır, umulur ki şükrederler.” (İbrahim Sûresi, ayet 14/37)
Öyle bir toprak ki atılan tohumu yeşertmiyor. Yahudiler gelmemiş, Hıristiyan çok az; halk genelde putperest. Ayrıca putperestlikten nefret eden kendi haline yaşayan, fetret dönemi insanları dediğimiz hiçbir şeye ibadet yapmayan ama eskiden beri duydukları bir Allah inancı taşıyan Hanifler var.
Geçmiş peygamberler hakkında biraz malumatları da var.
Meselâ Varaka, onlardandır. Hz. Hatice validemizin amcasıdır.
Kus bin Saide, o tür insanlardandır. Bu insanların bir Allah inancı mevcut, fakat Kur’an’ın istediği bir şekilde bir iman değil bu.
Peygamber Efendimiz’in (S.A.V.) Tevrat veya İncil hakkında bilgisi yok. Çünkü Mekke’de ne bilen vardır ne de İncil’i okuyan. Böyle bir ortamda yetişiyor. Çevreyi komutan etkiler fikrini ileri sürenlerin dedikleri bu.
Büyük İskender’in askerleri, Hindistan’a kadar ilerlemişler, fakat kum denizine, Mekke’ye hiç uğramamışlar.
Bu ortamda Peygamber Efendimiz yetişmiş ve kendisine kırk yaşında peygamberlik verilmiş, vahşi insanları medeni yapmış. Dünyanın en büyük inkılâbını da Peygamberimiz gerçekleştirmiş ve Yakın Çağı başlatmıştır.
Biz de mekânları, zamanları ve insanları yaratan Allah celle celalühün kulu, O’nun Rasülü’nün ümmeti olarak, çağın sorunlarını, çağları yaratanın bize gösterdiği yolda, peygamberinin örnekliğinde çözmeye başlayıverelim.