Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur yoluyla Kur’ânî mesleklerin en sağlam ve en selâmetlisini bizlere sunmuştur. Enbiya ve Sahabe mesleğinin bir cilvesi olan ve “acz, fakr, şefkat ve tefekkür”den oluşan Risale-i Nur mesleğinin “ihlâs, uhuvvet, tesanüd, sadakat, takva, istiğna, fedakârlık, siyasete girmemek ve müsbet hareket...” gibi düsturları vardır.

Bediüzzaman'ın siyasete bakış zâviyesi, düstur ve delillerini, ana hatları ile olmasa da elimizden geldiğince yazmaya çalışacağız İnşALLAH…

‘Eûzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaset’ düsturunun bir önemli sebebi ve çıkış noktası, İslâm Deccalı olan Süfyandır. Evet, Üstad Bediüzzaman Hazretleri ”Peygamber Efendimizin (asm) o zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevi kılıç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir” tavsiyesine müraatla, “siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim. ‘Eûzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaset’ yani ‘Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım’ düsturuyla kendi ruhî âlemime daldım.” diyerek meselenin odak noktasını nazarlara sunmuştur.

Bediüzzaman ve siyaset, Nur talebelerinin, kendi aralarında, yarım asırdır tarştıkları ikili. Aralarındaki derin inşikakların da (ayrılıkların) birinci sıra unsuru: Bazen samimiyetle tartışılmış, bazen emsaller arası riyaset kavgalarının maskesi olarak kullanılmış. Alınan mesafe, bir arpa boyu kadar. Mevzu, her zaviyeden başka türlü arz-ı endam etmiş. Kimi Bediüzzaman'ın “euzubillahi mineşşeytani racim”a teşbih, “euzubillâhi mineşşeytani ve siyaseti” istiazesine sarılıp, Bedîüzzaman’ın şeytandan kaçar gibi, siyasetten kaçtığını serrişte (delil gosterme) ile mevziini muhkemleştirmiş; kimi, Demokrat Parti’ye alenî oy verişini diline pelesenk edip dolaşmış Anadolu’yu. Bedîüzzaman ve siyaset meselesi, zihinler adedince farklılık arzeder hale gelmiş...

Bu garib tecellinin mes’ul mevkiine Üstad’ı koyamayız; bu tezatlar, bu ardı arkası kesilmeyen farklılıklar onun eseri değil; ondan gelmiyor. Kusur bizde, Nur talebeliğini dava edinenlerde...

Bediüzzaman’ın seksen küsür yıllık muhteşem hayatı ve altıbin sahifelik 14 ciltlik eşsiz külliyatını ihata güçlüğü yaşıyoruz. Bütünü ihata edemeyince, fil tarîfiyle aleme rezil rüsva olan körlere benzedik; kendi kendimizi aleme rezil ettik...

Bedîüzzaman ve Risale-i Nur’larda tezad yok, olamaz yani okunyanlar bilir. İstediğiniz kadar tezat ve kusur arayın tesadüf edemezsiniz. Var, diyen ortaya buyursun. Ümmetin, bin küsur yıldan beri gelişiyle müjdelendiği bir zatta tezat ve kusur aramak, hafif tabiriyle: Cinnet!..

Bu mevzudaki ders ve müktesabatımı hülâsa etmek isterim...

Önce Bediüzzaman’ın siyaset mefhumunu bakış zaviyesi ve tahlilini tesbit etmemiz lâzım. Bahsin bu kısmı, “mutlak”dır, zamanla mukayyed değil.

Buyrun görelim:

Öncelikle Bediüzzaman'ın siyasi istiazesinden (Euzü besmele" okuyarak Allah'a sığınmak) başlayalım:

“Bir zaman, bu garazkarene (garaz edercesine, kin tutarak ) tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin (dindar) bir ehl-i ilim, fikr-i siyasisine muhalif bir alim-i salihi, tekfir (birine kâfir deme) derecesinde tezyif (hakaret) etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârãne medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, ‘euzubillâhi mineşşeytãnî ve siyãsseti’ dedim, o zamandan beri hayat-ı siyãsîyeden çekildim."

