Özel okullarla ilgili bir önceki yazımda bu okullarımızın ülke ekonomisine ve eğitimine olan katkılarından bahsetmiş, ama “Hangi özel okullar?” diyerek bitirmiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.

Öncelikle bu kadar aşırı rekabetin olduğu, devletin bedava eğitim verdiği bir sistemde özel okulculuğu devam ettirmek isteyen arkadaşları tebrik ederim. Çünkü Milli Eğitim müfettişlerinin resmi okullarda görmezden geldiği birçok prosedürün özel okullarda yerine getirilmesi konusundaki hassasiyetleri karşısında okulu devam ettirmek, velilerin bitmek bilmeyen istek ve egolarını idare etmek, öğretmenlerin maaşlarını, sigorta primlerini ödemenin çok kolay şeyler olmadığını gayet iyi biliyorum.

Özel okulların artmasıyla beraber getirmiş olduğu bazı maddi yaklaşımlarla parasal anlamda ahlaki sorunlar artmış, eğitimin amacı ya da ahlaki boyutu tartışılır hale gelmiştir. Bilgiyi zaten öğrenci her yerden öğrendiği için öğretmenin ağırlığı kalmayınca “Senin maaşını ben veriyorum!” anlayışıyla öğretmenler sadece bilgi aktaran birer araç olarak görülüp ciddiye alınmamaya başladı. Oysa bizim görevimiz sadece öğretim değil, aynı zamanda eğitimdir.

Millî ve yerli endişelerle, küçük sermayelerle kurulan, kendi yağıyla kavrulan az sayıda idealist okullar dışında, artık sermaye sınıfı olmuş, tuzu kuru bazı özel okullar gönüllü olarak Batı’nın kültürel taşeronluğunu yapmak için sıraya girmişlerdir. Paranın gücünün eğitimin gücünden daha kuvvetli hale geldiği, para problemini aşamayan ya da aşırı parası olan kurumlar, sektörü ve eğitim anlayışımızı geri dönülmez kötü sonuçlara doğru sürükleyebilir.

Devletin konuyu; “Vergisini ödüyor, biz de ara sıra denetliyoruz, daha ne yapalım?” anlayışından ziyade bir kültür meselesi ve millî mesele olarak görüp tedbirler alması gerekiyor.

“Bir eğitim kurumunun başarısı hangi değerleri aktardığı ile ölçülür. Çağdan uzak müfredat, baştan savma öğretim, liyakat yansıtmayan diploma, öğrenciyi dolandırmak demektir, kul hakkına girer.” (1)

Günümüzde genel olarak eğitime hâkim olan anlayış; “adam olma” ideali yerine “zengin olma” ihtirası aşılıyor. Çok para kazanma, yüksek maaşlı iyi bir iş bulma, kariyer, konfor ve lükse yatırım vasıtası görülüyor. Öğrenciler de faydacı bir yaklaşımla “Bu benim ne işime yarar?” mantığıyla hareket ediyor. Bugünkü anlamda para ilişkileri üzerine kurulmuş, idealist eğitim vermeyen, sadece puandan ibaret, skor tabelasına bakılan, özel yeteneklerin ihmal edildiği topluma ve aileye karşı saygının öğretilmediği eğitim, eğitim değil tahribattır.

Mevcut eğitim sitemi maalesef (resmi ya da özel) iyi okullarda okuyup iyi yerlere gelen gençlere vatana-millete hizmet etme ülküsünü aşılayamıyor, çocuklara vatan sevgisi vermeyi başaramıyor. “Yüksek puanla öğrenci alan okullarda bazı öğretmenler, açık bir şekilde Batı’nın misyonerliğini yapıyor. Türkiye düşmanı bu adamlar çocukların düşünce dünyalarını şekillendiriyor, geleceklerine yön veriyor. Memleketin en iyi okullarında okuyup iyi yerlere gelen gençlerin bir Türkiye rüyası yok. Neredeyse tamamı vatana-millete hizmet etme yerine Batı’ya kapağı atmak için çırpınıyor.” (2)

Yaptığım görevler hasebiyle Türkiye’deki bütün eğitim/öğretim kurumlarının çalışmalarını, sorunlarını takip etme ve izleme fırsatı buldum. Okulların büyük sermayenin eliyle eğitim şirketlerine dönüşmesiyle, eğitim ve işletme alanları karşı karşıya gelmiş, kullanılan kavramlar değişmeye başlamış, insanı ilgilendiren terimler yerini şirketlere ait kelimelere bırakmıştır. Genelde özel okullar, hiçbir talebin geri çevrilmediği, lezzetten yoksun onlarca çeşit yemeğin sunulduğu bir sofraya, öğretmenler sipariş alan garsonlara, okul yöneticileri de hesabı kesen patronlara dönüşmektedir. İnsani değerler ve bilim ağırlıklı bakış açısı yerine ticari bakış açısını tercih ederek “nabza göre şerbet veren” özel okullar, eğitimde ulaşılmak istenen hedefi giderek daha da geriye çekerken bu durumdan Milli eğitim anlayışımız zarar görmüştür.

