Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye siyasal yaşamında devlete içkin bir milliyetçi hat hakim olsa da, 1969’da Alparslan Türkeş tarafından kurulan Milliyetçi Hareket Partisi, bir kolu devletin içinde, diğeri sokakta bir hareket olarak ayrı bir başlık içinde değerlendirilmesi gereken bir tarihe sahiptir.

Hakim sınıf siyaseti içinde devlete içkin olan milliyetçi hat bağlamında bazen kendisine kontrgerilla pratikleriyle malul özel görevler verilen, bazen de ‘nizam’ verilmeye çalışan bir gelenek olarak MHP’nin 12 Eylül sürecinde yaşadıkları da buna örnektir. Genel olarak Alparslan Türkeş’e atfedilen ancak 12 Eylül sonrası görülen MHP davasında, Türkeş’in sağ kolu olan dönemin MHP Genel Başkan Yardımcısı Agah Oktay Güner tarafından mahkeme salonunda söylenen, “Fikrimiz iktidarda, biz hapisteyiz” cümlesi ülkücü faşist kadroların o dönemdeki şaşkınlığının bir ifadesiydi.

ABD’ye bağımlı, kendisini NATO konsepti içinde ifade eden Türkiye egemen sınıfları açısından, antikomünizm eksenli milliyetçilik, konjonktürel ihtiyaçlara göre bazen referanslarını farklı devlet kurumları ya da partilere dağıtırken, daha önce sokaktaki katliamlarıyla desteklediği ‘milliyetçi partiyi’ bir süre cezaevinde dinlendirebilir. Bu yaman bir çelişki değildir.

Bir köşe yazısının sınırlarını zorlamadan bu yazının asıl güncel meselesine doğru gelelim. İttifaklar dışında iktidar şansı bulamayan MHP’nin yaşadığı güç kaybı karşısında Devlet Bahçeli’nin tercihi, daha önce ‘Kavgada söylenmeyecek’ laflar ettiği Erdoğan’ın partisine eklemlenmek oldu. Bu, bir anlamda parti içinde karşılaştığı muhalefete karşı pozisyonunu koruyabilmenin de bir diyetiydi onun için.

Parti içi muhalefetin temsilcilerinden biri olan ve 2016 yılında mahkeme kararıyla MHP’yi kongreye götürmek için kayyum olarak atanan ancak bu mümkün olmayınca bir yıl sonra istifasını açıklayan Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanlarından ve MHP İzmir İl Eski Başkanı Müsavat Dervişoğlu, önceki gün gerçekleşen 5. Olağanüstü Kurultay’da İyi Partinin yeni genel başkanı oldu.

Peki bu ne anlama geliyor? MHP’de iktidar olamayınca, AKP-MHP iktidarı karışışında sermaye programı bağlamında bir restorasyon seçeneği olarak şekillendirilen ‘Millet İttifakı’ içinde, Kılıçdaroğlu’nun liderliğindeki CHP’nin verdiği milletvekilleri ile grup kurarak seçime giren, ancak kendisine yüklenen misyon açısından başarılı olamayan İyi Partinin, koltuğu bırakmak durumunda kalan Eski Lideri Meral Akşener’den sonraki kırık dökük koltuğa oturmak anlamına geliyor.

Son seçimde aldığı oy, 7 yıllık tarihinde, şu ana kadar aldığı en yüksek oyun yarısına inmiş bir parti olarak İyi Partinin tarihi, proje yoluyla parti imal etmeye çalışmanın sonuçlarının da tarihidir.

Ne dünya 1960-70’lerin dünyası, ne Türkiye o dönemlerin Türkiyesi’dir. ‘Merkez sağ’ ve ‘merkez sol’ saflaşması üzerinden derin ve karakteristik çatışmalar yaşamadan kapitalizmi ayakta tutma düsturunun yerini neoliberal düzende, aslında çoktan başka yönelimler almıştır.

Cumhur İttifakından kayacak oyları ‘Millet İttifakı’ içinde toplayabilecek ‘merkez sağ’ parti olabilmesi umuduyla yapılandırılmaya çalışılan Akşener liderliğindeki İYİP, o tarifi doldurmayı başaramamıştır. Kaldı ki, son yerel seçimler aslında halkın arayışlarının kendisini o eski kalıpların ötesinde realize ettiğini de göstermiştir.

