Gaziantep

GAP gezimizin birinci gününde ziyaret ettiğimiz ilk yer Gaziantep Zeugma Müzesi’ydi. Yağmurlu bir günde geldiğimiz Gaziantep şehri, gezi rotamızın sonunda uğradığımızda da yağmurlu bir havaya teslim olmuştu. Fırtınalı ve yağmurlu hava bizi bu güzel şehri gezmekten alıkoyamadı.

Gaziantep şehrine giderken bir yandan rehberimizi dinliyor bir yandan da tabletimden şehir ile ilgili yazıları okuyordum. Bu noktada bu güzel şehrin tarihinden az da olsa bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. Gaziantep 1516 yılında Mercidabık muharebesiyle Osmanlı yönetimine geçer. Mondros Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının ardından önce Birleşik Krallığa daha sonra da Fransa’nın yönetimine bırakılır. Antep halkı 1920 yılında Fransa birliklerinin şehre girmesiyle direnişe başlamıştır.

Antep direnişinde bahsi geçen ve halk tarafından unutulmayan bir Karayılan hikâyesi vardır ki onu da bu noktada anmak isterim. Fransız işgali sırasında Antep’te Mehmet adlı bir gencin ırgatlık yaptığı ve cesaret anlamında zayıf olduğu belirtilir. Bu genç Antep şehri işgal altındayken sürekli saklanır. Saklanarak hayatta kalabilmeyi umut etmektedir. Sarıkamış harekâtına da katılmış olduğu belirtilen Mehmet’in belki de savaş sırasında gördüklerinden dolayı psikoloji bozulmuş da olabilir. Antep şehrini korumaya çalışan direnişçiler Mehmet’i de aralarına almak isterler. Ona silah ve at da verirler. Mehmet sürekli olarak çatışmadan kaçmaya çalışır ve saklanmaya devam eder. Mehmet bir gün bir ağacın ardında çatışma sırasında saklanmaktadır. Yanında birden peyda olan bir karayılanın da başını uzattığını ve düşmanın tarafına doğru baktığını görür. O sırada karayılanın başına bir kurşun isabet eder ve hayvan düşman kurşunuyla can verir. Bu olayın gözleri önünde cereyan ettiğini gören Mehmet’te o günden sonra bir patlama oluşur. Bundan sonraki dönemde çetesinin başında kahramanlık göstermiştir. Mehmet artık Antep şehrinin kurtuluşunda adı geçen birçok kahraman gibi efsaneleşmiştir. Mehmet efsanevi Karayılan’a dönüşmüştür. Yapılan Ankara Antlaşması’yla ancak Gaziantep şehri Fransız işgalinden kurtulabilmiştir.

Gaziantep şehrinde dericilik, bakırcılık, yemenicilik, kilimcilik el sanatları ile kuyumculuk gelişmiş, biz de tarihi Bakırcılar Çarşı’sını ve kent merkezini gezerek bu el sanatlarını bir nebze de olsa tanımaya çalıştık.

Zeugma Müzesi

Gaziantep’te uğradığımız ilk yer Zeugma Mozaik Müzesi’ydi. Bu müzede iki bin yıllık mozaikler sergilenmektedir. Müzede bulunan Çingene Kızı adlı mozaikten bahsedelim. Mozaikte görünen figürün cinsiyeti konusunda bir belirsizlik olsa da bizlere Yer Tanrıçası Gaia ya da Büyük İskender olabileceği yönünde bilgi verildi. Figürde bulunan saç örgüleri yüzünden halk arasında Çingene Kızı olarak adlandırılmış ve bu isimle anılır olmuştur. Çingene Kızı adlı figürün bulunduğu mozaik Zeugma antik kentinde bulunan bir villanın üzerindeki sütunun kaldırılmasıyla bulunmuş.

