Vaktiyle Faruk Bildirici Hürriyet’teyken röportajlar yapardı. Pazıl biçiminde bir kurgusu vardı o yazıların, hoşuma gitmişti. Bir gün bana randevu verdi, kitaplarımı alıp gazetedeki bürosuna gittim. Önce bazı sorularla yokladı beni, bir röportaj yaparsak neler konuşacağımızı anlamak istedi. Kendisine imzaladığım Toprak Kovgunları, Çürük Kapı, Veresiye Defteri benim Ankara gecekondularını konu aldığım romanlarımdı. Akdere gecekondularında yirmi yılımın geçtiğini, oraları iyi bildiğimi anlattım. Gecekondulardaki değişim, dönüşüm üzerine konuşacaktık. O basit yapılar apartmanlara dönüştükten sonra neler olduğundan, nelerin değiştiğinden söz ettim. Bu gözlemlerimden biri de apartman kapılarına o yıllarda bedava bırakılan bir gazeteyle ilgiliydi. Hatırladınız değil mi o gazeteyi? Dönüşümden önce, yani evler gecekonduyken buralara bedava gazete girmezdi. Kendimce ilginç bulduğum bu gözlemimi de Faruk Bildirici’yle paylaşınca yüzü birden değişiverdi:

“Kemal Bey ne var bunda, bedava gazete veriyorlar ne güzel!” dedi.

“Siz niye Hürriyet’i bedava dağıtmıyorsunuz?” dedim. Elimdeki kalemi gösterdim:

“Ya da biri şu kalemi bize niye bedava vermiyor? Bunun bir maliyeti yok mu, nasıl dönüyor bu çark, değirmenin suyu nereden geliyor? Hangi amaçla o gazeteler bedava dağıtılıyor?” diye sordum. Faruk Bey sustu, yanıt vermedi.

Bizim röportaj da olmadı tabii.

KHK’larla sonuçlanan 15 Temmuz sonrasına nasıl geldik? Apartman kapılarına, binlerce insana bedava bırakılan o gazeteyi, dini kullanarak büyük bir casusluk örgütüne dönüşmüş, kumpaslara, şantajlara, cinayetlere bulaşmış, nerdeyse bütün sınav sorularını çalacak denli küçülmüş o gazetenin gerisindeki yapıyı iyi anlamadan bu günlere nasıl geldiğimizi anlayamayız. O gözleri sidikli vaiz bu casusluk örgütünü kurduğunda AKP yoktu, AKP’lilerin çoğu kısa pantolonla dolaşıyordu.

Bu gün o gazete unutulmuş gibi, yok oldu, yok edildi evet, ama unutmamalıyız!..

Binlerce insan o gazete ve o gazeteyi hazırlayan örgüt tarafından tuzağa düşürüldü, yıllar sonra adları KHK listelerinde karşımıza çıktı.

Bu ve daha başka örgütlerin gerisinde ABD emperyalizmi olduğunu biliyoruz. Bütün askeri darbelerin gerisinde ABD’nin olduğunu bildiğimiz halde “askeri vesayet”ten söz ediyoruz hep. Bana göre “askeri vesayet”ten değil, “Amerikan vesayeti”nden söz edilmeli. Petrol çıkan bölgelere ayrı bir düşkünlüğü var bu devletin.

Geçen hafta bu köşede tanıttığım Acun Karadağ’ın direniş günlüklerinde bu FETÖ ve emperyal devletler güdümündeki diğer cinayet örgütleri yer bulmamış. Bunu kendisine de söyledim. Fotoğrafı eksik göstermiş. Fetullah örgütünden söz etmeden KHK’lıları da, bugün yaşadıklarımızı da anlamak, anlatmak olası değil. Karadağ, söyleşimizde kurunun yanında yaşın da yandığını kabul ediyor ama kitabında kurulardan hiç söz etmiyor nedense? İşledikleri cinayetler, kumpaslar, şantajlar bir yana, sınav sorusu çalacak kadar küçülmüş, çürümüş bir örgüt, öğrenciler yetiştiren bir öğretmenin gözünden kaçmamalıydı. Yukarıda anlattığım gibi FETÖ konusunda yıllar önce Faruk Bildirici şaşırtmıştı beni, bir kısım sol hâlâ şaşırtmaya devam ediyor. Bu tuhaf, karanlık, çıkarcı, şantajcı, acımasız, çağ dışı örgütten söz edilmeden 15 Temmuz sonrasındaki büyük fotoğrafı görmemiz olası değil.

