İnsanlık tarihinin sahip olduğu tüm zenginliklerin ana kaynağını emek oluşturuyor. Emek ve dayanışmanın kutlandığı her 1 Mayıs’ta güçlü sloganlar ve söylemler duyuyoruz; ancak bunlar yeterince eyleme dönüşmüyor. Emekçiler, taleplerini günlük ihtiyaçlarıyla sınırlandırmak yerine kendileri için daha iyi bir dünya inşa etme hedefine yönelmek zorunda. Eldekini korumaya dönük yetinmeci bir anlayışa teslim olmak, emekçileri edilgin kılıyor.

Popülist sağ iktidarlar, bir avuç seçkinin çıkarı için kamuoyundaki milli ve dini hassasiyetleri istismar ederek emekçileri bölüyor. Oysa kapitalizme karşı mücadelenin yolu emekçilerin birliğinden geçiyor. Bu bağlamda emeğin iktidarını kurmak için başta devrimci sendikalar olmak üzere muhalif siyaset de ufkunu genişletmeli. Dini ve milli hamasete bulaşmış sarı sendikacılık kadar, ücret ya da mesai saati pazarlığına indirgenmiş sendikacılık da emekçinin ufkunu daraltıyor. Bunlara karşı kapitalizmle uzlaşmayı reddeden sınıf sendikacılığı anlayışını yüceltmek gerekiyor.

Kapitalist küreselleşme, sözde kültürel ve kimliksel çeşitliliğin birlikte var olacağı bir toplumsal düzen öngörüyordu. Oysa bugünün dünyasında tekçi ve baskıcı iktidarlar cirit atıyor. Çoğunlukçu demokrasi baş tacı edilince çoğulcu ve katılımcı demokrasinin pabucu dama atıldı. Kimlikler, kültürler üzerinden ayrıştırılan toplumlar çözülmeye başladı. Aynı toprakta yaşayan birbirinden kopuk topluluklar oluştu. Bu bağlamda Türkiye, ulus devleti tanımlayan toprak bütünlüğünü korusa da, ulusun bütünlüğünü koruyamadı. Özellikle tek adam iktidarı, elindeki güçlü propaganda aygıtları sayesinde şeytanlaştırdığı kesimler hakkında kamuoyunda kalıcı önyargılar oluşturdu. Kutuplaştırma siyasetine hizmet eden bu strateji, ulusal bütünlüğün parçalanmasında etkili oldu.

Önceki kuşakların hayal bile edemeyeceği, bizi birbirimize bağlayan dijital bir dünyada yaşıyoruz. Tek ya da az kanallı televizyon dönemlerinde medya, kitleleri homojenleştirme işlevi üstleniyordu. Dijital çağa özgü çoklu medya düzeni ise teknolojik doğasına uygun olarak kitleleri parçalara ayırıp heterojen topluluklara dönüştürdü. Salt algoritmik biçimde işleyen çevrimiçi etkileşim motorları, insanları teknolojik bağlamda birbirine bağlarken sosyolojik bağlamda birbirinden ayırıyor. Sosyal medyanın panoptikonu kolektif deneyimi ve eylem düşüncesini gölgeledi; bireyleri atomize edip yalnızlaştırdı. Yankı odalarında kendi sesimizin yankısını duyarken iletişim kurduğumuzu sanıyoruz. Gerçekte hepimiz, algoritmaların belirlediği filtre balonlar içinde yaşıyoruz. İnternette yaptığımız kişisel aramalarla iletişim dünyamızın sınırlarını kendi parmaklarımızla çiziyoruz. Bırakın bize benzeyenlerle iletişim kurmayı neredeyse kendi kendimizle konuşur olduk. Tartışma adabını unuttuğumuz için farklı sesler duymaya katlanamıyoruz. Bizim gibi olmayanlar ne düşünür, ne hisseder diye merak etmiyoruz.

Gerçekte neoliberal dünyanın medya iklimi, otoriter rejimlerin ayrıştırma, kutuplaştırma siyasetine can suyu veriyor. Herkes, dahil olduğu dijital topluluklara göre kanaat oluşturuyor; siyasi tarafını belirliyor. İletişim olanaklarımız genişlese de kamusal alan daraldıkça daralıyor.