Gaziantep şehrini anlatan bir kitapta tarihi devirler; Paleolitik, Kalkolitik, Neolitik, Tunç Çağı, Hitit, Med, Asur, Pers, İskender devri, Selökidler, Roma, Bizans, İslam ve Türk devirleri olarak sıralanıyor. Antep şehri cumhuriyet dönemi öncesi Ayıntab olarak adlandırılmaktadır. Arapça parlak pınar anlamına gelen Ayıntab kelimesine Ermeni ve Bizans kroniklerinde de rastlandığı belirtilmektedir. Bir diğer ifade de şehrin isminin Kala-i Füsus olduğu bildirilir. Kala-i Füsus kelimesi de Yüzük Kalesi anlamına gelmektedir. Şehrin ismi konusunda bahsedilen bir rivayete göre Antep şehrinde kötü bir bey vardır. Bir gün yaptığı kötü işlerden pişman olur ve tövbe eder. Beyin ismi Ayni’dir. Ayni tövbe ettiği için ‘Ayni Tövbe’ lafzı Aynitap olarak değişmiştir.

Bir başka rivayette ise şehir sularının bolluğundan dolayı bu ismi almıştır. Ayın: pınar, kaynak ve tab: güç ve takat anlamına gelmektedir. Kelime güzel pınar, güzel kaynak manasını ifade eder.

Gaziantep’te bir de anlatılan Ezo Gelin hikâyesi varmış o hikâyeyi dinlediğim için sizlerle de paylaşmak istedim. Ezo güzelliği dillere destan bir kızdır. Herkesin kendine hayran olduğu Ezo’nun taliplisi de çoktur. Ezo Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde yaşar. Yirmili yaşlarında bir düğünde tanıştığı Şitto ile evlenir. Şitto da bağlama çalan sesi yanık biridir. Araları dedikodular yüzünden bozulan iki genç ayrılırlar. Ezo ikinci evliliğini uzun zaman sonra teyzesinin oğlu Meme’yle yapar ve Suriye’nin Carablus ilçesinin Türkiye’ye yakın Kozbaş köyüne gelin gider. Memey’den Celile adında bir de kızı olur. Eşiyle geçimi iyi olmasına iyidir lakin gurbet ateşi de yüreğini yakmaktadır. Ezo Gelin ‘Öleydim de tek yurdumda kalaydım’ diye de söylemektedir. Ezo Gelin Kozbaş’tan Uruş Köyü’nü görse de hasret ateşi yüreğini kavurur. Ezo Gelin Memey’le evlendikten yirmi yıl sonra ölür. Memey onu Türkiye’yi seyrettiği tepeye; Bozhöyük’ün en yüksek noktasına gömer.

Ezo gelin benim olsaydın da
Seni vermezdim feleğe
Güzel yosmam başın için
Salma beni dileğe
Annen huridir sen benzersin meleğe

Neneyle neneyle
Bahtı karam neneyle
Çık Suriye Dağları’na da
Bizim ele el eyle
El eyle aman el eyle
Gel kara yazılım gel
Gel sılada nazlım gel
Gel bahtı karalım gel oy.

Neneyle neneyle
Bahtı karam neneyle
Çık Suriye Dağları’na da
Bizim ele el eyle
El eyle aman el eyle
Gel kara yazılım gel
Gel sılada nazlım gel
Gel bahtı karalım gel oy.

Anonim bir türkü.

