Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Osman Cevdet Akçay geçen hafta o çok konuşulan basın toplantısında önce içinde bulunduğu “setting”in nasıl bir “setting” olduğundan bahsetti. Ardından “link”lerin koptuğundan yakındı ve bu “link”leri yeniden “ihdas edeceklerini” söyledi. Bu kısa demeç üzerine yorum yapanlarsa bazı kelimeleri değiştirmek zorunda kaldı. Bu bir sansür değil, adeta yabancı bir filme altyazı basmak gibi Akçay’ın söylediklerinin daha net anlaşılması için şarttı. İtiraf edeyim, benim için altyazı ihdas’ta gerekti.

Televizyonda izleyenlerin bildiği ya da ondan ders alan öğrencilerinin çeşitli mecralara yazdığı gibi Akçay cümlelerinin içine sık sık İngilizce kelimeler sıkıştırıyor. Bazen bir kalıp ya da kelimenin önce İngilizcesini söylüyor, hemen ardından Türkçe çevirisini ekliyor. Bu durum genelde iki dile de yeteri kadar hakim olmayınca ortaya çıkar.

Ancak Akçay’ın dile hakim olmadığını söyleyemem. Liseyi Robert College’de okuyor; ardından Boğaziçi, sonra CUNY. Çocuk yaştan itibaren ağırlıkla İngilizce eğitim görüyor. Özal’ın prenslerinin, “yuppie” kelimesinin Türkiye’ye ithal edildiği yıllarda 20’lerini yaşıyor. O yıllarda Türk lirasının “konvertibiliteye geçişi” önemli gündem maddelerinden biriydi. Paramızın aksine dilimiz “konvertibl” olmadığı için, özellikle Beyaz Türkler arasında böyle hibrit bir dil oluştu. İyi İngilizce konuşmak bir statü sembolü sayıldığı için kendi ayrıcalıklarını vurgulamak isteyenler de araya yabancı dilde sözcükler sıkıştırmayı alışkanlık edindi.

İKİ DİLLİ GÜNDELİK HAYAT

Yabancı dille hava atmanın modası çoktan geçti. Ama iki dili gündelik hayatında kullananların iyi bildiği gibi araya İngilizce sokuşturmak zamanla reflekse dönüşüyor. İngilizce bir şekilde insanın konuşma diline sızıveriyor. Hele hele insanın kültürel tüketiminin çoğu bu dildeyse bir süre sonra belli konuları İngilizce ifade etmekten kaçınmak çok zor. Finans dünyası ağırlıklı İngilizce konuşuyor, sıradan bir banka müşterisi bile bilmeden her gün EFT, ATM gibi İngilizce tabirlerin kısaltmalarını kullanıyor. İngilizce artık temel bir ihtiyaç.

“Link” yerine “bağ” denebilir elbette. Ama bazı kelimelerin tam Türkçesini bulmak da İngilizcesine alıştıktan sonra epey zor: “Spoiler” veya “overrated” yerine ne diyeceğim? “Filmin içine etmek” argo, “fazla değer verilmiş” de berbat bir dublaj Türkçesi.

Hayatın her alanında olduğu gibi yabancı dilde sözcükleri kullanırken de doz ayarı önemli. Bazen araya yabancı sözcük dıkıştırmak dili zenginleştirir, hatta şiirselleştirir. İngilizce yazılarda zaman zaman “sotto voce” geçer; bu İtalyanca ifade sessizce fısıldamayı daha güzel anlatır. Sadece Almancada yer alan “schadenfreude” ve “zeitgeist” kelimeleri, Akçay’ın kullandığı “oxymoron” gibi çeviri gerektirmeden her dile yerleşti. Hukuki anlamı bir yana, “séparation de corps” iki bedenin birbirinden kopması olarak düşünüldüğünde kulağa çok romantik geliyor. James Baldwin bu yüzden “Giovanni’nin Odası”nda olduğu gibi kullanmış olmalı, yoksa illaki “ayrılık” ya da “boşanma” demeyi biliyordur.

Aslında herkesin yabancı dile aşağı-yukarı belli bir aşinalığı olsa araya serpiştirilen İngilizce kelimeler bu kadar göze batmaz. Birden fazla lisanla büyüyen göçmen çocukları kendi aralarında konuşurken bile sık sık bir başka lisana geçiyorlar, bu da tıpkı bir bankacının “link” demesi gibi bir refleks.

Sürekli dünyaya açılmaktan, dünyanın önemli aktörlerinden biri olmaktan bahseden Türkiye’nin her vatandaşı çoktan iki dilli olmalıydı aslında. Her ne kadar milliyetçi damarlarımızı rahatsız edeceği için kabullenmek istemesek de evrensel geçerliliği olan bir anadilimiz yok. Koruyalım da, korumak uğruna İngilizceden feragat edilmesi Türkiye’nin ve Türk insanının gelişmesi için büyük bir engel.

Bu eksikliği beyin göçüyle yurtdışında çalışmaya başlayan Türkler yakından hissediyor. Hemşirelik, mühendislik, yazılım gibi dilin öncelikli olmadığı alanlarda çalışanlar göçmenlerin ne kadar verimli işgücü olduğunun mükemmel örnekleri. Ancak gündelik hayatta ve yazıyla iletişimde zorlanıyorlar. İngilizcenin herkes için zorunlu yabancı dil olmamasından dolayı entelektüel dünyada da Türklerin ağırlığı yok—birkaç tekil örnek kontenjan ataması.