Bu konu ve bu konunun telkin ettiği ders, defalarca yer bulur külliyatta. Bediüzzaman'ın iki yakın dostu arasında cereyan eden hadisenin dehşeti, siyasi istiazeye me’haz (kaynak) olur. Önemli nokta: Tarfgirliğin bu dehşetli sırrıdır; şeytanı, melek; meleği şeytan görmek...

Bilhassa siyasi arenada, daha dehşetli bir vaziyet alan tarafgirliğin sebebiyet verdiği bu müthiş hale düçar olmamanın en emin yolu, siyaisi istiazede bulunmak ve siyasetten uzak durmakdır. Üstad’ın yaptığı gibi...

Tarafgirliğin faydalı tarafını nazara veren bir suale, bahsin devamında Üstad’ın verdiği cevab nokta-i nazarını tahkim eder:

“İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkarane, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkarane tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam, o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona-haşa-lanet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.”

Yani burda anlatilmak istenen siyaset ve siyasetteki tarafgirlik damarı meleği şeytan, şeytanı melek suretinde gösterir. Siyasi tarafgirlik hakkaniyet ve adalet duygularını yerle bir eder. Kendi partisinde bulunan şeytan gibi bir adama, sırf kendi safında diye melek der, kendi fikrine muhalif bir partide bulunan melek gibi bir adama da şeytan der. Siyasi tarafgirliğin insaf ve hakkaniyet ölçüsü bu kadar kokuşur ve haktan uzaklaşır.

Üstad Hazretleri bu hakikati kendi hayatında gördüğü bir misal ile ifade ediyor ve tarafgirlik damarı ile yapılan siyasetin ne kadar çirkin ve uzak durulması gereken bir hastalık olduğunu beyan ediyor. Günümüzde de bunun misallerini çokça görmek mümkün.

Siyaset ve siyasetteki farklılıklar, hiçbir zaman hakkaniyeti ve adaleti törpülememelidir. Kendi siyasi görüşüne muhalif bir adam da olsa onun müspet cihetlerini ve doğru yönlerini inkâr etmemelidir. Yine kendi partisinden ve siyasi düşüncesinden olan birisinin de yanlış yönlerini ve hatalarını, sırf kendi safında diye müdafaa edip savunmamalıdır.

Bu ölçüler muhafaza edilebilirse, sırf vatana ve millete hizmet için siyasete girilebilir. Yoksa gerisi Üstad Hazretlerinin işaret ettiği gibi şeytana maskara olmaktan başka bir şey değildir.

Bu bakış açısını diğer hizipleşme ve meşrep taassupçuluğuna da tatbik edebiliriz.

Siyasetten ictinabın tek sebibi değil bu, buna yakın ehemiyette başka sebebler de var. Siyaseti topuza benzetir, Onaltıncı Mektub’da. Topuz, celbetmez, ürkütür... Halbuki, insanlık, iman davasını kaybetme tehlikesinin had safhayı bulduğu bir zaman diliminde yaşamaktadır. O biçarelerin imanını kurtarmak, bütün davaların önüne geçmiştir. Muvafık ve muhalif siyãset caniblerinde Nur’a muhtac insanları ürkütmemek, hidayetlerine engel teşkil etmemek için de Üstad, siyasetten uzak durmaya mecburdur. Ve o ders: Şu nefiy zamanında görüyorum ki, hodfuruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirâne, rakibâne bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım!

Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukàbilinde iş görenler, belki kendilerini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirâne, rakibâne vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek, gayet fena bir hatadır. Çünkü, sabıkan ispat edildiği gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim. Yalnız, bütün vaktimi ve hayatımı hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir; bana eziyet verip rakibâne ilişen adam düşünsün ki, o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.

Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem 1 لاَ يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.

Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

“İşte, o bataklık ise, gafletkarane ve dalalet-pişe olan sefihane hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar, mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise siyãset cereyanlarıdır. O nurlar ise hakaik-i Kur’âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet edilmez. Sırf şeytan-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. İşte, ben de, nur-u Kur’an’ı elde tutmak için, ‘euzubillâhi mineşşeytanî ve siyasseti’ deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım. Gördüm ki, siyaset cereyanlarında, hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkarane telâkkiyatlarından müberra ve safi olan bir makamda verilen ders-i Kur’an ve gösterilen envar-ı Kur’an’iyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve itham etmemek gerektir-meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola!

Elhamdülillâh, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki, gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor”

Şimdi de siyasetten istiazenin başka bir sebebiyle daha karşı karşıyayız. Üstad’a göre, siyaset sahasındaki bir galebe, kâfir derekesindekileri, münafıklık derekesine indireceğinden dolayı da siyasetten ictinab gerekir. İşte ahir zamanın hâkim mümessilinin itarazı imkânsız tesbiti:

“Bu zamanda, ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve îmãnın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, îmanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder. Hem nur, hem topuz-ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.”

Nur "ışık" manasına gelmekle birlikte "Kur’ân'ın nuru" yani Kur’ân'dan gelen nur diyebiliriz.

Nasıl ki karanlığı defetmenin çaresi ışık yakmak ise, fen ve felsefeden gelen dinsizlik karanlığından insanlığı kurtarmak için de Kur’ân'dan gelen iman nurlarını göstermek, nurları neşretmek, kalplere ve ruhlara nakşetmek gerekir.

Allah'ın dinini anlatmak, bu zamanın ihtiyacına göre Kur’ân hakikatlerini izah etmek, dinsizlik fikrini dirilmeyecek surette öldürmek, iman hakikatlerini iki kere iki dört eder katiyetinde izah etmek "Nur göstermek" demektir. Zaten Risale-i Nur da bu meslekten gidiyor…

Burada "topuz" siyaset, "nur" da iman hakikatlerini neşreden Risale-i Nurlardır. Üstad Hazretleri "Benim elimde sadece iman hakikatlerini neşreden Risale-i Nurlar vardır, benim siyasetle işim olmaz" diyor.

Böyle bir yol takip etmesinin gayesi de; iman hakikatlerine muhtaç gönülleri endişe ve şüphe içinde bırakmamaktır. Yani Üstad Hazretleri hem siyaseti hem Risale-i Nur'u elinde tutsa idi, çok insanlar "Bu zat Nurlarla beni kandırıp siyasetine alet edecek" diye şüphe içine düşer ve Risale-i Nur'un tesirini kalp ve vicdanında duyamazdı. Bu sebeple iman hakikatlerinin kalp ve gönüllerde tam tesir edebilmesi için; Üstad Hazretleri değil siyaseti, bütün dünyayı terk etmiş, dünyaya zerre kadar iltifat etmemiştir.

Nur talebeleri de bu tarz hareket etmekle mükelleftir. Siyaset sahasında hizmet etmeyi zaruri görüyorsa, bunu kendi adına yapıp, cemaat ya da Risale-i Nur'un ismi ile yapmamalıdır. Çünkü Risale-i Nurlar bütün siyasî görüşlere lazım bir nurdur, hiçbir şeye âlet edilemez!

İstiazenin hayatî sebeblerinden biriyle mevzuyu toparlayalım... Adalet nokta-i nazarından da, siyasetten ictinab, mü’min için elzemdir. Zira zulme kapı açar.

Buyurun, Üstãd’ın hava sahifesinde uğultularla yankılanan sesinden dinleyelim:

“Siyãset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan, ‘Selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda edilir.’ diye, bütün nev-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun su-i istimalinden neş’et ettiğini kat’iyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok su-i istimale yol açmış. İki Harb-i Umumî, bu gaddar kanun-u esasînin su-i istimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği gibi, on câni yüzünden doksan mâsumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir câni yüzünden bir kasabayı harap etti.”

