Psikanaliz tarihinde belli kırılma ve/ya da kopuş noktaları vardır. Gerçi her teorik/bilimsel disiplin için geçerlidir bu. Mevcut kavramsal çatı, teorik çerçeve ya da paradigmanın ortaya çıkan yeni bulguları/olguları yeterince içeremediği, anlamlandıramadığı, açıklayamadığı ve bu kapasite yetersizliğinin belli bir doygunluk noktasına ve niceliğe ulaştığı, belirgin bir hal aldığı, çatının/çerçevenin içeriden çatırdamaya, çözülmeye, dağılmaya başladığı an, bir devrim anıdır. Radikal bir paradigma değişikliğinin, epistemolojik kopuşun beklendiği, filizlendiği bir an. Yeni olgu ve bulguların var olan eski teorik yapıya uydurulmaya, eğilip bükülmeye çalışıldığı, “eski” teoriye daha da sıkı yapışılan tutucu bir ara dönem sonrası, yeni kavramların, yeni bir kavramsal paradigmanın/teorik çerçevenin üretilmesi ve icat edilmesi mecburiyeti kendini olanca kuvvetiyle dayatır. O andan itibaren herşeyin yeniden ve yeni biçimlerde/içeriklerle düşünüleceği yeni bir teorik zeminin inşası başlar.

Psikanalitik teoride böylesi bir kırılma/kopuş 1897 yılında, Freud’un “baştan çıkarma” (seduction) teorisini terk etmesi ile gerçekleşmiştir. En kaba anlamıyla baştan çıkarma teorisine göre Freud, nevrotiklerin çocuklukta maruz kalıp sonra bastırmış olduklarını düşündüğü bariz cinsel tacizleri kasteder. Başlangıçta, yetişkinlerin çocukları baştan çıkarması gerçek olarak, yani çocuğun geçmişindeki/tarihindeki olgusal/ampirik bir olay olarak varsayılmıştır. Bu travmatik olay daha sonra bastırılarak nevrozun, farklı nevrotik semptomların ve rahatsızlıkların nedeni haline gelebilmektedir.

Freud, daha sonra ruhsal gerçeklik/bilinçdışı fantaziye ilişkin teorisini geliştirerek baştan çıkarma teorisini terk etmiştir. Freud’un gerçekleştirdiği teorik kopuşun/devrimin içerimleri ve kapsamı, bazı klinisyenler tarafından layıkıyla kavranamamış ve bir dönem boyunca gerçek hayattaki gerçek cinsel istismar olaylarının ıskalanmasına yol açmıştır. Başka bazı düşünürler (J. Laplanche gibi) tarafından ise söz konusu teori daha da geliştirilerek asıl yerine, bilinçdışının kuruluşu/oluşumu bağlamına yerleştirilmiştir:

“Baştan çıkarma genel olarak ampirik gerçeklikte meydana gelen bir olay değildir; daha sonra, cinsel farkındalık dönemimizde inşa edilen bir fantazidir ve yalnızca öznenin psişik gerçekliğinde var olur. Maddi gerçeklik ile psişik gerçeklik (fantazi) arasında ayrım yaparak yaklaştığımızda, cinsel açıdan baştan çıkarma meselesi, ya her şeyin maddi açıdan baştan çıkarma olduğu iddiasına yol açmakta (zira maddi baştan çıkarmayı nasıl tam olarak yalıtıp tanımlayabiliriz: mesela bebeğin dudaklarına ya da poposuna dokunmak baştan çıkarma kapsamına girer mi?), ya da baştan çıkarmanın bütünüyle fantazmatik olduğu, “baştan çıkarıldığını hisseden” kişinin psişik gerçekliğiyle dolayımlandığı iddiasına yol açmaktadır. Laplanche’ın ham materyalizm ile psikolojik idealizm arasındaki bu çatışmaya yanıtı derinden materyalisttir; zira, Laplanche tam anlamıyla maddi bir neden olduğunu kabul eder, yine de bu nedenin çocuk ile yetişkin arasındaki etkileşimde ampirik olarak meydana gelen şeylere indirgenemeyeceğini (ya da bunlardan çıkarsanamayacağını) savunur. Başka bir deyişle, Laplanche’a göre bilinçdışının müteakip kuruluşunu tetikleyen asıl şey, ne ham maddi gerçeklikte ne de fantazinin ideal gerçekliğinde yatar; bu ikisini kateden ve Laplanche’ın esrarengiz mesajın maddi gerçekliği diye adlandırdığı üçüncü bir gerçekliğin maddiliğidir. Basitçe ifade edersek: Çocuklar yetişkinlerle etkileşimlerinde, daima kısmen esrarengiz olan, ötekinin bilinçdışının (cinselliğinin) akınına uğramış mesajlar alıp dururlar. Yani bu mesajlar yalnızca gönderilenler için değil, gönderenler için de esrarengizdir -gönderenler de bu mesajları kelimenin tam manasıyla “anlamaz” ya da mesajların ne ilettiğini tam olarak bilmez. Bu mesajların (ki elbette sözlü olmaları gerekmez; jestler, çocukla ilgilenmenin farklı şekilleri, vs. de olabilirler) kendi maddi gerçeklikleri vardır; fantazi ya da a posteriori inşalar olmadıkları gibi, doğrudan bir cinsel baştan çıkarma da değildirler. Çocuk bu mesajları yorumlar ve az çok tutarlı, anlamlı bir hikaye şeklinde düzenler, sentezler. Ne var ki bu mesajların yorumlanması, açıklanması, anlaşılmasının başka bir yüzü, bir de arka yüzü vardır daima: bu açıklamanın işlemediği yerler, yorumlama dışında bırakılan yerler, bastırılan bir artıkla uğraştığımız yerler. Yani burada, bilinçdışının esrarengiz mesajlara dair bu yorumlamanın atığı (dechet) olarak kurulduğundan bahsediyoruz.”[1]

