Meyhâne mukassî görünür taşradan amma

Bir başka ferah, başka letâfet var içinde Nedim

Hiç dikkat ettiniz mi, İstinye’nin sahil tarafında, Yeniköy, Tarabya, Rumelihisarı gibi komşularının aksine deniz görüp iki tek atabileceğiniz -Palet’i saymazsak- restoran yok. Çoğunlukla çay bahçeleri, bir-iki üçüncü nesil kahveci, nargile ‘lounge‘ları, hatta deniz manzaralı bir devlet hastanesi, marina bile var. Ama meyhane tadında bir mekan yok. 

İstinye-Tarabya arası Boğaz’da en sevdiğim yürüyüş yollarındandır. Yine böyle günlerden birinde, çarşı içindeki ara sokaklara rastgele daldım. Dere Sokak’taki Habitat Meyhanesi, Sinan Ocakbaşı ile Körfez Restaurant’ı işte o zaman keşfedip aklımın bir köşesine yazdım. Prensip olarak sabah saatlerinde rakı içmem, bazı istisnai durumlar dışında.

Hedefim Habitat Meyhanesi idi aslında. İsminden ötürü. Yeni yılın ilk akşamı ani bir kararla fırlayıp Kabataş’tan bindiğim 22 numaralı İETT otobüsüyle gittim. Sahilden giden manzaralı bir hat. Normalde kerahat vaktinde hedefimde bulunmayı tercih ederim, dedim ya, ani bir karardı. Vardığımda saat 20:00 civarıydı. Habitat kapalı. Yanındaki Körfez de. Bir tek Sinan Ocakbaşı açık. Pencere camları futbol yayını, rakı kadehli ızgara fotoğraflarının olduğu filmle kaplı, içerisi gözükmüyor. 

Ana kapıdan sonra sahanlık, ardından ikinci bir kapıyla giriliyor salona. 11 masalı mekânda tek masa dolu ve masadaki üç kişinin bol küfürlü, yüksek sesli muhabbeti salonu doldurmaya yetiyor. Şivelerinden belli ki Karadeniz kökenliler. Zaten İstinye, özellikle 1950’lerden sonra yoğunluklu Karadeniz’den göç almış antik bir yerleşim yeri…

Hemen girişte sağdaki masaya oturup bir bira söyledim. Tek markanın tek çeşidi var. Salonun sağ köşesinde bir ocakbaşı bulunuyor ama mangalı yakmamışlar. Yanında bar tezgahı, bar içinde bilgisayardan müzik yapan, sonradan patron olduğunu öğrendiğim bir beyefendi (şu anda Hacı Taşan’dan ‘Yüce Dağ Başında‘ çalıyor), karşı köşede biri alaturka iki kabinli, temizliğine önem verilmemiş tuvalet, salonun sol tarafında da küçük bir mutfak var. Duvardaki tek televizyon ekranında TRT Haber açık, sessizde. 

Ortamın karakterini asıl yansıtan, aydınlatması. Bir ocakbaşına göre fazla loş.  Tavan ve bardaki mavi renkli led şeritlerinin yaydığı ışık, ortama başka bir hava katıyor. Sabah 05:00’e kadar açık olduklarını öğrendikten sonra tarzları biraz daha oturuyor kafamda.

Biramı bitirmeye yakın gençten biri içeri giriyor. Montunu çıkardıktan sonra diğer masanın küllüğünü boşaltıp ortalığa çeki-düzen vermeye başlıyor. Hem garson, hem aşçı anlaşılan.

Sipariş için meze dolabının başına geçiyorum. Dört çeşit meze, salatalarda kullanılan doğranmış mor lahana, meyve ve domatesten başka bir şey yok. “Yılbaşı ertesi olduğu için geç açmışlar, pek hazırlık yapamamışlar.” Bana söyledikleri bu.

Dört çeşit mezenin biri konserve olduğu hemen anlaşılan yaprak dolma, diğeri yine hazır salamura kapya biber -muhtemelen Berrak marka-, süzme yoğurt -ki atom olduğunu düşündüm-, biri de şakşuka. Neyse ki beyaz peynir var. Normalde daha çok meze tadabilmek için, eğer özel bir mandıranın değilse peynir sipariş etmem. Peynirin yanı sıra şakşuka, atom ve çoban salata sipariş ediyorum. Bir de 35’lik rakı. Onda da tek markanın klasik çeşidi var ki hiç itirazım olmaz, en karakterli rakıların başında gelir bence.

