Zaman zaman düşünce dünyamın ve kabullerimin dışındaki “sanat, edebiyat ve düşünce” etkinliklerini okurum, izlerim.

Hemen sözün başında bir gözlemimi paylaşmak istiyorum:

Kim, nerede ne yaparsa yapsın, hangi ideolojinin taşıyıcısı olursa olsun, sonuçta insandır ve insan olmanın getirmiş olduğu fikirlerini, duygu ve düşüncelerini dışa dökmek zorundadır. Fikir ve duygular ne kadar temiz, saf ve naif olursa olsun, dökülen kap paslı ise zehir etkisi yapar. Burada sadece bireyin tercihi alınmaz, toplumun tercihi de önemlidir.

Şunu demek istiyorum:

İnsan sadece madde boyutuyla yaşayamaz. O, aynı zamanda maddeyi de aşmak ve duygularını dile getirmek zorunda hisseder kendini. (Hemen parantez içinde söyleyeyim; bir akşam vakti, “haydi gel şöyle bir dağıtalım.” diye meyhaneye koşan insanlar, tabiri caizse “nefs anestezisi”ne yatmış elemanlardır, diye düşünüyorum. Bu davranış “olduran” davranış değildir elbet.)

Alır sazı eline bir ağıt, bir türkü dillendirir ve ardından gözyaşı döker. Bunun adı, maddenin içindeki metafiziktir. Yani maddenin içindeki daha ince madde. Mısır unu değil de nişasta. Ruh dünyasında, düşünce algısında maddeyi aşamıyor; çünkü onu aşacak bilgi ve donanımdan yoksundur. Bir kısır döngüdür, sürüp gidiyor ve bu kısır döngü insanı mutluluktan uzaklaştırıyor.

Geçmiş dönemde “sanatıyla, edebiyatıyla; fikir ve düşünceleriyle” öne çıkmış birilerini anacaksa aynı yola başvurur; somut dünyasının kapısını aralar, soyut algının iklimine giremez ve dedikodu atmosferini aşamaz. Uzaya çıkan roket gibi yerçekimi kuvvetini aşacak güç bulamadığından, dünya atmosferinde kalır ve çaplı deneyler yapamaz, onun hazzını tadamaz. Yerçekimi kuvvetini aşan roketler ise asıl mekanizmayla kavuşur ve amacına ulaşır.

İnsan duygusal bir varlıktır; duygularını gereken yerlerde, gerektiği gibi harcayamazsa kendi içinde boşluğa düşer. Bu karmaşaya dayanabilmek pek mümkün olmadığından, kolay yolu seçer ve beynini, duygularını kanatan bu acıyı dindirebilmek için kendine nefs anestezisi uygular; içer! Bunu yapmak zorundadır. Ya bunu yapacak ya da başını secdeye koyarak ruhunu, sahibine teslim edecektir. Dünyada içkiyi yasaklayan İslâm’dan başka bir “din”, ideoloji yoktur. İnsan, dünyaya kendini aşmak için gönderilen varlıktır; oysa uyuşturucu ve imansızlık, insanı kendi içinde boğar.

Seçim dönemindeyiz; partiler arasındaki kampanyalara bakınız; metafiziksel duyguların öne çıkamadığı, fakat kalabalıklar içinde nefsten gelen duygu taşmalarının yaşandığına şahit olacaksınız. Hitap ettiğiniz kitlenin kapasitesi, yapısı duygu atmosferini aşıp hakikat iklimiyle tanışacak kapasitede değilse, sizin orada yapıp ettikleriniz, sözleriniz havanda su dövmektir. Mesela, İstanbul’un bazı semt sakinlerinin evlerini altından, sokaklarını da gümüşten yapsanız bundan bir sonuç alamazsınız. Önce duygu ve anlam terbiyesi..

İnsanları en çok etkileyen şey, onların duygu dünyalarını harekete geçiren söz ve davranışlardır.