Şanlıurfa

Gezinin ikici günü Şanlıurfa şehrine gittik ve bu güzel şehri rehberimiz önderliğinde gezerek tanımaya çalıştık. Şehir merkezinde çarşısını dolaştıktan sonra yolumuz Balıklı Göl’e doğru açıldı. Şanlıurfa’nın tarihi göz kamaştırıyordu. Şanlıurfa eski ismiyle Edessa, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en kalabalık ve dinamik şehri. Göbekli Tepe’nin keşfiyle bölgenin tarihi geçmişinin ne denli eski ve köklü olduğu ortaya çıkmıştır. Şehir tarihi; Asurlular, Medler, Ahamenişler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Osreene Krallığı, Roma ve Bizans, İslam ve Türk hâkimiyeti olarak sınıflandırılmaktadır. Şehir 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Muharebesi’nde Memlukleri yenmesiyle Osmanlı hâkimiyetine girer. İngiliz ve Fransız işgali altında kalan şehir 1921 Ankara Antlaşması’yla Türkiye’ye bırakılır. Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı 1984 yılında Şanlıurfa ismini almıştır. Şehrin bilinen en eski ismi suyu bol manasına gelmekteymiş, yalnız Urfa kelimesinin Süryanice Urhay’den geldiği düşünülmektedir. Osmanlı’daki kullanımı ise Ruha şeklindedir. Ruha kelimesinin Arapça Ruhâdan geldiği ve halk arasında tercih edilen Urfa söylenişiyle daha sonradan değiştirildiği belirtilir. Şanlıurfa’da Balıklıgöl’ü ziyaret ettik.

Balıklı Göl Efsanesi

Balıklı Gölü; Ayn-ı Zeliha ve Halilurrahman gölleri oluşturmaktadır. Balıklı Göl Hz. İbrahim’in yaşantısıyla ilişkilendirilmiş ve burası kutsal mekânlardan birisi olarak kabul edilmiştir. Nemrut adlı hükümdar Hz. İbrahim’in doğduğu sıralarda Şanlıurfa’ya hakimdir ve zalimliğiyle nam salmış bir hükümdardır. Kendini tanrı ilan etmiştir. Tapınaklara yaptırdığı heykellere tapmaya zorlar halkını. Nemrut bir gece rüyasında o yıl doğacak olan erkek çocuklarından birinin onu öldüreceğini ve putlarını ortadan kaldıracağını, onun yerine hükümdar olacağını görür. Kahinlerini çağırarak rüyasını yorumlatır. Kahinlerinden edindiği bilgi üzerine o yıl doğan tüm erkek çocukların hepsini öldürtür. Azer, Nemrut’un askerlerinden biridir ve karısı Nuna Hatun da hamiledir. Azer, Nuna’yı bir mağaraya götürür ve orada bırakır. Nuna Hatun burada doğum yapar, Nemrut’un korkusundan çocuğunu mağarada bırakarak geriye döner. Bir süre sonra geriye döndüğünde ise ilk mucizeye tanıklık etmiş olur. Bebek bir ceylan tarafından emzirilmektedir. Hz. İbrahim çok çabuk büyür, bir gün ormanda gezinirken Nemrut’un askerleri tarafından yakalanır, Nemrut’un huzuruna getirilir. Nemrut, Hz. İbrahim’i çok sevmiştir; onu evlat edinir. Hz. İbrahim insanların putlara tapmasına karşı çıkar, Zeliha da onun gibi düşünmektedir. Bir gün Hz. İbrahim, insanların olmadığı bir zamanda tapınaktaki bütün putları baltasıyla kırar. Baltayı en büyük putun üstüne asar. Nemrut bunu niçin yaptığını sorunca büyük putu göstererek onun yaptığını söyler. Nemrut buna inanmayınca da putların taş heykellerden başka bir şey olmadığını kendilerini bile korumaktan aciz olduklarını dile getirir. Nemrut’un öfkesi öyle bir hâl almıştır ki önünde hiç kimse duramaz. Urfa’da başka hiçbir ateşin yakılmasına izin vermeyerek bütün odunları ve civarın dağlarından kesilen ağaçların getirilerek bir ateş yakılmasını emreder. Urfa Kalesi üzerine de bir mancınık yapılmıştır. Hz. İbrahim mancınığa konularak ateşe atılır. Hz. İbrahim’in düşeceği ateş suya, odunlar da balığa dönüşmüştür.