Peynir umduğumdan iyi, süzme yoğurt da. Zaten atom diye sipariş ettiğim şey, üzerine pul biber serpilmiş süzme yoğurtmuş. Şakşuka yenmeyecek kadar değil. Çoban salatada ne soğan var ne de zeytinyağı. Zeytinyağını galiba mutfakta da bulundurmuyorlar. 

Mangalın bir bölümünü yaktılar. Bu arada dört kişi daha geldi. Patronla kafa tokuşturup masalarına oturuyorlar. Onlar da yoğurt, peynir, ızgara kanat, köfte sipariş etti. Siparişi aldıktan sonra dışarı çıkan garson, birazdan içinde siparişlerin olduğu poşetle döndü. Yakındaki bir kasaptan siparişe göre tedarikte bulunuyorlar anlaşılan.

Bardaki beyefendi mangalın başına geçip kanat ve köfteyi pişiriyor. Kadehimi alıp karşısındaki sandalyeye  yerleşiyorum. Kendimi tanıtıp niye geldiğimi anlatıyorum.

Sinan Kabil (55), eski adıyla Boğaziçi Ocakbaşı olan bu yeri 10 yıl önce devralmış, ondan önce bir 20 yılı daha varmış. Kendisi daha önce Yeniköy’de bakkalmış. Aslen Rizeli, 10 yaşından beri İstinyeli. Tarz ve referanslarından anladığım kadarıyla, mahallenin ağır abilerinden. Sedat Peker ahbabı, ikinci eşinden dolayı Karagümrüklü Nurişler diye bilinen çetenin lideri Nuri Ergin’in oğlu bacanağı. Kaçırıyorum, ikinci eşi mi, eşlerinden ikincisi mi? Hatırlamıyorum laf nereden geldi, “Damarıma bassın, babamı tanımam” diyor laf arasında. Ocakbaşı ustası bugün izinli olduğu için geçmiş mangalın başına.

Masama döndüğümde ocakbaşı ile aramdaki masaya iki kişi oturmuş. Biri pek öfkeli. “Ekmek 45 dakikada gelir mi yav?” diyor. Gelmeden arayıp sipariş vermiş. Bir buçuk porsiyon da istavrit söylemiş. Meslekten. Adını daha önce duymadığım çok ünlü bir mekanın işletme şefi imiş.

Kulak misafiri oldum, kusura bakma. Niye sıkıyorsun canını, olur böyle” diye lafa giriyorum, kabullenemiyor. Onun 45 dakikası gerçekten 45 dakika değil ama zaman dediğin şey izafi. Mesleki hassasiyetlerini ve bu nedenle dün (yılbaşında), patronunun kendisini 5 bin lirayla ödüllendirdiğini anlatıyor. “Zaten kendi ismini niye koyarsın mekana? Çok değişti burası, başka bir şey oldu”  diye sürdürüyor isyanını.

Anlattıklarından özetle burası, geceyarısından sonra kalabalıklaşan, bazı hanımefendilerin beyefendilere eşlik ettiği bir tarza bürünüyormuş. Arkadaşıyla yatıştırmaya çalışıyoruz, neyse ki müdavimlerden, nazı geçiyor, kimse ses etmiyor.

Masa arkadaşı Murat Akıncı (50), kadın kuaförü. İstinyeli ve pek tabii Rizeli. Arada eş-dost görmek için takılırmış buraya. Mülayim, hoş sohbet. Birlikte fotoğraf da çektiriyoruz, fakat arkadaşı tanınmış bir mekanın tanınmış bir yöneticisi olduğu için kadraja girmiyor. 

Hazır fırsat bulmuşken, fotoğrafımızı çeken garsonla tanışıyorum. Hakan Kabil (44), patron Sinan beyin kardeşi. Teyit ediyor, “Geceyarısına doğru kalabalıklaşır burası.”

Arada fondaki şarkılara kulak kabartıyorum: Adnan Şenses’ten ‘Yorgunum‘, Orhan Gencebay’dan ‘Yağmur Olsan‘, Müslüm Gürses’ten ‘Sevda Yüklü Kervanlar‘,  Hüdai Karasu’dan ‘Sen De Git, Sevme Unut‘, Cevher’den ‘Hatıran Yeter‘, Zara’dan ‘Mevsim Bahar Olunca‘, Mustafa Keser’den ‘Keklik Dağlarda Çağıldar‘, Mümin Sarıkaya’dan ‘Ben Yoruldum Hayat‘ ve daha niceleri. Diskografisi hiç fena değil ama çalanların bazılarını hayatımda hiç duymadım, ne olduğunu da saptayamadım.

