Siz hiç bir meyhaneye, sırf dış cephesine astığı meze fotoğraflarına kapılıp da gittiniz mi? Ben gittim.

Ama ne fotoğraf… İstanbul’un çok kültürlü mutfağı tek bir tepside toplanmış. Topikten taramaya, çirozdan ahtapot salataya, şevketi bostandan balık pastırmaya hepsi bir arada. Aaa, saraylı balık turşusu bile var. Şu da kurutulmuş domatesli levrek dolma değil mi?

İyi de bunları ben bulup gün yüzüne çıkarmamış mıydım?

Balık turşusunu, bilinen ilk el yazması Türk yemekleri kitabında, ki 1748 yılına tarihlendiriliyor, levrek dolmayı da Roma’daki bir semt pazarında keşfetmiştim. Üstelik orijinalinde levrek değil konserve ton balığı kullanılıyordu da bana yetersiz gelmişti. Bugünkü nefasetine, bizim mutfakta çalışıp ulaştırmıştık. Balık turşusunu bugünkü dengeli haline getirmek için ise aylarca çalışmıştık. İçinde 17 çeşit lezzetlendirici var ve kitaptaki ölçülere göre ilk yaptığımızda yenecek gibi değildi.

Beni meyhaneye çeken, bahsettiğim fotoğrafı üstte görüyorsunuz!!!. Tepsideki mezeler bizim, fotoğrafı çeken de sevgili dostum Erdem Kırım. Ama fotoğraf Cibalikapı Balıkçısı’nın değil başka bir meyhanenin kapısında asılı!

Kadıköy Rıhtım Caddesi’ne inen Misak-ı Milli Sokak’taki Koruçam Meyhanesi’ni yazmıştım daha önce. Hah işte, o gün rastladım Deniz Restaurant’a. Koruçam’ın birkaç dükkân ilerisinde. Giriş kapısının yanındaki pencerenin altında nefis ızgara köfte, pirzola, kuzu, tavuk şiş fotoğrafları, ortada da bizim mezeler…

Vapurdan Haluk’u (Kalafat) aradım, ne zamandır görüşmemiştik zaten. Hem de Kadıköy’de yaşıyor. Kerahet vakti yaklaşmış, ben meyhaneye gidiyorum, bizimki uykulu sesle açtı telefonu, afyonu patlamamış henüz. “Sabaha kadar NBA maçlarını izledim. Az önce uyandım.

Benim de kozum sağlam, gözünün yaşına bakmadan sürdüm masaya. “Kadıköy’de bir meyhaneye gidiyorum, hadi buluşalım.”

Naz yaptı mı? Hayır. “Sen başla, yetişirim.”

Gittiğimde sadece girişteki ilk masada oturan vardı. İkinci masaya kuruldum, tüm salona hakim. Beklerken bira içeyim bari. İki markanın da bazı çeşitleri var. Yanına da az fıstık. Servisi yapan hanımefendi Gönül Arslan, 25 yıldır meslekte. Beş aydır da burada çalışıyormuş. Arkadaşım geldiğinde rakıya geçeceğimi söyleyip fotoğraftaki meze çeşitlerini sordum, zevahiri kurtarmak için “Bugün o kadar çeşidimiz yok” dedi. Olsun. Olanla idare ederiz.

Haluk gelmeden mekânı anlatayım biraz. Girişteki sağlı sollu ikişer masadan sonra salon daralıyor. Mutfaktan sonraki kısmında yine genişçe bir salon var. Toplam 16 masalı. Mutfağın karşısında adisyonları tutan patronun oturduğu kasa yer alıyor. Duvarları kaplayan büyük fotoğrafların çoğu Pasifik kıyılarından manzaralar. Palmiyelerin altında içiyorsunuz bir nevi. Mutfağın yanındaki kapıdan girilen iki gözlü alaturka tuvalet pek olumlu izlenim vermiyor.

Her masadan izlenebilen beş televizyon ekranından belli ki, tam bir futbol mekânı. Zaten saat 19:00’da Galatasaray-Pendikspor maçı yayınlanacakmış. Şimdilik müzik kanalı Tatlıses açık. Kliplerden gözümü alamıyorum. Ece Mumay ile İlyas Yalçıntaş, ‘Şahit‘i söylüyor. Dinlemişliğim var ama hiç izlememiştim Ece Mumay’ı. Gazeteci eski dostum Cengiz Mumay’ın kızı. Gurur duyuyor kızıyla, haklı.