Evet İslâm’da şahsî hukuk, birçok açıdan toplumsal alanla ilgilidir.

Ama dinde, ferdin hukukunu; ne toplumun ne de devletin çıkarlarına feda etmeyen bir şahsî hukuk söz konusudur.

Yani “Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.’’ diyen Bediüzzaman farklı şeyler söyleyerek ferdi ve toplumu rahatlatmaktadır. Bunlar toplumun alışık olmadığı fikirlerdir. Bediüzzaman; dinin görüşlerini bu çarpıcı fikirlerle ortaya koymaktadır.

“Bir masum, rızası olmadan, bütün insana da feda edilmez- Kendi ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse, o fedakârlık bir şehadettir ki o başka meseledir.’’ diyen Said Nursî, bu görüşleriyle Asr-ı Saadete ışık tutmakta ve Adalet-i Mahza’ya gönderme yapmaktadır.

Şahsın hukuku ne kadar önemliyse, toplumun hukuku da o kadar önemlidir. Bu konuda da Said Nursî; toplumu yönetenlerin önüne, toplumu rahatlatan yeni bir şey koymaktadır.

‘’Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevî günahkâr olup ahirette mesul olur; dünyada değil.’’ görüşünü savunan Said Nursî; ‘’Eğer bu kanun-u esasi çabuk düstur-u esasî yapılmazsa’’ insanlığın sosyal hayatının iki dünya savaşının meydana getirdiği tahribata benzer bir tahribatın ve vahşetin yaşanacağı noktasında idarecileri şiddetle uyarmaktadır.

Bediüzzaman, eserlerinin bir çok yerinde Kur’ân’ın esaslı bir kanunu olarak nitelendirdiği ‘’Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.’’ âyetinin ve Allah’ın Kur’ân’a koyduğu bu hükmün uygulanması konusunda ısrarla durmaktadır.

Ayakları yere basan düşünceler ortaya koyan Said Nursî; bu düşüncesini dehşetli örneklerle temellendirmektedir.

Altıbin sahifelik külliyatın bütünü, bu kısacık tetebbuatımızı tevsi ve tahkim eder. Hülâsa, “euzubillâhi mineşşeytãnî ve siyãsseti’ hakîkati Bedîüzzamãn’ın düşünce dünyasının temel sütunlarındandır, reddi kabil değil. Kãbil değil, zirã payandaları muhkem, zemini salâbetlidir.

Üstad’ın hayatının siyasetle temas ettiği merhalelere gelince... Eski Said devri, serapa siyaset dünyasıyla iç içedir. Çünkü, siyasetle islâmiyete hizmet edebileceğini düşündüğü bir devirdir, bu devir. Ne var ki, bu devirde bile, hiçbir zaman siyasî bir tarafgir tavrı takınmamış, sadece siyaseti dine alet ve dost etmenin yollarını aramakla haşir neşir olmuştur.

Cumhuriyetin kuruluşundan başlayıp, çok partili devre geçişe kadar olan yirmi beşyıllık ceberrut devri ise, Üstad’ın siyasetle hiçbir temasının olmadığı devirdir. Hem siyaset sahnesinin muhalefete sıkı sıkıya kapalı tutulması, hem Üstad’ın sürgün ve hapishane hayatının yanısıra, Nurların telif zamanı olmasının da tabiî neticesidir bu. Zaman ve şartlar siyasetle teması hem imkânsız, hem de manasız kılmıştır...

Ömrünü bu yola koymuş bir aciz kul ve kardeşiniz olarak rica ve tavsiyem, ihlâs ve uhuvvet düsturlarının rehberliğinde Nur’un

aslî hizmetine dönüş yapmaktır. İnsanlığın ve ãlem-i İslâm’ın, Nurlar’ın hakîkatlerine ihtiyaçları dünden daha şediddir. Siyasi tartışmalarin hiç bir ehemmiyeti yoktur.