Duyguları coşturmanın en etkili yolu, şiir ve müziği harekete geçirmektir. Ne var ki, hiçbir şiir ve müziğin nefs boyutunu aşma gücü olmadığından, orada maddenin metafiziğinde kalmanın, yani dünya atmosferini aşamamanın krizi ile karşı karşıya kalma riski vardır. Bu durum büyük buhranlara neden olmaktadır. İşte bu buhranların dışa vurumuna “SANAT” denilmektedir. Ve bu sanat, nefs boyutunu aşamamış, ruhuyla tanışamamış kitleleri derinden etkilemektedir. Oysa;

“… Bilesiniz ki, gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” (Ra’d, 28)

Hayatı boyunca kadayıfı hiç tatmamış, yememiş bir insana sözle, kadayıfı tarifle onu anlatamazsınız. Bunun gibi, hiç iman tadını almamış birisine imanın ve sonsuzluğun; cennetin, Allah rızasının, Allah’ı zikretmenin huzurunu anlatabilmeniz çok zordur. Fakat bunun huzura ihtiyacı vardır ve onu beş duyusu ile aramaya koyulur, lakin beş duyu ile huzur bulunmaz. Huzuru bulmanın yolu teslimiyettir; susamış birinin suya teslimiyeti gibi.

“Hu-zur”un “Hû”sunu kaybedenin payına düşen sadece “zur”dur ve hayatın artık bir anlamı da yoktur. Anlamsız bir hayatın huzur vermesi düşünülemez. Bugün dünyada yaşanan bundan farklı değildir.

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci

NOT: Çocuklarımız ara dönem karnelerini aldılar. Keşke onlara, ebedi hayatta mutlu olabilecekleri “Allah’a güzel kul olma” karnesini de verebilseydik!

QOSHE - İçmek zorunlu mu ya da nefs anestezisi - D. Ali Taşçı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İçmek zorunlu mu ya da nefs anestezisi

8 15
22.01.2024

Zaman zaman düşünce dünyamın ve kabullerimin dışındaki “sanat, edebiyat ve düşünce” etkinliklerini okurum, izlerim.

Hemen sözün başında bir gözlemimi paylaşmak istiyorum:

Kim, nerede ne yaparsa yapsın, hangi ideolojinin taşıyıcısı olursa olsun, sonuçta insandır ve insan olmanın getirmiş olduğu fikirlerini, duygu ve düşüncelerini dışa dökmek zorundadır. Fikir ve duygular ne kadar temiz, saf ve naif olursa olsun, dökülen kap paslı ise zehir etkisi yapar. Burada sadece bireyin tercihi alınmaz, toplumun tercihi de önemlidir.

Şunu demek istiyorum:

İnsan sadece madde boyutuyla yaşayamaz. O, aynı zamanda maddeyi de aşmak ve duygularını dile getirmek zorunda hisseder kendini. (Hemen parantez içinde söyleyeyim; bir akşam vakti, “haydi gel şöyle bir dağıtalım.” diye meyhaneye koşan insanlar, tabiri caizse “nefs anestezisi”ne yatmış elemanlardır, diye düşünüyorum. Bu davranış “olduran” davranış değildir elbet.)

Alır sazı eline bir ağıt, bir türkü dillendirir ve ardından gözyaşı döker. Bunun adı, maddenin içindeki metafiziktir. Yani maddenin içindeki daha ince madde. Mısır unu değil de nişasta. Ruh dünyasında, düşünce algısında maddeyi aşamıyor; çünkü onu aşacak bilgi ve donanımdan yoksundur. Bir kısır döngüdür, sürüp gidiyor ve bu kısır döngü insanı mutluluktan uzaklaştırıyor.

Geçmiş dönemde “sanatıyla, edebiyatıyla; fikir ve düşünceleriyle” öne çıkmış birilerini anacaksa aynı yola başvurur; somut dünyasının kapısını........

© Haber7


Get it on Google Play