Biram bitti, Haluk geldi.

50’lik söyledik. Dolaptaki mezelerin de neredeyse tamamını sipariş ettik tadalım diye. Barbunya pilaki, şakşuka, acılı ezme, havuç tarator, yoğurtlu semizotunu yarımşar, beyin ve enginar bölünmediği için birer porsiyon. Yarımşar istediğimiz mezeler tek tabakta, ordövr olarak hazırlanmış, olsun, sulu meze yok nasıl olsa.

Teknik olarak Haluk için kahvaltı sayılır bu masa. Meğer benim için yaptığı fedakârlık sadece bu değilmiş:

Akşam da yoğun bir NBA programı bekliyor beni. Ezelden Boston Celtics taraftarıyım, play-off’larda ilk maçlarını oynayacaklar. Boston bu yıl çok güçlü, zaten farklı kazanırlar, maçı banttan yine izlerim ama Meyhane Köşesi’ne misafir olmak olanağı bir daha kim bilir ne zaman olur?”

Ne büyük iltifat…

Haluk, sadece izleyicisi değil NBA’nın, artıgerçek’e maçları da yazıyor. Unuttum tanıtmayı, neredeyse 30 yıllık dostluğumuz var. Zamanının en iyi projesi GazetePazar’da birlikte çalışmıştık. İyi proje olduğu için de uzun ömürlü olmadı tabii. Daha sonra ben gazeteciliği bırakıp meyhaneci oldum, o devam etti mesleğe. Angaje gazeteci olmadığı için de işin kahrını çekti.

Galatasaray-Pendikspor maçı başladı. Aram yok futbolla. Haluk da eskiden Galatasaraylı imiş, şimdi bırakmış. Biz lafa dalmışken mekân da yükünü almış, neredeyse dolu. Kimisi de içeri girmeyip dışarıdan izliyor maçı. Muhtemelen çevre esnafı.

Mezeler kötü değil. Beyin söğüş taze. Beyin sevmese de Haluk’un diğer mezelerle arası iyi. “İyi meyhane diye tavsiye edilen yerlerde daha kötülerini yediğim için, mutsuz etmeyen meze benim için yeterli. Zaten rakının asıl mezesi sohbettir” dedi. Sohbet de birikmiş zaten.

Gol atıldıkça meyhane ayağa kalkıyor. Futbol kafası da başka bir şey, hiç içine giremedim. Ama en azından hangi tarafın gol attığını anlayabiliyorum artık.

Devre arası kasada adisyonları tutan Serdar Topal’ın (47) yanına çektim sandalyemi. 22 yıl önce kurmuş burayı, ondan önceki dört yıl da market olarak işletmiş.

“İşler çok iyiydi eskiden, bugünün on katıydı. Ta Büyükçekmece’den gelen olurdu, öyle bir mutfağımız vardı. Sokaktaki kimi mekânlar pavyona dönünce müşteri çehresi değişti. 15 yıl önce bozulmaya başladı. Mekân sahipleri değişti, dönüştü. Eski müşteri de gelmez oldu.”

Kendimi zaten tanıtmıştım, girişteki meze tepsisi fotoğrafını sordum.

“Onu dayıoğlu internetten çıkardı koydu. Matbaacı kendisi.”

Art niyet yok ortada, beğenip koymuşlar.

Kardeşi Zeki Bey de (38), Gönül hanımla birlikte servise bakıyor. 15:00-03:00 arası servis veriyorlarmış, ramazan ve kandillerde kapalılarmış.

Mutfakta da tek kişi, Mehmet Eğri (64) var. 1973’ten beri işin içinde, dile kolay.

“İşletmecilik de yaptım. Birahanem vardı. 30 sene Yeldeğirmeni Dallas’ta çalıştım. İki senedir buradayım. Her gün 10-15 meze çıkarıyorum.”

Bugün o kadar yok ama. Peki, topik?

“Topik yapmıyorum. Ana yemek olarak da et ve tavuk çeşitleri var.”

Et sote söyledik biz. Sosu gayet güzel, ekmek yediği için Haluk bandıra bandıra tadını çıkardı.

Maç bitti. Galatasaray 4-1 önde. Kadıköy malûm, Fenerbahçelilerin egemenliğinde. Buradaki Galatasaray taraftarı yoğunluğu, sahibi Serdar Bey’in Galatasaraylı olmasından geliyormuş.

