İlk kez gördüm ama hemen tanıdım, ta kendisi. Kaldı mı böyle yerler? 30-40 yıl öncesine döndüm. Halbuki o akşam Moda’ya, işimin başına gidecektim.

Bugünlük bir bira içip havasını koklar, rakı içmeye daha sonra gelirim diye kendimi kandırıp daldım içeri. Beni kendine çeken, girişin ve içerinin eskiden kalma havasıydı.

Kadıköy Misak-ı Milli Sokak’tayım. Şu mavi minibüslerin Yeldeğirmeni’nden Rıhtım Caddesi’ne indiği sokak. Başka mekânlar da var ama Koruçam Restaurant, türkü bar ve pavyon ağırlıklı diğerlerinin arasında farkını hemen belli ediyor.

Akşamüstü saatleri, hava henüz kararmadı. Soldaki ilk masada tarzlarından hipster olduğunu düşündüğüm bir çift rakı içiyor. Karşı çaprazlarındaki beyefendi 75’lik kırmızı şarap şişesini yarılamış, diğer masaların üç-beşinde de birer kişi, çoğu bira içicisi. Garsonla muhabbetlerinden çıkardığım, girişteki çift hariç herkes müdavim.

Sözüm ona hemen içip kalkacağım o birayı söyledim. Tek markanın iki çeşit şişesi ve fıçısı var, tercihim fıçı. Fıçı sifonunun yanında en az 15 yıllık olduğunu tahmin ettiğim, bira firmasının ahşap reklam görseli var ki 2013 yılında alkollü içki reklamı yasaklandığı için artık bu tür görsellerin üretimi yok. Dolabın üstünde de markanın eski reklam sloganı, ‘Hayat bu kapağın altında‘ duruyor.

Yüksek tavanlı geniş ve uzun salon, tavana kadar ahşap lambri ile kaplı. Eskinin ağır havalı ama insanın içini ısıtan bu dekorasyonunu yıllardır görmemiştim.

İki yanda duvara paralel sıralanmış masalardan ortadakine konuşlandım. Hem bara ve mutfağa hem de giriş tarafına hâkimim. Ne olup bitiyorsa, artık benden kaçmaz.

Mutfak ile fıçı bira sifonu arasındaki barda oturan üç kişi, buranın işletmeci ya da sahipleri olmalı. Salonun her açısından izlenebilen dört ekranda Şanlıurfa’da koşulan at yarışları yayını var. Duvarlarda Atatürk’ün özlü sözlerinin de yazılı olduğu siyah-beyaz fotoğrafları asılı. Bir de beş yavru kedinin olduğu fotoğraf…

Kedi sever mekânlara karşı pozitif önyargım var, baştan söyleyeyim. Nitekim birazdan kapıyı tırmalayarak açtıran, mekânın serserilikten dönen kedisi, buraya daha da ısınmama neden oldu. Müşterilerin hepsi tanıyor kendisini. Ben de askıntı oldum ama yüz vermedi.

Birayı yarıladım. Biraz daha zaman geçirmek için patates tava istedim. Donmuş, hazır patatesten değil, bilâkis taze, anne patatesi dediklerinden. Bu kez de bira bitti, patates yarım. Olmaz ki. Bir bira daha. Bira da soğuk ve taze. Aslında içten içe biliyorum ne yaptığımı da, kendimi kandırmaya çalışıyorum.

Girişteki çift, rakı kadehleriyle dükkân önünde selfie çekmeye çıktı. Şarabını bitirip votkalı biraya geçen beyefendi arkalarından söylenip, “Ramazanda da olmaz ki” falan diyerek ortamı provoke etmeye çalıştı. Ben dâhil çevredekilerden ve garsondan destek görmeye uğraşsa da kimseden yüz bulamadı. Çift içeri girdiğinde de hemen mevzuyu değiştirdi tabii. Hesabını öderkenki tutumundan, yolluk diye bedava bira talep etmesinden, arkasında bıraktığı hoşnutsuzluktan, pek makbul bir müdavim olmadığını anladım zaten. Dedikoducu biri sayılmam ama o da hak etti.

Demiştim size bu iş uzar diye. Kendimi kandırmaktan vazgeçip 35’lik rakı, yarımşar porsiyon şakşuka, kereviz salatası, acılı ezme, pazı kavurma, barbunya pilaki ve beyin salatası söyledim. Mezeleri getiren Kemal Bey’e kendimi tanıtıp niyetimi anlattım.

Kemal Yılmaz (55) 1982’de başlamış mesleğe. Şimdi emekli. Ramazanda izin yapan arkadaşının yerine, geçici olarak gelmiş. Yeterince samimi, yeterince mesafeli servisi var. Koruçam Restaurant 1980’de açılmış, açıldığı günkü haliyle de korunmuş. Adı, duvarı kaplayan çam lambrilerden geliyormuş.