‘’Ey ateş İbrahim üzerine serin ve selâmet ol’’ Enbiya Suresi Ayet 69

Balıklı Göl’ü oluşturan Ayn-ı Zeliha Gölü’nün ise Hz. İbrahim’i kaybedeceğini düşünerek çok üzülen ve sürekli ağlayan Zeliha’nın gözyaşlarıyla oluşmuş olduğu rivayet edilir.

Halil ür Rahman Camii de Balıklı Göl yanında bulunur. Bu camii İsa’nın annesi Meryem için bir kilise olarak inşa ettirilmiş daha sonra ise camiye çevrilmiş.

Şanlıurfa Göbeklitepe

İnsanların milattan önce on iki bin yıllarında avcı toplayıcı topluluklar olduğu düşünülmekteydi bugün ise Göbeklitepe’nin keşfiyle muazzam bir tarihe geçmişe kapı aralandığını söylesek yanlış yapmamış oluruz. Göbeklitepe mimari açıdan gelişmiş özellikler göstermektedir.

Mardin

Dara Antik Kenti

Dara Antik Kentini görebilmek için Mardin iline bağlı Oğuz Köyü’ne gittik. Dara Antik kenti Darius ile İskender’in savaşına tanıklık etmiş. Dara Mezopotamya’nın en önemli ticaret merkezlerinden biri olarak kabul edilirmiş. Kent Roma İmparatoru Anastasius tarafından sınır kapısı olarak tahkim edilmiş.

Deyr’ul-Zaferan Manastırı

Mardin’in 5 kilometre doğusunda yer alan Manastır büyük bir kompleks içine inşa edilmiş. Manastırın içini bize gezdiren bir hanımefendiden dinlediğimiz kadarıyla manastırı yapanlar belli değildir.

Güneşe tapılan yer olarak M.Ö. 4. yüzyılda kurulmuştur. Tavan kısmı her biri altı ton ağırlığında olan döşeme taşlardan yapılmıştır. En ilginç yanı ise bu taşların harçsız şekilde örülerek tavanı oluşturmuş olmasıdır. Günümüzdeki manastır bu tapınak üzerine kurulmuştur.

Mardin’de anlatılan bir halk hikâyesinden örnek: Harun Reşit ve Kardeşi Behlül

Harun Reşit Abbasi halifesi olduğu yıllarda imparatorluğun en parlak dönemi yaşanır. Kardeşi Behlül ise fakirlik deryasında yüzen gönlü zengin biridir. Harun Reşit kardeşine nasıl yardım edeceğini düşünürken aklına parlak bir fikir gelir. Bir baklava tepsisi hazırlatıp her bir dilimine bir altın koydurtur. Baklava tepsisini kardeşi Behlül’e gönderir. Behlül baklava tepsisini kabul edemeyeceğini söylese de ısrarlara dayanamayıp alır lakin baklava dilimlerine el sürmeden komşusuna hediye eder. Böylece Behlül yerine altınları komşusu bulur ve zengin olur. Harun Reşit kardeşine yardım etmek istediğinden yeni bir plan yapar. Bir gün Harun Reşit’in adamları Behlül’ü takip ederler ve yoldan geçeceği sırada önüne bir torba altın atarlar. Behlül o sırada körlerin nasıl yaşadığını merak edip gözlerini kapayarak gezdiği için altın dolu torbayı görmemiştir.

Mardin Ulu Camii

Mardin Ulu Camii, Artuklu dönemi mimari örneklerinden, dilimli kubbesi ve minaresiyle Mardin’in bir sembolüdür. Mardin Ulu Camii Mahallesi’nde bulunur.

Kasımiye Medresesi

Medresenin plan, taş işçiliği ve süsleme motifleri göz önünde bulundurularak medresenin Artuklu hâkimiyeti sonlarında Sultan İsa devrinde başlanıp önemli bir kısmının bitirilmiş olduğu belirtilmektedir. Akkoyunlular tarafından tamamlandığından Cihangir’in oğlu Kasım’ın adıyla anılır olmuştur.

