Hastaya, günlerce hastalık üzerine laf etmek yerine, doktorun tavsiye ettiği bir hapı vermek, daha faydalıdır.

Aç insana, ünlü bir lokantanın yemeklerini seyrettirseniz veya yemek üzerine söylenmiş şiirleri, atasözlerini ve yemek hikâyelerini ezberletseniz karnı doymaz.

Ona bir çeyrek ekmek vermek, bin yemek tarifi anlatmaktan faydalı olduğu gibi, günümüz krizleri, bunalımları, yolsuzlukları, ahlaksızlıkları üzerine günlerce yazı yazıp, laf üretmek yerine neyi nasıl yapacağımızı Kur’an eczanesinden alarak önce kendimizi, sonra çevremizi ve sonra bütün insanlığı kurtarmaya çalışmamız daha iyi olur.

İslam’ı seviyoruz ama nedir, neye yarar, nasıl amel ederiz sorularının cevabı yoktur.

Halkımızın, İslam’ı sevdiklerinin somut delili, bir zamanlar adı “Mabetsiz Şehir” olan Ankara’yı şimdilerde uçaktan seyrederseniz, her mahallede şehadet parmağı gibi göğe doğru yükselen minareler görürsünüz.

25 Temmuz 1992 tarihinde Konya Akşehir’e konferans için gittiğimde, mahalli gazetelerden birinde 5-10 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen Nasrettin Hoca şenliklerine katılan birinin konuşmasını gazeteden gösterdiler.

Şöyle diyor, “16 yıldır bu şenliklere katılıyorum. Bundan sonra gelmeyeceğim. 16 yıl önce geldiğimde, Hıdırlık Tepesi’nden şehri seyrederken, camilerinizi saymıştım. O günden bugüne kadar 16 cami ilave etmişsiniz. Ben, size faydalı olamadığıma göre bundan sonra gelmiyorum” anlamında bir haberi okumuştum.

Ben de o günkü konferansımda, bu haberi de konu edinip, “Senin aklını, kalbini, kalıbını, gözünü, görüşünü yaratan Allah celle celalühün, sana verdiği bu küçücük aklının kıvılcımıyla, Güneş’i, Ay’ı yıldızları yaratan Allah’ın gönderdiği Kitab’ının nurunu söndürebileceğini mi sandın?

Tarihte senden büyükleri bunu başaramadı; bundan sonra da kimse başaramayacak” anlamında konuşmuştum.

Biz Müslümanlar şaşkın olduğumuz gibi İslam düşmanları bizden de şaşkın.

Mushaf yakmakla Kur’an’ın nurunu söndürebileceklerine inanıyorlar.

Bir kere şunu bilelim;

Mushaf yanar, ama Kur’an yanmaz.

Kur’an’ın nurunu söndürmek için Mushaf yakanlar, SEKA’nın kâğıdını, hattatın hattını, cilt ve cilt kabını yakarlarken kendi cehennemdeki ateşlerini de körüklemiş olurlar.

Hazreti Ebubekir’in toplattığı kitaba, “Mushaf” dendi, “Kur’an” denmedi.

Hazreti Osman’ın çoğalttığı Mushaflara, Mushafın çoğulu “Mesahıf” dendi.

Elli yıl önce dedeniz ve ebeniz çocuğuna veya torununa “Mushaf’ımı ver kuzum” derdi.

Abdestle alınır ve okunurdu.

Kitapçılar, büyük boy, orta boy, küçük boy Mushaf basarlardı.

Toptancıya gelen bir kitapçı, siparişini Mushaf diyerek yapardı.

Şimdilerde ise kitapçı, toptancıya, “Elli tane büyük Kur’an, kırk tane küçük Kur’an, otuz tane orta Kur’an” diyerek sipariş veriyor.

Büyük Kur’an, küçük Kur’an diye bir şey var mı?

Kitap satış yerlerinde bile cehalet sel gibi akıyor.

Biz, Rabbimiz tarafından Cebrail aracılığıyla Sevgili Peygamberimiz Muhammet Mustafa’ya (S.A.V.) indirilen nazm/söz ve manaya iman etmişiz.

Kur’an-ı Kerim, yazılı olarak indirilmediğinden, söz ve mana mucizedir, ama hat/yazı, mürekkep ve kâğıt mucize değildir.

Yazanlar insandırlar.

Zeyd radıyellahünün hattı, Şeyh Hamdullah’ın hattı, Aliyyül Kari’nin hattı, Hasan Rıza hattı, Hamid Aytaç hattı, Hüseyin Kutlu hattı, Davut Bektaş hattı, Mehmet Özçay hattı… diye yazarların adıyla anılırlar.

Okunan şeydir Kur’an-ı Kerim.

Ve onu yakmak da mümkin değildir.