Mekânın sahipleri olduğunu düşündüğüm kişiler ortadan kayboldu. İftar saati… Mutfak da servis de Kemal Bey’de.

Pazı kavurma dışında, mezelerden memnunum. Koca mekânda 8-10 kişiyiz, herkes tek başına. Ramazan etkisi olsa gerek, pek hareket yok. Yine de müdavimlerden biri oturuyor biri kalkıyor. Az da olsa sirkülasyon var.

İftardan dönen beyefendilerden ikisi, gözlük takan üçüncüyle vedalaşıp çıktı. Dükkân sahibi o olmalı. Biraz zaman geçsin tanışırım.

Gözüm at yarışına takılıyor ara ara. O sırada ikram meyve tabağı geldi. Kadehimi ve meyve tabağımı alıp bar tezgâhının arkasındaki gözlüklü beyefendinin karşısındaki tabureye çöktüm. Tahmin ettiğim gibi işletme sahibi. Garson olarak çalışırken liyakatına binaen patronu, 17 yıl önce bila bedel ona devretmiş burayı. Şimdi sadece kirasını ödüyor.

Kendisini size tanıştırmayı unuttum: Adem Çayan (60), Ordulu… Ve muhtemelen sizin de aklınıza takılan o soruyu sordum:

Çayan mı?

Baba tarafından kuzeniz.

Burada bilmeyenler için bir parantez açayım: Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi’nin (THKP-C) kurucularından olan Mahir Çayan ile arkadaşları, 26 Mart 1972’de NATO’nun Ünye Radar Üssü’nde çalışan biri Kanadalı, ikisi İngiliz üç teknisyeni kaçırarak Tokat’ın Niksar ilçesi Kızıldere köyünde saklandı. Rehineleri serbest bırakmak için şartları, idama mahkûm edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın salıverilmesi idi. Bir ihbar sonucu, saklandıkları muhtarın evinde, jandarma etraflarını sardı. Teslim olmayı kabul etmediler. 30 Mart 1972’de girdikleri çatışmada açılan havan topu ve roket ateşiyle 26 yaşındaki Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı öldürüldü. Arkadaşları deyip geçmeyelim, adlarıyla analım: Nihat Yılmaz, Cihan Alptekin, Sabahattin Kurt, Ömer Ayna, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy. Sadece Ertuğrul Kürkçü, yaralı olarak yakalandı. Rehineler de bu çatışmadan sağ çıkamadı. Yıllar sonra milletvekili seçilen Kürkçü, Meclis’e yakasına 10 karanfil takarak girecekti, katledilen 10 arkadaşının anısına. Kızıldere’nin de adı değiştirildi, Ataköy oldu.

Biz Adem Bey’e dönelim:

“Burada garson olarak 1989’da başladım. Çok emek verdim. İçeride temizlik açısından parmağımın varmadığı tahta yoktur. Günde 15 fıçı bira, beş koli rakı satardık. O zamanlar sabahçı garsondum, 08.00’de dükkânı, 10.00’da da ilk adisyonu açardım. 14.00’te gelen ikinci garsona kadar 100’lük adisyonu bitirirdim. Üçüncü garson 16.00’da gelir, 24.00’te de kapatırdık.

Şimdi 09:00’da açılıp 02:00’de kapanıyor. Ramazanda açık olsa da kadir gecelerinin olduğu günler temizlik için kapalı.

Mesleğe ilkokulu bitirince başlamış. Buraya Günay Restaurant’dan gelmiş. Dürüstlüğünün ödülünü de görmüş:

“Son zamanlarda ben yönetiyordum burayı. Çok çalıştım, çok kazandırdım. Ne müşterinin bir suyunu patrona, ne patronun bir suyunu müşteriye geçirdim. Bir gün patronumuz, ‘Seninle bir yere gideceğiz’ dedi. Notere… Anahtarı ve ruhsatı bana devretti.”

İçkiye yapılan zamlar, müşteri ve çalışan niteliğindeki olumsuz değişim günlük fıçı satışını bire düşürse de hâlâ keyifle, zevkle yapıyor işini. Ama gelecek için umutsuz:

“Mutfakta da salonda da eleman eksik. Alttan gelen yok. Bizim jenerasyondan sonra bu meslek çökecek.”

Sanırım haklı.

Beş kişi kaldık. Birazdan birileri daha geldi, dokuz ettik. Birer-ikişer eksilip birer-ikişer artıyoruz. Vapur iskelesi şurası, acelem yok.