Midyat

Cizre yönünden gelip Turabdin’i aşarak Diyarbakır ve Mardin’e giden yol üzerindedir. Mimari açıdan Mardin’le yakın ilişkisi vardır. Bugün eski Midyat ve yeni Midyat olarak ikiye ayrılmıştır.

Mardin’de anlatılan bir efsane: Eskiden dervişler ev ev gezerler sopalarını kapılara vurarak bulgur, yağ gibi yiyecekler isterlermiş. Dervişler evlerden topladıkları yiyeceklerle yaşamlarını sürdürürlermiş. Günün birinde bir derviş bir evin kapısını çalmış. Kapıyı o evin güzel genç kızı açmış, dervişe yiyecekler vermiş. Fakat derviş yiyecekleri aldıktan sonra kapıdan ayrılmamış ve kızdan saçından iki tel vermesini istemiş. Kız bu durumdan şüphelenmiş, içeriye geçip kilerde duran pöstekiden iki kıl kopararak dervişe vermiş. O gece yarısı kilerden sesler gelmeye başlamış, ev halkı uyanmış. Bakmışlar ki pösteki kilerden çıkmaya çalışıyor. Genç kız olan biten her şeyi anlatmış. Bunun üzerine evin erkekleri atlarını, silahlarını hazırlamışlar, kilerin kapısını açıp pöstekiyi serbest bırakmışlar. Pösteki önde adamlar arkada yol almaya başlamışlar. Pösteki bir evin kapısına gelince durmuş, kapıya vurmaya başlamış. Ev halkından adamlar köşelere sinip beklemeye başlamışlar. Kapıyı açan kişinin derviş olduğunu görünce hep birlikte dervişi yakalayıp bir güzel dövmüşler. Yaptığına pişman olan derviş de bir daha böyle kötü bir iş etmemiş.

Hasankeyf

Hasankeyf Raman Dağları’nın güney eteklerinde, Dicle Nehri’nin iki yakasına kurulmuştur. Bu mağaralar şehrinin kimler tarafından ne zaman oyulduğu bilinmemektedir. Yapılan arkeolojik araştırmalara göre yörenin on iki bin yıl önce kurulduğu belirtilmektedir. Bölgeye Hurri egemenliği sonrası Asurlular, Urartular, İskitler, Medler ve Persler hâkim olmuştur. Bir süre İskender’in egemenliğinde kalan bölge Roma, Bizans, İslam, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı hakimiyeti altına girer.

Zeynel Bey Türbesi Hasankeyf

Türbe Otlukbeli Savaşı’nda Uzun Hasan’ın ölen oğlu için yapılmıştır. Türbe dıştan silindir içten sekizgen planlıdır. Gövde yüzünde turkuaz renkli tuğla çinilerden oluşan Allah, Muhammed, Ahmet ve Ali yazılıdır.

Hasankeyf ismi: Hısnı kale, Kef de kaya anlamını taşımaktadır. Kaya kale manasına gelen isim günümüze kadar değişime uğrayarak Hasankeyf olmuştur. Hasankeyf yöre halkının her birinin barajın karşı kıyısında kaldıkları mağara evleri varmış. Mağara evlerde şu anda yaz-kış yaşayan iki aile olduğundan bahsedildi. Mağara evlerin özelliği yazın serin, kışın da sıcak olmasıymış. Ilısu Barajı Projesi’nin devreye girmesi ardından yerleşim yerindeki evler sular altında kalır. Tarihi eserlerin kurtarılması maksadıyla da uygun bir noktaya her biri vinçler aracılığıyla taşınır.

Malabadi Köprüsü

Malabadi Köprüsü Artuklu Beyliği Dönemi’nde Timurtaş Bin-i İlgazi tarafından 1147 tarihinde yaptırılmıştır. Malabadi Köprüsü, Mostar Köprüsü ile de benzer özellikler göstermektedir. Renkli taşlarla inşa edilmiş köprüde kışın zor günlerinde barınak olarak kullanılan iki oda bulunmaktadır. Bu odaların dehlizlerle bağlantılı olduğu gelen kervanların ayak seslerinin bu dehlizler vasıtasıyla duyulduğu belirtildi.

