Kıymetli Okuyucularım;

Dijital çağın paradokslarıyla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Günümüzde özgürlük kavramının ne kadar karmaşık olduğunu düşünüyorum. Her şeyin erişilebilir ve görünür olması özgürlük hissini artırabilir gibi görünüyor, değil mi? Ama işin içine girince, bu kadar çok bilgi arasında gerçeği ayırt etmek ve anlamak giderek zorlaşıyor. Bilgiye erişim özgürlüğü, kesinlikle harika bir şey, fakat bu erişim aynı zamanda bilginin doğruluğunu ve güvenilirliğini sorgulama sorumluluğunu da beraberinde getiriyor. Özgürlük demek, doğru bilgiye erişme ve onu doğru bir şekilde yorumlama yeteneği demek. Ama aynı zamanda bu bilgi yığını içinde doğruluğu ve yanıltıcılığı ayırt etme zorluğunu da içeriyor.

Politik doğruculuk da bu karmaşık tabloya ek bir boyut katıyor. Toplumda kabul görmüş değerlere ve inançlara aykırı olabilecek ifadelerden kaçınılıyor, duyarlı grupların veya bireylerin hassasiyetleri göz önünde bulunduruluyor. Bununla birlikte, politik doğruculuk bazen gerçekleri gölgeleyebilir ya da aşırıya kaçabilir.

Post-truth dünyası da işleri daha da karıştırıyor. Gerçeklerin objektif olarak belirlenmesinin önemini azaltıyor. Duygusal itirazlar, ideolojik inançlar ve kişisel ön yargılar gerçeklerin yerini tutabilir hale geliyor. Bu da özellikle siyasette ve medyada gerçeklerin manipüle edilmesi veya çarpıtılması eğilimini artırıyor. Dijital dünyanın meta-gerçekliği ise tam bir labirent gibi. İnternet ve dijital teknolojilerin yaygın kullanımı, sanal gerçekliklerin veya yanıltıcı imgelerin gerçek dünyadaki algıları değiştirebilecek kadar etkili olabileceğini gösteriyor. Sosyal medya, yapay zekâ ve diğer dijital araçlar, gerçeklik algısını etkileyebilir ve değiştirebilir.

Trump ve Biden Kampanyalarında Dijital Çağın Paradoksları

Totalitarizmin Kökenleriyle ilgili Hannah Arendt’in eserinde vurguladığı paradokslar, bugünün dünyasında daha da belirgin hale geliyor. Totaliter rejimler, düşüncesini özgürlük açısından ele aldığımızda, dijital teknolojilerle manipüle ederek politik doğruculukla oynuyorlar. Gerçeklik yerine propaganda ve yanıltıcı bilgilerle dolu bir ortam oluşturarak post-truth düzenini teşvik ediyorlar. Donald Trump ve Joe Biden kampanyaları da bu paradoksları açıkça göstermekte. Trump'ın seçim propagandası, politik doğruculukla ters düşen, sıklıkla çarpıtılmış veya gerçek dışı ifadelerle doluydu. Post-truth döneminin bir örneği olarak, Trump'ın medya üzerindeki etkisi ve sosyal medyadaki büyük takipçi kitlesi, gerçeklerin manipüle edilmesine olanak tanımıştır. Biden ise politik doğruculuğu ön plana çıkarmış, bilimsel gerçeklere ve kanıtlara dayalı bir kampanya yürütmüştür. Ancak, Biden'ın kampanyası da post-truth'un etkilerinden kaçınamamış, rakiplerinin yanıltıcı bilgilere başvurmasıyla karşı karşıya kalmıştır. Neticede, Trump ve Biden kampanyaları, dijital çağın paradokslarını ve totalitarizmin kökenlerini yansıtan birer örnek olmuştur. Politik doğruculuk, post-truth ve dijital dünyanın meta-gerçekliği gibi kavramlar, günümüz siyasetinin ve toplumunun karmaşıklığını 2024 seçimlerinde de önemli bir rol oynamaya devam edecek gibi görünüyor.