Siyasi tartışmaların ne kadar manasız olduğunu, bu ülkede siyaset yapıp şehit olan bir liderden dinleyelim:

Meclis kürsüsüne çıkıp birbirine atıp tutan, hakaret eden vekillerin, daha sonra meclis lokantasında karşılıklı güle oynaya yemek yediğini görseydiniz; tanıdıklarınızla siyasi tartışmalara asla girmezdiniz. Diyordu rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu…

Sön söz: Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et, onun refine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve hevâ-i nefsine adavet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için müminlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete layıktır. Öyle de adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete layıktır.

Evet Kâfirler zındıklar çoktur… Ümmetin namusunu kirleten İsgailci devlete adavet edelim! İslam üzerinden Müslümanların kanları, namusları üzerinden oy devşirilen seçimlere adavet edelim! Müslümanların yanındayız deyip, ama Gazze'de akan kana, kirletilen ümmetin namusuna somut bir adım atmayan siyasete adavet edelim!

Ama birbirimize Adavet etmeyelim…

Selam saygı ve muhabbetle…

QOSHE - Siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, ve اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ dedim! - Yunus Filiz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, ve اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ dedim!

8 1
01.04.2024

Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur yoluyla Kur’ânî mesleklerin en sağlam ve en selâmetlisini bizlere sunmuştur. Enbiya ve Sahabe mesleğinin bir cilvesi olan ve “acz, fakr, şefkat ve tefekkür”den oluşan Risale-i Nur mesleğinin “ihlâs, uhuvvet, tesanüd, sadakat, takva, istiğna, fedakârlık, siyasete girmemek ve müsbet hareket...” gibi düsturları vardır.

Bediüzzaman'ın siyasete bakış zâviyesi, düstur ve delillerini, ana hatları ile olmasa da elimizden geldiğince yazmaya çalışacağız İnşALLAH…

‘Eûzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaset’ düsturunun bir önemli sebebi ve çıkış noktası, İslâm Deccalı olan Süfyandır. Evet, Üstad Bediüzzaman Hazretleri ”Peygamber Efendimizin (asm) o zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevi kılıç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir” tavsiyesine müraatla, “siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim. ‘Eûzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaset’ yani ‘Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım’ düsturuyla kendi ruhî âlemime daldım.” diyerek meselenin odak noktasını nazarlara sunmuştur.

Bediüzzaman ve siyaset, Nur talebelerinin, kendi aralarında, yarım asırdır tarştıkları ikili. Aralarındaki derin inşikakların da (ayrılıkların) birinci sıra unsuru: Bazen samimiyetle tartışılmış, bazen emsaller arası riyaset kavgalarının maskesi olarak kullanılmış. Alınan mesafe, bir arpa boyu kadar. Mevzu, her zaviyeden başka türlü arz-ı endam etmiş. Kimi Bediüzzaman'ın “euzubillahi mineşşeytani racim”a teşbih, “euzubillâhi mineşşeytani ve siyaseti” istiazesine sarılıp, Bedîüzzaman’ın şeytandan kaçar gibi, siyasetten kaçtığını serrişte (delil gosterme) ile mevziini muhkemleştirmiş; kimi, Demokrat Parti’ye alenî oy verişini diline pelesenk edip dolaşmış Anadolu’yu. Bedîüzzaman ve siyaset meselesi, zihinler adedince farklılık arzeder hale gelmiş...

Bu garib tecellinin mes’ul mevkiine Üstad’ı koyamayız; bu tezatlar, bu ardı arkası kesilmeyen farklılıklar onun eseri değil; ondan gelmiyor. Kusur bizde, Nur talebeliğini dava edinenlerde...

Bediüzzaman’ın seksen küsür yıllık muhteşem hayatı ve altıbin sahifelik 14 ciltlik eşsiz külliyatını ihata güçlüğü yaşıyoruz. Bütünü ihata edemeyince, fil tarîfiyle aleme rezil rüsva olan körlere benzedik; kendi kendimizi aleme rezil ettik...