Malabadi Köprüsü ile ilgili Bir Hikâye

Bad isimli bir genç karşı kıyıda yaşayan bir kıza âşık olur. Kızla oğlan birbirlerini sevseler de nehri geçip bir türlü birbirlerine kavuşamazlar. Bir gün genç kız sevdiğine kavuşmak için suya atlar ama karşı kıyıya ulaşamaz. Nehir içinde gözden kaybolur. Bad bunun üzerine Silvan Bey’ine gidip buraya bir köprü yapılmasını ve artık sevenlerin ayrılmamasını ister. Silvan Bey’i Bad’ın isteği üzerine köprü yapımını başlatır. Bad da köprü yapımında bizzat çalışır ve bitirilmesine yardım eder. Köprünün isminin buradan geldiği düşünülmektedir. Malabadi; Bad’ın evi anlamına gelmektedir.

Diyarbakır

Diyarbakır şehri eski ve yeni şehir olarak ikiye ayrılmış durumdadır. Biz eski şehir kısmını gezdik, burası sağlam ve heybetli bir sur ile kapatılmıştır. Şehrin ismi bir bey ismiyle anılırmış eskiden Diyarbekir olarak bilinir ve yazılırmış. Atatürk’ün direktiflerine istinaden Türkçe dilbilgisi kurallarına uydurularak Diyarbakır’a çevrilmiştir. Kent tarihi; Hurriler, Sümer-Akad, Urartular, Asurlular, Persler, Arsklılar, Sasaniler, Bizans, İslam, Selçuklu, Akkayunlu, Safevi, 1515 yılında da Osmanlı hakimiyetine girer. Diyarbakır kalesinin dört kapısı vardı; Harput Kapısı, Urfa Kapısı, Mardin Kapısı ve Yeni Kapı.

1910 yılında Diyarbakır’da doğan Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiiri

Çıngıraksız, rehbersiz deve kervanı nasıl,
İpekli mallarını kimseye göstermeden,
Sonu gelmez kumlara uzanırsa muttasıl,
Ömrüm böyle esrarlı geçecek ses vermeden,
Ve böylece bu ömür, bu ömür her dakika,
Bir buz parçası gibi kendinden eriyecek.
Semada yıldızlardan, yerde kurtlardan başka,
Yaşayıp öldüğümü kimseler bilmeyecek!

Nemrut Dağı

Nemrut Dağı Adıyaman ilindeki Kahta ilçesi yakınlarında yüksekliği 2150 metre olan bir dağdır. Yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici heykelleri, metrelerce uzunluktaki kitabeleriyle UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesinde yer almaktadır. Kommagene Krallığı’na ait arkeolojik kalıntılar burada bulunmaktadır. Kommagene, Grek ve Pers uygarlıklarının inanç, kültür ve geleneklerinin birleştiği güçlü bir krallıktır. Nemrut Dağı’na çıkmak gezi sırasında en çok zorlandığımız hadiselerden biriydi.

Halfeti

Birecik Baraj suyu altında kalan Halfeti yeni Halfeti ve eski Halfeti olarak ikiye ayrılmış. Bu güzel ilçeye vardığımızda tekne ile sular altında kalan yapılara kadar ulaştık. Karşıdan da olsa kale ve saray kısımlarını görebilme fotoğraflarını çekebilme şansımız oldu.

Gezi sırasında rehberimizin anlattıklarını dinledim, tuttuğum notlarla yazımı hazırladım.