“Eğitim programlarımız hala Batı ile ortak, Batı merkezli olduğundan kendi tarihimize bile Batı’nın gözüyle bakmayı marifet sayıyoruz. Mesela, bazı kolejlerin “dünya vatandaşı” saçmalığı gibi. Dünya vatandaşı, Batılıların kendilerine uygun kafalar için uydurdukları gayet aşağılayıcı bir terim. İngiliz’e, Alman’a, Amerikalı’ya benzemeye çalışan Türklere, “Aferin sen de devekuşu oldun!” der gibi bu tuhaf madalyayı takıyorlar. En İslamcı, en milliyetçi, en komünist adamlarınızı bile Batı’ya gönderip oradaki tornalardan geçirtip sonra da önlerinde kariyer basamaklarını açıyoruz. Tamam güzel… Üç beş tane de Doğu’ya, Çin’e, Hindistan’a, Rusya’ya, İslam ülkelerine falan göndersek? Yok, hiç öyle şey olur mu? Medeniyet dediğin sadece Batı’da var! Bizim(!) okullarımız da dünya vatandaşı denen bu ucubeyi yetiştirmekle gurur duyuyor!” (3)

Nurettin Topçu’nun dediği gibi, “Felsefesi olmayan milletin mektebi olmaz.” Kangren haline gelen eğitim sisteminde köklü değişim olmadığı sürece köksüz eğitim, evlatlarımızı bütün değerlerimize yabancılaştıracak. Belki dünyanın hiçbir ülkesinde benzeri olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Hiçbir devlet kendi okullarından bizdeki kadar kendisine düşman yetiştirmemiştir. Bu devletin ekmeğini yiyen, okulunda okuyan memleket çocukları nasıl Türkiye düşmanı olabiliyor?

Batı’nın Türkiye’deki Truva atı misyonuyla onun kültürünü bizim çocuklarımıza yerleştirmeye çalışan bir özel okulculuğu tasvip etmemiz mümkün değildir. Kendi kültürü ile kavgalı, şımarık, ucube, israfçı, nimetlerin kıymetini bilmeyen, kalpleri yabancı ülkeler için çarpan, kökü dışarıda ideolojilere zihnini kaptıran insanlar yetiştiren özel okul anlayışına hoşgörüyle bakamayız. Yakın geçmişte FETÖ vasıtasıyla bu ülkenin çocuklarının ideallerini tahribata uğratarak başkalaştırmak, dönüştürmek ve mankurtlaştırmak isteyenlerin bunu bazı özel okullar eliyle yaptığı da unutulmamalıdır.

Ayrıca arkadaşlarıyla marka yarışına girip aileyi zor durumda bırakan, bunun için önlem almayan özel okul anlayışıyla, devlette iş imkânı bulamayarak evine ekmek götürmek için üçe beşe bakmadan çalışmak zorunda kalan öğretmenlerimizi “Tam sorumlu, hiç yetkisiz, ucuz işgücü” olarak gören özel okul anlayışı da doğru bir yaklaşım değildir.

Bir sonraki makalemizde özel okulların sorunları ve öneriler üzerine yazmaya gayret edeceğim.

Mustafa ALTINSOY

09 Mayıs 2024

—————————————————————————————————————————

QOSHE - Özel Okullar (2) - Mustafa Altınsoy
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Özel Okullar (2)

43 1
09.05.2024

Özel okullarla ilgili bir önceki yazımda bu okullarımızın ülke ekonomisine ve eğitimine olan katkılarından bahsetmiş, ama “Hangi özel okullar?” diyerek bitirmiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.

Öncelikle bu kadar aşırı rekabetin olduğu, devletin bedava eğitim verdiği bir sistemde özel okulculuğu devam ettirmek isteyen arkadaşları tebrik ederim. Çünkü Milli Eğitim müfettişlerinin resmi okullarda görmezden geldiği birçok prosedürün özel okullarda yerine getirilmesi konusundaki hassasiyetleri karşısında okulu devam ettirmek, velilerin bitmek bilmeyen istek ve egolarını idare etmek, öğretmenlerin maaşlarını, sigorta primlerini ödemenin çok kolay şeyler olmadığını gayet iyi biliyorum.

Özel okulların artmasıyla beraber getirmiş olduğu bazı maddi yaklaşımlarla parasal anlamda ahlaki sorunlar artmış, eğitimin amacı ya da ahlaki boyutu tartışılır hale gelmiştir. Bilgiyi zaten öğrenci her yerden öğrendiği için öğretmenin ağırlığı kalmayınca “Senin maaşını ben veriyorum!” anlayışıyla öğretmenler sadece bilgi aktaran birer araç olarak görülüp ciddiye alınmamaya başladı. Oysa bizim görevimiz sadece öğretim değil, aynı zamanda eğitimdir.

Millî ve yerli endişelerle, küçük sermayelerle kurulan, kendi yağıyla kavrulan az sayıda idealist okullar dışında, artık sermaye sınıfı olmuş, tuzu kuru bazı özel okullar gönüllü olarak Batı’nın kültürel taşeronluğunu yapmak için sıraya girmişlerdir. Paranın gücünün eğitimin gücünden daha kuvvetli hale geldiği, para problemini aşamayan ya da aşırı parası olan kurumlar, sektörü ve eğitim anlayışımızı geri dönülmez kötü sonuçlara doğru sürükleyebilir.

Devletin konuyu; “Vergisini ödüyor, biz de ara sıra denetliyoruz, daha ne yapalım?” anlayışından ziyade bir kültür meselesi ve millî mesele olarak görüp tedbirler alması gerekiyor.

“Bir eğitim kurumunun başarısı hangi değerleri aktardığı ile ölçülür. Çağdan uzak müfredat, baştan savma öğretim, liyakat yansıtmayan diploma, öğrenciyi dolandırmak demektir, kul hakkına girer.” (1)

Günümüzde genel olarak eğitime hâkim olan anlayış; “adam olma” ideali yerine “zengin olma” ihtirası aşılıyor. Çok para kazanma, yüksek maaşlı iyi bir iş bulma, kariyer, konfor........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play