İstanbul Seçimlerindeki Dijital Çatışma: Politik İletişimde Yeni Dinamikler

2024 Türkiye yerel seçimlerinde de benzer dinamiklerin olduğunu görebiliriz. İstanbul Belediye Başkanlığı için yarışan adaylar arasında politik doğruculuk, post-truth ve dijital dünyanın meta-gerçekliği gibi kavramlar ön planda. Adaylar, politik doğruculuk çerçevesinde toplumsal hassasiyetleri göz önünde bulundurarak kampanya yürütmeye çalışıyor. Ancak, bazı adaylar politik doğruculuğun sınırlarını zorlayarak rakiplerini eleştirmeye ve gerçek dışı iddialarda bulunmaya devam ediyor.

Post-truth kavramı da seçim sürecinde etkisini özellikle adayların sosyal medya hesaplarından, yanıltıcı bilgilerin hızla yayılmasına imkân tanımaya devam etmekte. Bir adayın ekonomik vaatleriyle ilgili çıkan haberler, gerçekliği sorgulanan bilgilerle doluydu. Ancak, bu bilgilerin doğruluğu hakkında kesin bir kanıt bulunmamasına rağmen, birçok kişi bu bilgilere inandı ve aday hakkında olumsuz bir algı oluşturuldu.

Dijital dünyanın meta-gerçekliği ise adayların imajını şekillendirmede önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Bazı adaylar, sosyal medya platformlarını etkin bir şekilde kullanarak kendi hikayelerini oluşturdular ve gerçeklik algısını manipüle ettiler. Örneğin, geçen dönemdeki yerel seçimde bir adayın seçim kampanyasında kullandığı videolar, adayın başarılı bir belediye başkanı olduğunu göstermek için özenle düzenlenmişti. Ancak, gerçekte bu iddiaların ne kadarının doğru olduğu da belirsizdi. Sonuç olarak, 2024 Türkiye yerel seçimlerinde politik doğruculuk, post-truth ve dijital dünyanın meta-gerçekliği, seçim atmosferini derinden etkileyerek toplumsal algıları şekillendirmede etkin kullanılan ve siyasi dinamikleri belirleyen faktörlerden. Ve seçim sonuçlanıncaya kadar da önemli bir rol oynamaya devam edecek gibi görünüyor.

Murat Kurum'un Seçim Stratejisi: Post-Truth'un Siyasi Arenadaki Yansımaları

Seçim kampanyası süresince Murat Kurum'un politikaları ve vaatleri genellikle duygusal bir bağlamda sunuluyor. Siyasi iletişim açısından, gerçeklerin net bir şekilde aktarılması yerine, duygusal etkileşimlere dayalı söylemlere ağırlık verildi. Kurum'un bu stratejik yaklaşımı, seçmenlerin duygusal tepkilerini harekete geçirerek desteklerini kazanmayı amaçladığı düşünülebilir.

Ancak, bu stratejinin uzun vadede sürdürülebilirliği ve gerçeklikle bağdaşabilirliği tartışmalıdır. Post-truth yaklaşımı, kısa vadeli popülerlik getirebilir, ancak uzun vadede güvenilirlik ve inandırıcılık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle, Kurum'un bu stratejiyi ne ölçüde sürdürebileceği ve siyasi kariyeri üzerindeki etkileri gelecekte ve seçimden sonra daha iyi anlaşılacak.

İmamoğlu'nun Geniş Kapsamlı Kampanyası: Post-Truth ve Vizyonun Buluşması

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçildikten sonra İmamoğlu, şehrin karmaşık ve çeşitli sorunlarıyla başa çıkmak için geniş kapsamlı bir strateji izledi. Kampanyasının odak noktası, İstanbul'un çeşitli alanlarındaki eksiklikleri gidermek, şehir yaşamını iyileştirmek ve vatandaşlara daha iyi bir gelecek sunmaktı.