Bedîüzzaman ve Risale-i Nur’larda tezad yok, olamaz yani okunyanlar bilir. İstediğiniz kadar tezat ve kusur arayın tesadüf edemezsiniz. Var, diyen ortaya buyursun. Ümmetin, bin küsur yıldan beri gelişiyle müjdelendiği bir zatta tezat ve kusur aramak, hafif tabiriyle: Cinnet!..

Bu mevzudaki ders ve müktesabatımı hülâsa etmek isterim...

Önce Bediüzzaman’ın siyaset mefhumunu bakış zaviyesi ve tahlilini tesbit etmemiz lâzım. Bahsin bu kısmı, “mutlak”dır, zamanla mukayyed değil.

Buyrun görelim:

Öncelikle Bediüzzaman'ın siyasi istiazesinden (Euzü besmele" okuyarak Allah'a sığınmak) başlayalım:

“Bir zaman, bu garazkarene (garaz edercesine, kin tutarak ) tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin (dindar) bir ehl-i ilim, fikr-i siyasisine muhalif bir alim-i salihi, tekfir (birine kâfir deme) derecesinde tezyif (hakaret) etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârãne medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, ‘euzubillâhi mineşşeytãnî ve siyãsseti’ dedim, o zamandan beri hayat-ı siyãsîyeden çekildim."

Bu konu ve bu konunun telkin ettiği ders, defalarca yer bulur külliyatta. Bediüzzaman'ın iki yakın dostu arasında cereyan eden hadisenin dehşeti, siyasi istiazeye me’haz (kaynak) olur. Önemli nokta: Tarfgirliğin bu dehşetli sırrıdır; şeytanı, melek; meleği şeytan görmek...

Bilhassa siyasi arenada, daha dehşetli bir vaziyet alan tarafgirliğin sebebiyet verdiği bu müthiş hale düçar olmamanın en emin yolu, siyaisi istiazede bulunmak ve siyasetten uzak durmakdır. Üstad’ın yaptığı gibi...

Tarafgirliğin faydalı tarafını nazara veren bir suale, bahsin devamında Üstad’ın verdiği cevab nokta-i nazarını tahkim eder:

“İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkarane, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkarane tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam, o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona-haşa-lanet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.”

Yani burda anlatilmak istenen siyaset ve siyasetteki tarafgirlik damarı meleği şeytan, şeytanı melek suretinde gösterir. Siyasi tarafgirlik hakkaniyet ve adalet duygularını yerle bir eder. Kendi partisinde bulunan şeytan gibi bir adama, sırf kendi safında diye melek der, kendi fikrine muhalif bir partide bulunan melek gibi bir adama da şeytan der. Siyasi tarafgirliğin insaf ve hakkaniyet ölçüsü bu kadar kokuşur ve haktan uzaklaşır.

Üstad Hazretleri bu hakikati kendi hayatında gördüğü bir misal ile ifade ediyor ve tarafgirlik damarı ile yapılan siyasetin ne kadar çirkin ve uzak durulması gereken bir hastalık olduğunu beyan ediyor. Günümüzde de bunun misallerini çokça görmek mümkün.

Siyaset ve siyasetteki farklılıklar, hiçbir zaman hakkaniyeti ve adaleti törpülememelidir. Kendi siyasi görüşüne muhalif bir adam da olsa onun müspet cihetlerini ve doğru yönlerini inkâr etmemelidir. Yine kendi partisinden ve siyasi düşüncesinden olan birisinin de yanlış yönlerini ve hatalarını, sırf kendi safında diye müdafaa edip savunmamalıdır.

Bu ölçüler muhafaza edilebilirse, sırf vatana ve millete hizmet için siyasete girilebilir. Yoksa gerisi Üstad Hazretlerinin işaret ettiği gibi şeytana maskara olmaktan başka bir şey değildir.

Bu bakış açısını diğer hizipleşme ve meşrep taassupçuluğuna da tatbik........

© İstiklal


Get it on Google Play