Benden önce gelen gürültülü masanın ana konusu yerel siyaset. Anladığım kadarıyla iktidar partisi yandaşı kişi, yanındaki yerel etkili arkadaşından belediye meclis üyeliği için destek istiyor. Diller dolaştığı için konuşulanları tam deşifre edemiyorum.

Burası balkabağına dönüşmeden önce kalkmak zorundayım, son metroyu yakalamam gerek. Şu anda bu satırları okuyan 80 milyon! kişinin önünde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne mesajım var: “Böyle bir megakentte metro seferi 24:00’te mi biter?” Lütfen!

Hesabım 1160 lira. Bira 100, 35’lik rakı 700, mezeler 80, köfte 250, kanat 220, pirzola kalemine göre…

Kandiller, ramazan ayı, dini bayramların birinci günleri kapalı. İlle de gitmek isterseniz şayet.

QOSHE - Geceyarısından sonra balkabağına dönüşüyor  - Behzat Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Geceyarısından sonra balkabağına dönüşüyor 

11 0
04.01.2024

Meyhâne mukassî görünür taşradan amma

Bir başka ferah, başka letâfet var içinde Nedim

Hiç dikkat ettiniz mi, İstinye’nin sahil tarafında, Yeniköy, Tarabya, Rumelihisarı gibi komşularının aksine deniz görüp iki tek atabileceğiniz -Palet’i saymazsak- restoran yok. Çoğunlukla çay bahçeleri, bir-iki üçüncü nesil kahveci, nargile ‘lounge‘ları, hatta deniz manzaralı bir devlet hastanesi, marina bile var. Ama meyhane tadında bir mekan yok. 

İstinye-Tarabya arası Boğaz’da en sevdiğim yürüyüş yollarındandır. Yine böyle günlerden birinde, çarşı içindeki ara sokaklara rastgele daldım. Dere Sokak’taki Habitat Meyhanesi, Sinan Ocakbaşı ile Körfez Restaurant’ı işte o zaman keşfedip aklımın bir köşesine yazdım. Prensip olarak sabah saatlerinde rakı içmem, bazı istisnai durumlar dışında.

Hedefim Habitat Meyhanesi idi aslında. İsminden ötürü. Yeni yılın ilk akşamı ani bir kararla fırlayıp Kabataş’tan bindiğim 22 numaralı İETT otobüsüyle gittim. Sahilden giden manzaralı bir hat. Normalde kerahat vaktinde hedefimde bulunmayı tercih ederim, dedim ya, ani bir karardı. Vardığımda saat 20:00 civarıydı. Habitat kapalı. Yanındaki Körfez de. Bir tek Sinan Ocakbaşı açık. Pencere camları futbol yayını, rakı kadehli ızgara fotoğraflarının olduğu filmle kaplı, içerisi gözükmüyor. 

Ana kapıdan sonra sahanlık, ardından ikinci bir kapıyla giriliyor salona. 11 masalı mekânda tek masa dolu ve masadaki üç kişinin bol küfürlü, yüksek sesli muhabbeti salonu doldurmaya yetiyor. Şivelerinden belli ki Karadeniz kökenliler. Zaten İstinye, özellikle 1950’lerden sonra yoğunluklu Karadeniz’den göç almış antik bir yerleşim yeri…

Hemen girişte sağdaki masaya oturup bir bira söyledim. Tek markanın tek çeşidi var. Salonun sağ köşesinde bir ocakbaşı bulunuyor ama mangalı yakmamışlar. Yanında bar tezgahı, bar içinde bilgisayardan müzik yapan, sonradan patron olduğunu öğrendiğim bir beyefendi (şu anda Hacı Taşan’dan ‘Yüce Dağ Başında‘ çalıyor), karşı köşede biri alaturka iki kabinli, temizliğine önem verilmemiş tuvalet, salonun sol tarafında da küçük bir mutfak var. Duvardaki tek televizyon ekranında TRT Haber açık, sessizde. 

Ortamın karakterini asıl yansıtan, aydınlatması. Bir ocakbaşına göre fazla loş.  Tavan ve bardaki mavi renkli led şeritlerinin yaydığı ışık, ortama başka bir hava katıyor. Sabah 05:00’e kadar açık olduklarını öğrendikten sonra tarzları biraz daha oturuyor kafamda.

Biramı bitirmeye yakın gençten biri içeri........

© Diken


Get it on Google Play