İmamoğlu'nun ulaşım, çevre, altyapı gibi kritik konularda vaatleri, İstanbul'un yaşam kalitesini artırmayı ve kentsel dönüşümü desteklemeyi amaçlıyordu. Bununla birlikte, İmamoğlu'nun kampanyası sadece maddi vaatler üzerine değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel değerlere dayalı bir vizyonu da içeriyordu. Şehirdeki sosyal eşitsizlikleri azaltmayı, dezavantajlı grupları desteklemeyi ve şehrin her kesimi için adil bir yaşamı teşvik etmeyi hedefliyordu.

İmamoğlu'nun iletişim stratejisi de kampanyasının önemli bir parçasıydı. Sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanarak, halkla doğrudan etkileşime geçmeyi ve onların endişelerini dinlemeyi başardı. Ayrıca, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine dayanan bir yaklaşım benimseyerek, seçmenlerin güvenini kazanmaya çalıştı.

Ancak, İmamoğlu'nun kampanyasında da post-truth öğeleri bulunduğunu da söylemek mümkün. Siyasi rakiplerinden gelen eleştirilere karşı bazen gerçekleri esnetme veya duygusal etkileşimlere ağırlık verme eğilimi gösterdi. Bununla birlikte, siyasetin doğası gereği, bazı durumlarda gerçeklerin yorumlanması veya duygusal etkileşimlere odaklanılması kaçınılmazdı.

Sonuç olarak, İmamoğlu'nun kampanyası, şehrin karmaşık sorunlarına çözüm getirmeyi amaçlayan geniş kapsamlı bir stratejiyi yansıtıyor. Ancak, post-truth öğelerinin kampanyasında da yer aldığı ve siyasi iletişimin karmaşıklığına dair dikkate değer bir örnek sunduğu söylenebilir.

İmamoğlu'nun seçim kampanyası sırasında karşılaştığı post-truth örneklerine bir göz atalım. Seçim sürecinde rakipleri ve muhalif gruplar tarafından İmamoğlu'na yönelik çeşitli yanıltıcı bilgiler ve iftiralar dolaştırıldı. Özellikle sosyal medya platformlarında ve diğer iletişim kanallarında, İmamoğlu'nun geçmişi ve karakteri hakkında gerçek dışı iddiaların yayıldığı ve çarpıtılmış bilgilerin paylaşıldığı birçok durum yaşandı. Bu tür manipülasyonlar genellikle İmamoğlu'nun imajını zedelemeyi hedefleyerek seçmenlerin algısını etkilemeye yönelikti.

Örneğin, İmamoğlu'nun geçmişiyle ilgili uydurma haberler veya çeşitli iftiralar sosyal medyada yayılarak geniş kitlelere ulaştırılmaya çalışıldı. Bunun yanı sıra, İmamoğlu'nun kişisel yaşamıyla ilgili iftiralar da dolaşıma sokuldu ve çeşitli manipülatif teknikler kullanılarak seçmenlerin duygusal tepkileri harekete geçirilmeye çalışıldı. İmamoğlu'nun kampanya ekibi, bu tür yanıltıcı iddialara karşı sık sık açıklamalar yaparak gerçekleri ortaya koymaya çalıştı. Ancak, post-truth ortamında bu tür manipülasyonların etkili olduğu görüldü. Bu durum, İmamoğlu'nun seçim kampanyası sürecinde karşılaştığı zorlukların ve manipülasyonların boyutunu göstermesi açısından önemli bir örnektir.

