İslâm dini Cenâb-ı Hakka kulluk etmenin, O’nun rızasına erişebilmenin tek yoludur. Doğru, iyi ve güzel İslam’dadır. Bu kainatı yaratan Allah Teala, kullarının dünya ve ahiret saadetini temin edecek yegane hayat nizamını da Peygamberleri vasıtasıyla göndermiş, insanoğluna kulluğu ifa hususunda hiçbir mazeret hakkı ve imkanı tanımamıştır. İnsanoğlu mürekkep bir varlıktır. Bir boyutu süflî bir boyutu ulvîdir. Bir boyutu toprak yani madde diğer boyutu ruh yani maneviyattır. İnsan doğumundan ölümüne kadar kendisine tanınan imtihan müddetinde ulvî olan yönünü süflî olan yönüne, maneviyatını da maddî, arzî olan tarafına galip getirme, hakim kılma mücadelesini vermekle emrolunmuştur. Nitekim Rabbimiz yüce kitabında şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma.’’[1] Seyyid Kutub (r.aleyh) âyetin tefsirinde şöyle demiştir: Hiç kuşkusuz yüce Allah, hayatın güzelliklerini insanlar yararlansınlar, yeryüzünde çalışsınlar, bu güzellikleri geliştirip daha iyisini elde etsinler diye yaratmıştır. Amaç, hayatın gelişmesi, sürekli yenilenmesidir. İnsanın yeryüzü halifelik misyonunun hedefine varmasıdır. Ancak bu yararlanmada asıl amaçları ahiret olmalıdır. Ahiret yolundan ayrılmamalıdırlar. Bu şekilde dünya nimetlerinden yararlanma, yükümlülüklerini yerine getirmelerine engel olmamalıdır. Böyle bir amaç dünya nimetlerinden ve güzelliklerinden yararlanma nimeti bahşeden yüce Allah'a şükretmenin, O'nun bağışını hoşnutlukla kabul etmenin, onlardan olumlu yönden yararlanmanın bir çeşididir. Yüce Allah'ın iyilikle ödüllendirdiği bir itaat şeklidir bu. İşte ilahi sistem, insan hayatında bu şekilde bir denge ve bir ahenk gerçekleştirir. Dengeli ve tabii hayatının içinde sürekli bir ruhsal yüceliğe eriştirir. Ama hiçbir şeyden yoksun bırakmadan, hayatın basit fıtri dayanaklarını yıkmadan.[2] Âyet-i kerîme’de dikkatimizi çeken diğer bir husus olarak ise ‘’Ahiretin hedef ve asıl kılınması’’ dünya nimetlerinin ise ‘’unutulmayacak kadar istifade edilebilir’’ nitelikle bahse konu olmasıdır. Demek ki insan hedefini doğru belirlemeli, amaçla-aracı birbirine karıştırmamalıdır. ‘’Olmazsa olmazlarımız’’ ile ‘’olmasa da olurlarımızı’’ iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Kıyamet günü geçerli olacak tek sermayemiz de bu olacaktır.

Toplumumuzun ahireti hedef edinip, dünyayı araçsallaştıracak bir bilinç seviyesine intikalinin sağlanması bu noktada büyük önem ifade etmektedir. Her şeyin metalaştığı böylesi çukur bir vasatta Cenâb-ı Hakkın rızasına erişmemizi sağlayacak en mühim amellerden birisi hiç şüphesiz bu olacaktır. Varış noktası olarak doğru yer belirlememiş bir geminin taşıdığı yük yahut insanlarla zayi olması kaçınılmazdır. Pusulası şaşanın hali haraptır. İstiyoruz ki her meclisimiz, ziyaretimiz, toplantımız birbirimizin pusulasını düzeltmeye vesile kılınsın. Zira Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: ‘’Hem iyilik ve takvâ üzerine yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine ise yardımlaşmayın!’’[3]

Ümmet-i Muhammedin bir asırdan fazla süredir yaşadığı buhran ancak bu suretle, ahiretin hedeflendiği, pusulanın düzeltildiği bir dirilişle atlatılabilir. Yani fert planında yaşanacak dönüşümü, bunu takiben de toplumsal dönüşümün gerçekleşmesini kastediyorum. Bu noktada aynı hedefe kilitlenmiş olmanın önemini de vurgulamak gerekiyor. Zira aynı hedefe kilitlenmeyen gayretler boşa gitmeye, zayi olmaya mahkumdur. Herkesin ‘’Ben salih olayım yeter’’ diyerek kendine yönelip kardeşini terk ettiği bir toplum, İslam’ın hedeflediği Müslüman toplum vasfına erişemeyecek, doğru hedefe ulaşamayacaktır. Zira Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmaktadır: “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.’’[4] Hülasa; nefislerimizde yaşayacağımız dönüşümle, ahireti hedef edinen bir topluma dönüşme ve Cenab-ı Hakkın yardımına mazhar olma nimeti ancak böyle hasıl olacaktır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: ’’Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.’’[5] Cenâb-ı Hakk bizlere yardım etsin ve ayaklarımızı dini üzere sabit kılsın.



[1] Kasas Sûresi, 28/77.
[2] Fî-Zilâli’l-Kur’ân, 5/2710.
[3] Mâide Sûresi,5/2.
[4] Buhârî, Îmân, 7.
[5] Muhammed Sûresi, 47/7.

QOSHE - Pusulayı Doğrultalım! - Hamza Korkmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Pusulayı Doğrultalım!

38 0
03.05.2024

İslâm dini Cenâb-ı Hakka kulluk etmenin, O’nun rızasına erişebilmenin tek yoludur. Doğru, iyi ve güzel İslam’dadır. Bu kainatı yaratan Allah Teala, kullarının dünya ve ahiret saadetini temin edecek yegane hayat nizamını da Peygamberleri vasıtasıyla göndermiş, insanoğluna kulluğu ifa hususunda hiçbir mazeret hakkı ve imkanı tanımamıştır. İnsanoğlu mürekkep bir varlıktır. Bir boyutu süflî bir boyutu ulvîdir. Bir boyutu toprak yani madde diğer boyutu ruh yani maneviyattır. İnsan doğumundan ölümüne kadar kendisine tanınan imtihan müddetinde ulvî olan yönünü süflî olan yönüne, maneviyatını da maddî, arzî olan tarafına galip getirme, hakim kılma mücadelesini vermekle emrolunmuştur. Nitekim Rabbimiz yüce kitabında şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma.’’[1] Seyyid Kutub (r.aleyh) âyetin tefsirinde şöyle demiştir: Hiç kuşkusuz yüce Allah, hayatın güzelliklerini insanlar yararlansınlar, yeryüzünde çalışsınlar, bu güzellikleri geliştirip daha iyisini elde etsinler diye yaratmıştır. Amaç, hayatın gelişmesi, sürekli yenilenmesidir. İnsanın yeryüzü halifelik misyonunun hedefine varmasıdır. Ancak bu yararlanmada asıl amaçları ahiret olmalıdır. Ahiret yolundan ayrılmamalıdırlar. Bu şekilde dünya nimetlerinden yararlanma, yükümlülüklerini yerine getirmelerine engel olmamalıdır. Böyle bir amaç dünya nimetlerinden ve güzelliklerinden yararlanma nimeti bahşeden yüce Allah'a şükretmenin,........

© Milli Gazete


Get it on Google Play