Aksansız konuşmaktan bahsetmiyorum. Asıl önemli olan dile hakimiyet. Her iki dili mükemmel kullanabilmek elbette ideal. Ama ikisine de yeteri kadar hakim olabilmek de yeter. Bugün ne yazık ki araya İngilizce serpiştirebilecek kadar yabancı dil öğretemiyor milli eğitim. Oysa bize dünyaya açıldığımız söylenmişti, giderek daha da içe kapandık.

REKABETTE GERİ KALDIK

Türkiye’nin giderek daha fazla içine kapandığı, yabancı dilin hava atmayı bırakın bir ihtiyaç olarak bile görülmediği dönemde dünya tam tersi yönde ilerledi. Kendi lisanlarını korumak konusunda çok hassas olan Avrupa Birliği ülkeleri bile yabancı dili—ağırlıkla İngilizce—zorunlu kıldıkları gibi, öğrenme yaşını da bazı yerlerde ana okula kadar indirdiler. Finlandiya’da birinci sınıfta, Yunanistan’da üçüncü sınıfta başlıyor İngilizce eğitimi. Ve bu bir özel okul ayrıcalığı değil. Bu yüzden artık Fransa’ya gittiğinizde croissant siparişi verirken bile zorlanmıyorsunuz.

Avrupa’nın Karayipler ya da Afrika gibi sömürgelerinde, İngilizce ya da Fransızca eğitimi ülkeler bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da sürdü. Hangi kabileye mensup olursa olsun bir Afrikalı önce kendi ana dilini öğreniyor, ardından da ülkenin resmi dilini. Çoğu Afrikalı en az üç lisan konuşabiliyor. O sınır dışı etmek istediğiniz Esenyurt’taki Togolu göçmen var ya, daha doğuştan bir Türk’ten daha avantajlı. En azından dünyada geçerli bir dile hakim.

Tunus ve Cezayir gibi geleneksel olarak Fransızca öğreten ülkeler bile artık İngilizceye ağırlık vermeye başladı. Hatta bu yüzden Fransızcanın etkisini kaybedeceğine dair ana karada endişeler var. İngilizcenin en yaygın ve kullanışlı dil olduğuna dair bir tartışma kalmadı.

Türkiye birçok üçüncü dünya ülkesinden eğitim kalitesinde öndeyken, en azından şimdilik yabancı dilde gerilerde. Gerileme kendi kabında kalmaz, ister istemez taşar ve etkisini başka alanlarda da gösterir, gösteriyor da zaten. Artık İngilizce bir züppelik değil, zorunluluk. Rekabetin, büyümenin, 21. yüzyıl vizyonunun dili sadece Türkçe olamaz. Ama işte her şey geliyor tercihlerde kilitleniyor.

QOSHE - İkinci ana dil - Oray Eğin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İkinci ana dil

120 1
13.02.2024

Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Osman Cevdet Akçay geçen hafta o çok konuşulan basın toplantısında önce içinde bulunduğu “setting”in nasıl bir “setting” olduğundan bahsetti. Ardından “link”lerin koptuğundan yakındı ve bu “link”leri yeniden “ihdas edeceklerini” söyledi. Bu kısa demeç üzerine yorum yapanlarsa bazı kelimeleri değiştirmek zorunda kaldı. Bu bir sansür değil, adeta yabancı bir filme altyazı basmak gibi Akçay’ın söylediklerinin daha net anlaşılması için şarttı. İtiraf edeyim, benim için altyazı ihdas’ta gerekti.

Televizyonda izleyenlerin bildiği ya da ondan ders alan öğrencilerinin çeşitli mecralara yazdığı gibi Akçay cümlelerinin içine sık sık İngilizce kelimeler sıkıştırıyor. Bazen bir kalıp ya da kelimenin önce İngilizcesini söylüyor, hemen ardından Türkçe çevirisini ekliyor. Bu durum genelde iki dile de yeteri kadar hakim olmayınca ortaya çıkar.

Ancak Akçay’ın dile hakim olmadığını söyleyemem. Liseyi Robert College’de okuyor; ardından Boğaziçi, sonra CUNY. Çocuk yaştan itibaren ağırlıkla İngilizce eğitim görüyor. Özal’ın prenslerinin, “yuppie” kelimesinin Türkiye’ye ithal edildiği yıllarda 20’lerini yaşıyor. O yıllarda Türk lirasının “konvertibiliteye geçişi” önemli gündem maddelerinden biriydi. Paramızın aksine dilimiz “konvertibl” olmadığı için, özellikle Beyaz Türkler arasında böyle hibrit bir dil oluştu. İyi İngilizce konuşmak bir statü sembolü sayıldığı için kendi ayrıcalıklarını vurgulamak isteyenler de araya yabancı dilde sözcükler sıkıştırmayı alışkanlık edindi.

İKİ DİLLİ GÜNDELİK HAYAT

Yabancı dille hava atmanın modası çoktan geçti. Ama iki dili gündelik hayatında kullananların iyi bildiği gibi araya İngilizce sokuşturmak zamanla reflekse dönüşüyor. İngilizce bir şekilde insanın konuşma diline sızıveriyor. Hele hele insanın kültürel tüketiminin çoğu bu dildeyse bir süre sonra belli konuları İngilizce ifade etmekten kaçınmak çok zor. Finans dünyası ağırlıklı İngilizce konuşuyor, sıradan bir banka müşterisi bile bilmeden her gün EFT, ATM gibi İngilizce tabirlerin kısaltmalarını kullanıyor.........

© Habertürk


Get it on Google Play