QOSHE - 2024 Türkiye Yerel Seçimlerinde Dijital Çağın Paradoksları: İstanbul Adayları Üzerinden Bir Değerlendirme - Fatma Ece Gödeoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

2024 Türkiye Yerel Seçimlerinde Dijital Çağın Paradoksları: İstanbul Adayları Üzerinden Bir Değerlendirme

18 17
21.03.2024

Kıymetli Okuyucularım;

Dijital çağın paradokslarıyla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Günümüzde özgürlük kavramının ne kadar karmaşık olduğunu düşünüyorum. Her şeyin erişilebilir ve görünür olması özgürlük hissini artırabilir gibi görünüyor, değil mi? Ama işin içine girince, bu kadar çok bilgi arasında gerçeği ayırt etmek ve anlamak giderek zorlaşıyor. Bilgiye erişim özgürlüğü, kesinlikle harika bir şey, fakat bu erişim aynı zamanda bilginin doğruluğunu ve güvenilirliğini sorgulama sorumluluğunu da beraberinde getiriyor. Özgürlük demek, doğru bilgiye erişme ve onu doğru bir şekilde yorumlama yeteneği demek. Ama aynı zamanda bu bilgi yığını içinde doğruluğu ve yanıltıcılığı ayırt etme zorluğunu da içeriyor.

Politik doğruculuk da bu karmaşık tabloya ek bir boyut katıyor. Toplumda kabul görmüş değerlere ve inançlara aykırı olabilecek ifadelerden kaçınılıyor, duyarlı grupların veya bireylerin hassasiyetleri göz önünde bulunduruluyor. Bununla birlikte, politik doğruculuk bazen gerçekleri gölgeleyebilir ya da aşırıya kaçabilir.

Post-truth dünyası da işleri daha da karıştırıyor. Gerçeklerin objektif olarak belirlenmesinin önemini azaltıyor. Duygusal itirazlar, ideolojik inançlar ve kişisel ön yargılar gerçeklerin yerini tutabilir hale geliyor. Bu da özellikle siyasette ve medyada gerçeklerin manipüle edilmesi veya çarpıtılması eğilimini artırıyor. Dijital dünyanın meta-gerçekliği ise tam bir labirent gibi. İnternet ve dijital teknolojilerin yaygın kullanımı, sanal gerçekliklerin veya yanıltıcı imgelerin gerçek dünyadaki algıları değiştirebilecek kadar etkili olabileceğini gösteriyor. Sosyal medya, yapay zekâ ve diğer dijital araçlar, gerçeklik algısını etkileyebilir ve değiştirebilir.

Trump ve Biden Kampanyalarında Dijital Çağın Paradoksları

Totalitarizmin Kökenleriyle ilgili Hannah Arendt’in eserinde vurguladığı paradokslar, bugünün dünyasında daha da belirgin hale geliyor. Totaliter rejimler, düşüncesini özgürlük açısından ele aldığımızda, dijital teknolojilerle manipüle ederek politik doğruculukla oynuyorlar. Gerçeklik yerine propaganda ve yanıltıcı bilgilerle dolu bir ortam oluşturarak post-truth düzenini teşvik ediyorlar. Donald Trump ve Joe Biden kampanyaları da bu paradoksları açıkça göstermekte. Trump'ın seçim propagandası, politik doğruculukla ters düşen, sıklıkla çarpıtılmış veya gerçek dışı ifadelerle doluydu. Post-truth döneminin bir örneği olarak, Trump'ın medya üzerindeki etkisi ve sosyal medyadaki büyük takipçi kitlesi, gerçeklerin manipüle edilmesine olanak tanımıştır. Biden ise politik doğruculuğu ön plana çıkarmış, bilimsel gerçeklere ve kanıtlara dayalı bir kampanya yürütmüştür. Ancak, Biden'ın kampanyası da post-truth'un etkilerinden kaçınamamış, rakiplerinin yanıltıcı bilgilere başvurmasıyla karşı karşıya kalmıştır. Neticede, Trump ve Biden kampanyaları, dijital çağın paradokslarını ve totalitarizmin kökenlerini yansıtan birer örnek olmuştur. Politik doğruculuk,........

© Başkent'te Karar


Get it on Google Play