Rabbimize hamdolsun, her sene ülkemizde basılan ve satılan kitaplar arasında birinci sırayı hep Kur’an-ı Kerim’in yazılı hali olan Mushaf almaktadır.
Okunma konusunda da birinciliği alır.
Zaten “kitap” denildiğinde ilk akla Kur’an gelmelidir.
Diğer kitaplar, içeriğiyle ad alır. Mesela, matematik kitabı, fizik kitabı, kimya kitabı, şiir kitabı gibi.
En çok basılmasına, en çok okunmasına rağmen, en az anlaşılan kitap haline getirmişiz Kur’an-ı Kerim’i.
Hâlbuki Rabbimiz, birçok ayetinde, “Akledesiniz, tefekkür edesiniz, tedebbür edesiniz, hayatınızı ona göre yaşayasınız diye indirildiğini” haber vermişti.
Kur’an-ı Kerim’i anlamadan okumak ağza su alıp da boşaltmak gibidir.
Kur’an-ı Kerim’i anlamak, kavramak ve onu insanlara öğretmek için tertemiz bir akla gerek vardır.
İnsanlar içerisinden “fetanet” sıfatı verilen en akıllı olan ve Kur’an için seçilen Sevgili Peygamberimize, aklı veren de Allah (C.C.). Onu seçen de Allah ve ilk emri “Oku” buyuran da Allah celle celalüh.
Kur’an’ın ilk emrinde okumak var, kalem var ve bilmediğini öğrettiğini hatırlatmak vardır.
Demek ki insan için en önemli malzemelerden biri de okumak ve yazmaktır.
Çünkü okumak emrediliyor ve sana kalemi öğreten Rabbinin adıyla oku. Okumaya ve yazmaya dikkatimiz çekiliyor.
İki şeyi çok iyi okuyacağız:
1-Allah’ın teşrii kanunu olan Kur’an-ı Kerim’i okuyacağız. Okurken elimiz, dilimiz, gözümüz, gönlümüz başka yerde olmayacak, okuma ve anlamada Peygamberimiz örneğimiz olacak, şairin dediği gibi olmayacak:
“Leb zikirde, gönül fikri cihanda
Arada kaldı sübha-i mercan mütereddit.”
Yani eline mercandan olan teşbihi ile zikir yaparken gönlü dünyalık peşinde koşturan adamın zikri gibi olmasın. El tespih çekerken gönül dünyayı dolaşmaya çıkarsa tespih de durur ve eline mi uyayım, gönlüne mi diye dururmuş.
Tespih çeken adamlara bakarsanız arada bir eli durur.
İşte orada gönlü başka bir şeyin peşindedir.
Kur’an okuyuşunda böyle bir okuyuş olmamalı.
Bunun faydası olmaz mı, olur.
Diliniz ıslanıyor demektir, ama yutamıyorsunuz, ağzınızdan geri dönüyor, boğazdan aşağı hiçbir şey gitmiyor.
Suyu ağzına alıyor, ağzını ıslayıp dışarı atıyor. Manasını anlamadan, üzerinde düşünmeden, Kur’an okuma buna benzer.
Hadis-i şerifler de öyle demiyor mu;
“Onlar Kur’an okurlar ama boğazlarından aşağıya geçmez.”
Adam Kur’an’ın manalarını bilmiyor, günümüz meselelerini Kur’an’ın ışığı altında çözemiyor ve onu hayatına tatbik edemiyor, dilinde tekrar edip duruyor.
İnsan, Kur’an’ı anlamadan okuyarak, ağzına su alıp atan adamın sudan sağladığı yarar kadar bir yarar sağlar.
Rabbimiz, kitabının hakkıyla okunmasını ister:
“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onun hakkını vererek okurlar. İşte onlardır ona iman edenler. Kim ona küfrederse, onlar zarara uğrayanların ta kendileridir” (Bakara süresi ayet 2/121) deniyor.
Yani, “Manasını bilerek, harflerin çıkışına dikkat ederek, helalini ve haramını gözeterek, harf veya kelimelerini indiği gibi okumak ve kelime veya harf değiştirmesi olmadan, yanlış mana vermeden okumak ve amel etmektir.”
“Kur’an, nazım ve manadan ibarettir” diye tarif edilmiş. Hem lafzı hem manası korunmuş.
Eğer Yahudi ve Hıristiyan ilim adamlarına uyarak günümüz gafillerinin dediği gibi, “Önemli olan manadır” deyip de kitabın ilk nazil olduğu dil ile korunmasaydı, Kur’an da dilden dile tercümelerde en iyi tercümanın elinde yüzde yirmi mana kaybına uğrayarak tahrif edilmiş bir kitaba sahip olurduk.
Sahabe ve tabiin ilk günlerden itibaren Kur’an’ı başka dillere çevirmişler ama aslını çok iyi korumuşlar.
Çünkü o manayı nazmın/lafzın içine koyan Allah’tır (C.C.).
Bizim yaptığımız konservelerin hiçbiri, badem kabuğunun kendi özünü hem koruyup hem de beslemesi gibi değildir.
Sevgili Peygamberimiz:
“Kalbinde Kur’an’dan bir şey olmayan kişi harap ev gibidir” buyurmuş. (Tirmizi, sünen, K. Fezailü-l-Kur’an bab 18, hadis 3161)
İnsanın yaşamadığı harabelere yılanlar akrepler gelir yerleşir.
Kur’an’dan uzak kalan kalplere de şeytanlaşmış insanların kötü düşünceleri çöreklenir.
Rabbimiz buyurur:
“Kim Rahman’ın zikrine (Kur’an’a) karşı kör olursa, ona şeytanı musallat ederiz de, o (şeytan) onun arkadaşı olur.” (Zuhruf süresi ayet 43/36)
Mevlana:
“Asa, kör olanların sevgilisidir. (Manaya) kör olanlarda Kur’an’ın sandığıdır.” (Mesnevi, Tahir’ül Mevlevi tercümesi 9098)
“Kur’an dolu bir sandık, yani manasını öğrenmeden Kur’an’ı ezberleyen bir hafız, boş sandıktan daha iyidir.” (T.M. 9099)
“Yine, eşyası olmayan boş bir sandık, fare ve yılan dolu sandıktan iyidir.” (Tahir-ül- Mevlevi 9100)
Çağımızın hastalıklarını Kur’an şifahanesinde tedavi edeceğiz.
Kur’an-ı Kerim’de hepsi vardır, ama eczanedeki ilaç gibidir; alıp da kullanamazsan hiçbir faydası olmaz.
Bu ilaçları alıp kullanacak olanlar bizleriz.
2-Allah’ın tekvini kanunlarını da okuyacağız, bunlara da “tabiat ayetleri” diyoruz. İkisini de okuma, tefsir etme ve keşfetme Müslüman’ın görevidir.