Burcu BOLAKAN

QOSHE - GAP Gezimizden Notlar - Burcu Bolakan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

GAP Gezimizden Notlar

7 0
21.04.2024

Gaziantep

GAP gezimizin birinci gününde ziyaret ettiğimiz ilk yer Gaziantep Zeugma Müzesi’ydi. Yağmurlu bir günde geldiğimiz Gaziantep şehri, gezi rotamızın sonunda uğradığımızda da yağmurlu bir havaya teslim olmuştu. Fırtınalı ve yağmurlu hava bizi bu güzel şehri gezmekten alıkoyamadı.

Gaziantep şehrine giderken bir yandan rehberimizi dinliyor bir yandan da tabletimden şehir ile ilgili yazıları okuyordum. Bu noktada bu güzel şehrin tarihinden az da olsa bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. Gaziantep 1516 yılında Mercidabık muharebesiyle Osmanlı yönetimine geçer. Mondros Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının ardından önce Birleşik Krallığa daha sonra da Fransa’nın yönetimine bırakılır. Antep halkı 1920 yılında Fransa birliklerinin şehre girmesiyle direnişe başlamıştır.

Antep direnişinde bahsi geçen ve halk tarafından unutulmayan bir Karayılan hikâyesi vardır ki onu da bu noktada anmak isterim. Fransız işgali sırasında Antep’te Mehmet adlı bir gencin ırgatlık yaptığı ve cesaret anlamında zayıf olduğu belirtilir. Bu genç Antep şehri işgal altındayken sürekli saklanır. Saklanarak hayatta kalabilmeyi umut etmektedir. Sarıkamış harekâtına da katılmış olduğu belirtilen Mehmet’in belki de savaş sırasında gördüklerinden dolayı psikoloji bozulmuş da olabilir. Antep şehrini korumaya çalışan direnişçiler Mehmet’i de aralarına almak isterler. Ona silah ve at da verirler. Mehmet sürekli olarak çatışmadan kaçmaya çalışır ve saklanmaya devam eder. Mehmet bir gün bir ağacın ardında çatışma sırasında saklanmaktadır. Yanında birden peyda olan bir karayılanın da başını uzattığını ve düşmanın tarafına doğru baktığını görür. O sırada karayılanın başına bir kurşun isabet eder ve hayvan düşman kurşunuyla can verir. Bu olayın gözleri önünde cereyan ettiğini gören Mehmet’te o günden sonra bir patlama oluşur. Bundan sonraki dönemde çetesinin başında kahramanlık göstermiştir. Mehmet artık Antep şehrinin kurtuluşunda adı geçen birçok kahraman gibi efsaneleşmiştir. Mehmet efsanevi Karayılan’a dönüşmüştür. Yapılan Ankara Antlaşması’yla ancak Gaziantep şehri Fransız işgalinden kurtulabilmiştir.

Gaziantep şehrinde dericilik, bakırcılık, yemenicilik, kilimcilik el sanatları ile kuyumculuk gelişmiş, biz de tarihi Bakırcılar Çarşı’sını ve kent merkezini gezerek bu el sanatlarını bir nebze de olsa tanımaya çalıştık.

Zeugma Müzesi

Gaziantep’te uğradığımız ilk yer Zeugma Mozaik Müzesi’ydi. Bu müzede iki bin yıllık mozaikler sergilenmektedir. Müzede bulunan Çingene Kızı adlı mozaikten bahsedelim. Mozaikte görünen figürün cinsiyeti konusunda bir belirsizlik olsa da bizlere Yer Tanrıçası Gaia ya da Büyük İskender olabileceği yönünde bilgi verildi. Figürde bulunan saç örgüleri yüzünden halk arasında Çingene Kızı olarak adlandırılmış ve bu isimle anılır olmuştur. Çingene Kızı adlı figürün bulunduğu mozaik Zeugma antik kentinde bulunan bir villanın üzerindeki sütunun kaldırılmasıyla bulunmuş.