Laplanche da söz konusu bu esrarengiz gösterenlere (enigmatic signifiers) ilişkin şöyle yazar:

“O halde, bir yetişkinin bir çocuğa ilettiği, içinde bilinçdışı cinsel anlamlarla yüklü sözel, sözel-olmayan ve hatta davranışsal gösterenlerin yer aldığı temel durumu tanımlamak üzere ilksel baştan çıkarma (primal seduction) terimini kullanıyorum”[2]

“İlksel durum şudur: yenidoğan bir çocuk, sözcüğün etimolojik anlamında bebek (infant) (in-fans: dilsiz (speechless)) yetişkin dünyasıyla karşı karşıya kalır. Bunun anlamı, Oidipus kompleksi dediğimiz şeyin de bir anlamda olumsallığa tabi oluşudur.”[3]

[1] Alenka Zupancic, Neden Psikanaliz, Çev. Barış Engin Aksoy, Metis, 2010, s. 43-44.

[2] Jean Laplanche; New Foundations for Pschoanalysis, Basil Blackwell, 1990, s. 126.

[3] A.g.e. s. 89-90.

QOSHE - Psikanaliz, Psikiyatri, Felsefe (4) - Erdoğan Özmen
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Psikanaliz, Psikiyatri, Felsefe (4)

6 0
03.01.2024

Psikanaliz tarihinde belli kırılma ve/ya da kopuş noktaları vardır. Gerçi her teorik/bilimsel disiplin için geçerlidir bu. Mevcut kavramsal çatı, teorik çerçeve ya da paradigmanın ortaya çıkan yeni bulguları/olguları yeterince içeremediği, anlamlandıramadığı, açıklayamadığı ve bu kapasite yetersizliğinin belli bir doygunluk noktasına ve niceliğe ulaştığı, belirgin bir hal aldığı, çatının/çerçevenin içeriden çatırdamaya, çözülmeye, dağılmaya başladığı an, bir devrim anıdır. Radikal bir paradigma değişikliğinin, epistemolojik kopuşun beklendiği, filizlendiği bir an. Yeni olgu ve bulguların var olan eski teorik yapıya uydurulmaya, eğilip bükülmeye çalışıldığı, “eski” teoriye daha da sıkı yapışılan tutucu bir ara dönem sonrası, yeni kavramların, yeni bir kavramsal paradigmanın/teorik çerçevenin üretilmesi ve icat edilmesi mecburiyeti kendini olanca kuvvetiyle dayatır. O andan itibaren herşeyin yeniden ve yeni biçimlerde/içeriklerle düşünüleceği yeni bir teorik zeminin inşası başlar.

Psikanalitik teoride böylesi bir kırılma/kopuş 1897 yılında, Freud’un “baştan çıkarma” (seduction) teorisini terk etmesi ile gerçekleşmiştir. En kaba anlamıyla baştan çıkarma teorisine göre Freud, nevrotiklerin çocuklukta maruz kalıp sonra bastırmış olduklarını düşündüğü bariz cinsel tacizleri kasteder. Başlangıçta, yetişkinlerin çocukları baştan çıkarması gerçek olarak, yani çocuğun geçmişindeki/tarihindeki olgusal/ampirik bir olay olarak varsayılmıştır. Bu travmatik olay daha sonra bastırılarak nevrozun, farklı nevrotik semptomların ve rahatsızlıkların nedeni haline gelebilmektedir.

Freud, daha sonra ruhsal gerçeklik/bilinçdışı fantaziye ilişkin teorisini geliştirerek baştan çıkarma teorisini terk etmiştir. Freud’un gerçekleştirdiği teorik kopuşun/devrimin içerimleri ve kapsamı, bazı........

© Birikim


Get it on Google Play