İçinde yaşadığımız dönem, toplumsal dönüşüm idealini de yozlaştırdı. KONDA tarafından yapılan güncel bir araştırmanın sonucuna göre genelde gençlerin toplumsal değişimden anladığı, oy kullanmak, CİMER’e başvurmak, sosyal medya paylaşımı ya da hashtag çalışması yürütmek gibi eylemlerle sınırlı. Çoğu genç, siyasi parti ya da sivil toplum kuruluşuna katılmak yoluyla değişimi kendi çabasıyla sağlamak düşüncesine uzak duruyor. Herhangi bir toplumsal kuruluşa üye olmayanların oranı yüzde 73 olarak ölçülmüş. Gençlerimiz genelde ekonomik sorunlardan yakınıyor ama örgütlü mücadeleye de yanaşmıyor[1]. Araştırmaya katılanların çoğu kendini sırasıyla Atatürkçü, milliyetçi ve muhafazakar olarak tanımlamış. Kamuoyu araştırma şirketleri, kimlik siyasetini taçlandıran bu tür soruları öne çıkardıkça genç kesimden kendini ya da ailesini “emekçi” kavramıyla tanımlamasını bekleyemeyiz. Ait olduğu sınıfa kör bakan bir gençliğin toplumsal dönüşüm idealini salt Atatürkçü, milliyetçi ya da muhafazakar bir yaşam ufkuyla sınırlaması kimlerin çıkarınadır? İletişim teknolojisi sınır tanımaz biçimde gelişirken insanlığın evrensel düşünmeye yönelmek yerine kafasını dijital bir hücreye gömmesi ironiktir.

Görüldüğü gibi kapitalizm dünya halklarına tuzak kurmaktan vazgeçmiyor. Bunları boşa çıkarmak için sınıf mücadelesini öncelemekten başka bir yol yok. TÜİK’in “İstatistiklerle Gençlik 2022” araştırmasına göre ülke genelinde genç sayısı, 12 milyon 949 bin 817 olarak ölçülmüş[2]. Türkiye’deki milyonlarca gençten yüzde kaçı başat aile kimliğinin “emekçi” olduğundan haberdardır acaba? Her şeyi bilen araştırma şirketlerine bir de bunu sormak lazım!

[1] https://konda.com.tr/uploads/genclerin-politik-tercihleri-arastirmasi-2024-64df8822aead837953c985b7a856bc911a53b8524850b4725246f7b92b74b216.pdf

[2] https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/turkiyede-nufusun-yuzde-15-2sini-gencler-olusturuyor/2899174

QOSHE - Emekçi ufkunu nasıl genişletecek? - İlker Cenan Bıçakçı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Emekçi ufkunu nasıl genişletecek?

55 1
03.05.2024

İnsanlık tarihinin sahip olduğu tüm zenginliklerin ana kaynağını emek oluşturuyor. Emek ve dayanışmanın kutlandığı her 1 Mayıs’ta güçlü sloganlar ve söylemler duyuyoruz; ancak bunlar yeterince eyleme dönüşmüyor. Emekçiler, taleplerini günlük ihtiyaçlarıyla sınırlandırmak yerine kendileri için daha iyi bir dünya inşa etme hedefine yönelmek zorunda. Eldekini korumaya dönük yetinmeci bir anlayışa teslim olmak, emekçileri edilgin kılıyor.

Popülist sağ iktidarlar, bir avuç seçkinin çıkarı için kamuoyundaki milli ve dini hassasiyetleri istismar ederek emekçileri bölüyor. Oysa kapitalizme karşı mücadelenin yolu emekçilerin birliğinden geçiyor. Bu bağlamda emeğin iktidarını kurmak için başta devrimci sendikalar olmak üzere muhalif siyaset de ufkunu genişletmeli. Dini ve milli hamasete bulaşmış sarı sendikacılık kadar, ücret ya da mesai saati pazarlığına indirgenmiş sendikacılık da emekçinin ufkunu daraltıyor. Bunlara karşı kapitalizmle uzlaşmayı reddeden sınıf sendikacılığı anlayışını yüceltmek gerekiyor.

Kapitalist küreselleşme, sözde kültürel ve kimliksel çeşitliliğin birlikte var olacağı bir toplumsal düzen öngörüyordu. Oysa bugünün dünyasında tekçi ve baskıcı iktidarlar cirit atıyor. Çoğunlukçu demokrasi baş tacı edilince çoğulcu ve katılımcı demokrasinin pabucu dama atıldı. Kimlikler, kültürler üzerinden ayrıştırılan toplumlar çözülmeye başladı. Aynı toprakta yaşayan birbirinden kopuk topluluklar oluştu. Bu bağlamda Türkiye, ulus devleti tanımlayan toprak bütünlüğünü korusa da, ulusun bütünlüğünü koruyamadı. Özellikle tek adam iktidarı, elindeki güçlü propaganda aygıtları sayesinde şeytanlaştırdığı kesimler hakkında kamuoyunda kalıcı önyargılar oluşturdu. Kutuplaştırma........

© Gazete Manifesto


Get it on Google Play