Ara sıcak yok, doğrudan ana yemeğe geçtim. Hem elemansızlık, hem ramazanda azalan işlerden ötürü, mangal yakılmamış. Çoban kavurma sipariş ettim, Adem Bey geçti mutfağa. Eski kuşaktan garsonlar mutfağı da bilir. İş başa düştü mü geçer ocağın da mangalın da başına.

Barış Manço’dan sonra Özdemir Erdoğan dinliyoruz. ‘Nostaljinin en güzel hali‘ sloganıyla Radyo 45’lik imiş fonda çalan radyo.

Güzel bir meyhanede olmak, kendi meyhanemdeki işimi asmamın verdiği suçluluk duygusunu bastırdı. Hayırlı bir iş bu da nihayetinde. Son vapuru kaçırmayayım bari.

Hesabım yüzde 10 servis ücreti dâhil 1460 lira. Fıçı bira 80, şişe 85, 35’lik rakı 550, patates tava 80, beyin salata 100, diğer mezeler 80-90, çoban kavurma 230 lira. İhtiyaç bilgisi, kadın ve erkekler için ayrı tuvaletler var.

Ben kalkınca, koca dükkânda beş kişi kaldı geride…

QOSHE - Böyle yerler hâlâ varmış meğer - Behzat Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Böyle yerler hâlâ varmış meğer

19 11
30.03.2024

İlk kez gördüm ama hemen tanıdım, ta kendisi. Kaldı mı böyle yerler? 30-40 yıl öncesine döndüm. Halbuki o akşam Moda’ya, işimin başına gidecektim.

Bugünlük bir bira içip havasını koklar, rakı içmeye daha sonra gelirim diye kendimi kandırıp daldım içeri. Beni kendine çeken, girişin ve içerinin eskiden kalma havasıydı.

Kadıköy Misak-ı Milli Sokak’tayım. Şu mavi minibüslerin Yeldeğirmeni’nden Rıhtım Caddesi’ne indiği sokak. Başka mekânlar da var ama Koruçam Restaurant, türkü bar ve pavyon ağırlıklı diğerlerinin arasında farkını hemen belli ediyor.

Akşamüstü saatleri, hava henüz kararmadı. Soldaki ilk masada tarzlarından hipster olduğunu düşündüğüm bir çift rakı içiyor. Karşı çaprazlarındaki beyefendi 75’lik kırmızı şarap şişesini yarılamış, diğer masaların üç-beşinde de birer kişi, çoğu bira içicisi. Garsonla muhabbetlerinden çıkardığım, girişteki çift hariç herkes müdavim.

Sözüm ona hemen içip kalkacağım o birayı söyledim. Tek markanın iki çeşit şişesi ve fıçısı var, tercihim fıçı. Fıçı sifonunun yanında en az 15 yıllık olduğunu tahmin ettiğim, bira firmasının ahşap reklam görseli var ki 2013 yılında alkollü içki reklamı yasaklandığı için artık bu tür görsellerin üretimi yok. Dolabın üstünde de markanın eski reklam sloganı, ‘Hayat bu kapağın altında‘ duruyor.

Yüksek tavanlı geniş ve uzun salon, tavana kadar ahşap lambri ile kaplı. Eskinin ağır havalı ama insanın içini ısıtan bu dekorasyonunu yıllardır görmemiştim.

İki yanda duvara paralel sıralanmış masalardan ortadakine konuşlandım. Hem bara ve mutfağa hem de giriş tarafına hâkimim. Ne olup bitiyorsa, artık benden kaçmaz.

Mutfak ile fıçı bira sifonu arasındaki barda oturan üç kişi, buranın işletmeci ya da sahipleri olmalı. Salonun her açısından izlenebilen dört ekranda Şanlıurfa’da koşulan at yarışları yayını var. Duvarlarda Atatürk’ün özlü sözlerinin de yazılı olduğu siyah-beyaz fotoğrafları asılı. Bir de beş yavru kedinin olduğu fotoğraf…

Kedi sever mekânlara karşı pozitif önyargım var, baştan söyleyeyim. Nitekim birazdan kapıyı tırmalayarak açtıran, mekânın serserilikten dönen kedisi, buraya daha da ısınmama neden oldu. Müşterilerin hepsi tanıyor kendisini. Ben de askıntı oldum ama yüz vermedi.

Birayı yarıladım. Biraz daha zaman geçirmek için patates tava istedim. Donmuş, hazır patatesten değil, bilâkis taze, anne patatesi dediklerinden. Bu kez de bira bitti, patates yarım. Olmaz ki. Bir bira daha. Bira da soğuk ve taze. Aslında içten içe biliyorum ne yaptığımı da, kendimi kandırmaya çalışıyorum.

Girişteki çift, rakı kadehleriyle dükkân önünde selfie çekmeye çıktı. Şarabını bitirip votkalı biraya geçen........

© Diken


Get it on Google Play