İYİP’in bundan sonra neye benzeyeceğini izleyip göreceğiz. Ama herhalde net olarak söylenebilecek olan şey, MHP’nin de gerisine düşen ve ‘tartan’ etkisinin kalmadığını kanıtlamış olan bir partidir artık İYİP.

Partiler, sahip oldukları tarihsel kökler, dayandıkları sosyal güçler ve sınıflar kadar iddia sahibi olabilir ve varlık bulabilir.

Örneğin Avrupa ve genel olarak batı kapitalist güçleri bakımından, 11 Eylül, ‘güvenlik’ doktrininin özgürlüklerden feragat edecek kadar iç siyasetlerde öne çıktığı bir dönemin kapısını açarken, İslam düşmanlığı bu bağlamda özel bir yer tuttu. Mülteci düşmanlığının da ona eklenmesiyle birlikte Almanya’dan İtalya’ya ve daha birçok ülkeye kadar uzanan çeşitli örnekleriyle yabancı düşmanı partilerin güç kazandığına tanıklık edildi. Bu sağ popülist dalga içinde, insanlık düşmanı bir çizgi olsa da, ilgi dağıtmadan doğrudan mülteci düşmanlığına fokuslayan partiler, karşılarında onları geriletecek örgütlü alternatifler geliştirilemediği için çeşitli düzeylerde güç kazanıyorlar.

Bu gelişmelerin hiçbirisi, günümüz neoliberal döneminin dünya gerçekliği içinde ‘merkez sol’ ve ‘merkez sağ’ ikiliği bağlamında göğüslenip karşılanabilecek özellikler içermiyor aslında.

Türkiye de farklı değil. Hem öyle bir yeteneği ve isteği olmayan, hem de aslında öylesi bir nesnel ilişkiler düzlemine de sahip olmayan İyi Partiden hâlâ bir ‘merkez sağ’ icat etmek isteyenler, siyasetle uğraşmak yerine falcılığa yönelseler belki daha gerçekçi olabilir.

Sokaktaki emekçinin, emeklinin her gün küçülen ekmeği karşısındaki değişim talebi kurgusal değil tamamen gerçek bir temele dayanıyorsa, onun arayışının karşılığı da kurgusal olamaz.

QOSHE - Proje ile parti olamama dersleri: İYİP örneği - Fatih Polat
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Proje ile parti olamama dersleri: İYİP örneği

31 2
29.04.2024

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye siyasal yaşamında devlete içkin bir milliyetçi hat hakim olsa da, 1969’da Alparslan Türkeş tarafından kurulan Milliyetçi Hareket Partisi, bir kolu devletin içinde, diğeri sokakta bir hareket olarak ayrı bir başlık içinde değerlendirilmesi gereken bir tarihe sahiptir.

Hakim sınıf siyaseti içinde devlete içkin olan milliyetçi hat bağlamında bazen kendisine kontrgerilla pratikleriyle malul özel görevler verilen, bazen de ‘nizam’ verilmeye çalışan bir gelenek olarak MHP’nin 12 Eylül sürecinde yaşadıkları da buna örnektir. Genel olarak Alparslan Türkeş’e atfedilen ancak 12 Eylül sonrası görülen MHP davasında, Türkeş’in sağ kolu olan dönemin MHP Genel Başkan Yardımcısı Agah Oktay Güner tarafından mahkeme salonunda söylenen, “Fikrimiz iktidarda, biz hapisteyiz” cümlesi ülkücü faşist kadroların o dönemdeki şaşkınlığının bir ifadesiydi.

ABD’ye bağımlı, kendisini NATO konsepti içinde ifade eden Türkiye egemen sınıfları açısından, antikomünizm eksenli milliyetçilik, konjonktürel ihtiyaçlara göre bazen referanslarını farklı devlet kurumları ya da partilere dağıtırken, daha önce sokaktaki katliamlarıyla desteklediği ‘milliyetçi partiyi’ bir süre cezaevinde dinlendirebilir. Bu yaman bir çelişki değildir.

Bir köşe yazısının sınırlarını zorlamadan bu yazının asıl güncel meselesine doğru gelelim. İttifaklar dışında iktidar şansı bulamayan MHP’nin yaşadığı güç kaybı karşısında Devlet Bahçeli’nin tercihi, daha önce ‘Kavgada söylenmeyecek’ laflar ettiği Erdoğan’ın partisine eklemlenmek oldu. Bu, bir anlamda parti içinde karşılaştığı muhalefete karşı pozisyonunu koruyabilmenin de bir diyetiydi onun için.

Parti içi........

© Evrensel


Get it on Google Play