Söz ve mana yanmaz, sınırlar, söz ve mananın ülkelere girmesine engel olamazlar.

Biz, her bir ayeti, dünya ve dünyadakilerin hepsinden daha değerli olan bu Kur’an-ı Kerim’in üzerine yazıldığı kâğıda, yazan kaleme, hattata, hafıza, okuyana, dinleyene, okutana, yardım edene… saygıda kusur etmemeye dikkat ederiz.

Türkiye’de münferit bir tek kişinin veya bir grubun yaptığı da hafife alınamaz ama 85 milyonun Kur’an sevgisi ve saygısı göz ardı edilmemeli.

Günahın her çeşidini işleyenlerin bile Kur’an sevgisi ve saygısı üst seviyededir.

Bu münferit olaylar da mikrop gibidir.

Mikrobun küçüklüğüne bakılmaz, baksan da göremezsin ama tedbir alınabilir.

Mushaf’a saygısızlık yapan kişi tedavi edilmeli ama çocukların Kur’an okuma yasağına imza atanların suçu o gencinkinden daha fazladır.

Mushaf’a saygısızlık yapan bir tek kişi bile olsa, ona tepki gösteren halkımızın, basın mensuplarının tepkisi Kur’an sevgisinden kaynaklanır.

Ama Kur’an okuyan ve okutan milyonların gayreti, 85 milyonun Kur’an sevgisi gündemde tutulursa, o bir tek kişinin de o yanlışa girmesini engelleyecek bir hava oluşturur.

Hava güzel olursa içinde mikrop barınamaz.

Mushaf yakana tepkimizi dile getiririz de, Kur’an-ı Kerim’i yürürlükten kaldıranlara, Mushaf yakan imansızları yetiştiren sistemi yürürlükte kılan ama Kur’an-ı Kerim’in yürürlükte olması için çalışmayanlara nedense kimse ağzını açmıyor.

Hukuk fakültelerinde, bizi batıran Batı bataklığında uydurulan Batı hukuku, zorunlu ders olduğu halde İslam hukuku zorunlu ders olamamakta.

Kimse bana, büyük resmin, realitenin, çağın gerçeklerinin arkasına sinerek, korkularını kahramanlık olarak sunmaya çalışmasın.

QOSHE - Bizi batıran Batı’nın bataklığından kurtulmalı - Mahmut Toptaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bizi batıran Batı’nın bataklığından kurtulmalı

28 0
25.03.2024

Hastaya, günlerce hastalık üzerine laf etmek yerine, doktorun tavsiye ettiği bir hapı vermek, daha faydalıdır.

Aç insana, ünlü bir lokantanın yemeklerini seyrettirseniz veya yemek üzerine söylenmiş şiirleri, atasözlerini ve yemek hikâyelerini ezberletseniz karnı doymaz.

Ona bir çeyrek ekmek vermek, bin yemek tarifi anlatmaktan faydalı olduğu gibi, günümüz krizleri, bunalımları, yolsuzlukları, ahlaksızlıkları üzerine günlerce yazı yazıp, laf üretmek yerine neyi nasıl yapacağımızı Kur’an eczanesinden alarak önce kendimizi, sonra çevremizi ve sonra bütün insanlığı kurtarmaya çalışmamız daha iyi olur.

İslam’ı seviyoruz ama nedir, neye yarar, nasıl amel ederiz sorularının cevabı yoktur.

Halkımızın, İslam’ı sevdiklerinin somut delili, bir zamanlar adı “Mabetsiz Şehir” olan Ankara’yı şimdilerde uçaktan seyrederseniz, her mahallede şehadet parmağı gibi göğe doğru yükselen minareler görürsünüz.

25 Temmuz 1992 tarihinde Konya Akşehir’e konferans için gittiğimde, mahalli gazetelerden birinde 5-10 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen Nasrettin Hoca şenliklerine katılan birinin konuşmasını gazeteden gösterdiler.

Şöyle diyor, “16 yıldır bu şenliklere katılıyorum. Bundan sonra gelmeyeceğim. 16 yıl önce geldiğimde, Hıdırlık Tepesi’nden şehri seyrederken, camilerinizi saymıştım. O günden bugüne kadar 16 cami ilave etmişsiniz. Ben, size faydalı olamadığıma göre bundan sonra gelmiyorum” anlamında bir haberi okumuştum.

Ben de o günkü konferansımda, bu haberi de konu edinip, “Senin aklını, kalbini, kalıbını, gözünü, görüşünü yaratan Allah celle celalühün, sana verdiği bu küçücük aklının kıvılcımıyla, Güneş’i, Ay’ı yıldızları yaratan Allah’ın gönderdiği Kitab’ının nurunu söndürebileceğini mi........

© Milli Gazete


Get it on Google Play