Gaziantep şehrini anlatan bir kitapta tarihi devirler; Paleolitik, Kalkolitik, Neolitik, Tunç Çağı, Hitit, Med, Asur, Pers, İskender devri, Selökidler, Roma, Bizans, İslam ve Türk devirleri olarak sıralanıyor. Antep şehri cumhuriyet dönemi öncesi Ayıntab olarak adlandırılmaktadır. Arapça parlak pınar anlamına gelen Ayıntab kelimesine Ermeni ve Bizans kroniklerinde de rastlandığı belirtilmektedir. Bir diğer ifade de şehrin isminin Kala-i Füsus olduğu bildirilir. Kala-i Füsus kelimesi de Yüzük Kalesi anlamına gelmektedir. Şehrin ismi konusunda bahsedilen bir rivayete göre Antep şehrinde kötü bir bey vardır. Bir gün yaptığı kötü işlerden pişman olur ve tövbe eder. Beyin ismi Ayni’dir. Ayni tövbe ettiği için ‘Ayni Tövbe’ lafzı Aynitap olarak değişmiştir.

Bir başka rivayette ise şehir sularının bolluğundan dolayı bu ismi almıştır. Ayın: pınar, kaynak ve tab: güç ve takat anlamına gelmektedir. Kelime güzel pınar, güzel kaynak manasını ifade eder.

Gaziantep’te bir de anlatılan Ezo Gelin hikâyesi varmış o hikâyeyi dinlediğim için sizlerle de paylaşmak istedim. Ezo güzelliği dillere destan bir kızdır. Herkesin kendine hayran olduğu Ezo’nun taliplisi de çoktur. Ezo Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde yaşar. Yirmili yaşlarında bir düğünde tanıştığı Şitto ile evlenir. Şitto da bağlama çalan sesi yanık biridir. Araları dedikodular yüzünden bozulan iki genç ayrılırlar. Ezo ikinci evliliğini uzun zaman sonra teyzesinin oğlu Meme’yle yapar ve Suriye’nin Carablus ilçesinin Türkiye’ye yakın Kozbaş köyüne gelin gider. Memey’den Celile adında bir de kızı olur. Eşiyle geçimi iyi olmasına iyidir lakin gurbet ateşi de yüreğini yakmaktadır. Ezo Gelin ‘Öleydim de tek yurdumda kalaydım’ diye de söylemektedir. Ezo Gelin Kozbaş’tan Uruş Köyü’nü görse de hasret ateşi yüreğini kavurur. Ezo Gelin Memey’le evlendikten yirmi yıl sonra ölür. Memey onu Türkiye’yi seyrettiği tepeye; Bozhöyük’ün en yüksek noktasına gömer.

Ezo gelin benim olsaydın da
Seni vermezdim feleğe
Güzel yosmam başın için
Salma beni dileğe
Annen huridir sen benzersin meleğe

Neneyle neneyle
Bahtı karam neneyle
Çık Suriye Dağları’na da
Bizim ele el eyle
El eyle aman el eyle
Gel kara yazılım gel
Gel sılada nazlım gel
Gel bahtı karalım gel oy.

Neneyle neneyle
Bahtı karam neneyle
Çık Suriye Dağları’na da
Bizim ele el eyle
El eyle aman el eyle
Gel kara yazılım gel
Gel sılada nazlım gel
Gel bahtı karalım gel oy.

Anonim bir türkü.

Şanlıurfa

Gezinin ikici günü Şanlıurfa şehrine gittik ve bu güzel şehri rehberimiz önderliğinde gezerek tanımaya çalıştık. Şehir merkezinde çarşısını dolaştıktan sonra yolumuz Balıklı Göl’e doğru açıldı. Şanlıurfa’nın tarihi göz kamaştırıyordu. Şanlıurfa eski ismiyle Edessa, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en kalabalık ve dinamik şehri. Göbekli Tepe’nin keşfiyle bölgenin tarihi geçmişinin ne denli eski ve köklü olduğu ortaya çıkmıştır. Şehir........

© dibace.net


Get it on Google Play