Tatlıses’e döndük yine. Mabel Matiz, Yalın, Tuğba Yurt, Zeki İçlises, Tefo-Seko-Kibariye, Oğuzhan Koç… Yelpaze geniş. İbrahim Tatlıses de ‘Saza Niye Gelmedin‘ klibiyle arz-ı endam etti bir ara. Karakterinden bağımsız konuşursak, ne muhteşem bir ses ve yorumcu değil mi? O nasıl hançere?

Tamam, uzatmıyorum bu mevzuyu. Zaten kalkma vakti de geldi.

Hesabımız 1650 lira, meyve ikram. Fiyatlara gelince, bira 90, 35’lik rakı 600, mezeler 80, beyin 100, Arnavut ciğer 160, ana yemekler de 170-300 lira arası.

Gelirken gözüme kestirmiştim, Misakı’ı Milli’yi kesen Teyyareci Sami Sokak’ta İskele Köfte ve Çorba Salonu’nu. Denemekte fayda var. Memnun kaldık. Midemiz şenlendi. Güzel bir akşama güzel bir nokta koyduk.

QOSHE - Meyhanecilikte iyi niyetli bir intihal vakası! - Behzat Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Meyhanecilikte iyi niyetli bir intihal vakası!

22 0
25.04.2024

Siz hiç bir meyhaneye, sırf dış cephesine astığı meze fotoğraflarına kapılıp da gittiniz mi? Ben gittim.

Ama ne fotoğraf… İstanbul’un çok kültürlü mutfağı tek bir tepside toplanmış. Topikten taramaya, çirozdan ahtapot salataya, şevketi bostandan balık pastırmaya hepsi bir arada. Aaa, saraylı balık turşusu bile var. Şu da kurutulmuş domatesli levrek dolma değil mi?

İyi de bunları ben bulup gün yüzüne çıkarmamış mıydım?

Balık turşusunu, bilinen ilk el yazması Türk yemekleri kitabında, ki 1748 yılına tarihlendiriliyor, levrek dolmayı da Roma’daki bir semt pazarında keşfetmiştim. Üstelik orijinalinde levrek değil konserve ton balığı kullanılıyordu da bana yetersiz gelmişti. Bugünkü nefasetine, bizim mutfakta çalışıp ulaştırmıştık. Balık turşusunu bugünkü dengeli haline getirmek için ise aylarca çalışmıştık. İçinde 17 çeşit lezzetlendirici var ve kitaptaki ölçülere göre ilk yaptığımızda yenecek gibi değildi.

Beni meyhaneye çeken, bahsettiğim fotoğrafı üstte görüyorsunuz!!!. Tepsideki mezeler bizim, fotoğrafı çeken de sevgili dostum Erdem Kırım. Ama fotoğraf Cibalikapı Balıkçısı’nın değil başka bir meyhanenin kapısında asılı!

Kadıköy Rıhtım Caddesi’ne inen Misak-ı Milli Sokak’taki Koruçam Meyhanesi’ni yazmıştım daha önce. Hah işte, o gün rastladım Deniz Restaurant’a. Koruçam’ın birkaç dükkân ilerisinde. Giriş kapısının yanındaki pencerenin altında nefis ızgara köfte, pirzola, kuzu, tavuk şiş fotoğrafları, ortada da bizim mezeler…

Vapurdan Haluk’u (Kalafat) aradım, ne zamandır görüşmemiştik zaten. Hem de Kadıköy’de yaşıyor. Kerahet vakti yaklaşmış, ben meyhaneye gidiyorum, bizimki uykulu sesle açtı telefonu, afyonu patlamamış henüz. “Sabaha kadar NBA maçlarını izledim. Az önce uyandım.

Benim de kozum sağlam, gözünün yaşına bakmadan sürdüm masaya. “Kadıköy’de bir meyhaneye gidiyorum, hadi buluşalım.”

Naz yaptı mı? Hayır. “Sen başla, yetişirim.”

Gittiğimde sadece girişteki ilk masada oturan vardı. İkinci masaya kuruldum, tüm salona hakim. Beklerken bira içeyim bari. İki markanın da bazı çeşitleri var. Yanına da az fıstık. Servisi yapan hanımefendi Gönül Arslan, 25 yıldır meslekte. Beş aydır da burada çalışıyormuş. Arkadaşım geldiğinde rakıya geçeceğimi söyleyip fotoğraftaki meze çeşitlerini sordum, zevahiri kurtarmak için “Bugün o kadar çeşidimiz yok” dedi. Olsun. Olanla idare........

© Diken


Get it on Google Play