Okurlarımızca farklı yorumlarla karşılanan “Güneş Her Şeyin Farkındaydı” başlığıyla yazdığım geçen yazımın ana düşüncesi aslında, kurunun yanında yaş yanmamalıydı. O satırları yazarken, önce 27 Mayıs İhtilali’nden sonra işinden atılan babamın öyküsüyle başladım, işsiz bırakılanlara neden duyarlı olduğumu kendi aile öykümle anlatmak istedim. Bu konudaki duyarlılığımı romanlarımda da bulabilirsiniz. Bir Başka Şehir, 1948 yılında P. N. Boratav’ların, Behice Boran’ların, 1980 yılında da Korkut Boratav’ların, Alpaslan Işıklı’ların, Kurtuluş Kaya’ların üniversiteden atıldığı yılların yarı belgesel romanıdır. Geçen yazımda Yarbay Gökhan Ünyeli’nin geride bıraktığı mektubundan ve Acun Karadağ’ın direniş günlüklerinden hareket etmiş olsam da, asıl anlatmak istediğim çevremde yakından tanıdığım bazı KHK’lılardı.

Suçsuz olduğuna yüzde yüz inandığım KHK’lı bir çiftin birtakım makamlara yazdığı dilekçelerine ben de yardımcı oldum. Karı koca işlerine son verilmişlerdi, aynı evden bir değil iki kişi. İyi ki çocuğumuz olmadı dediklerini duydum. Komşularla karşılaşmamak için uyku saatlerini bile değiştirmişlerdi. İnançlı olmasaydım intihar edebilirdim, demişti biri. Ben romancıyım, yazarım, bu acıları görmemek olmaz. Bu yakınlarım için bazı yerlerle görüştük, dertlerini anlatmaya çalıştık, sonunda onların suçsuz oldukları anlaşıldı, işlerine döndüler, birikmiş aylıklarını da aldılar.

Bazı okurların tepkisine yol açan geçen yazımın ana düşüncesi A. Karadağ’ın kitabına ya da Yükseliş direnişçilerine güzelleme değil, sayıları az da olsa, kurunun yanında yaşın da yandığını, bir de insanların işinden atılmalarının çok zor bir olay olduğunu anlatmaktı. Tanıdığım, bildiğim daha başka örnekler de var… Geçen yazımda ben de kuru ile yaşı karıştırmış olabilirim, ama devlet karıştırmamalı.

Adalet, suçunu bilmeyen suçlular yaratmak olmamalı. Bir de bunu anlatmaya çalıştım.

Haftanın kitabı: Manuel Vilas, Ordesa, Bilgi Yayınevi, 2024.

QOSHE - Vesayet vesayet dedikleri!.. - Kemal Ateş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Vesayet vesayet dedikleri!..

22 8
16.04.2024

Vaktiyle Faruk Bildirici Hürriyet’teyken röportajlar yapardı. Pazıl biçiminde bir kurgusu vardı o yazıların, hoşuma gitmişti. Bir gün bana randevu verdi, kitaplarımı alıp gazetedeki bürosuna gittim. Önce bazı sorularla yokladı beni, bir röportaj yaparsak neler konuşacağımızı anlamak istedi. Kendisine imzaladığım Toprak Kovgunları, Çürük Kapı, Veresiye Defteri benim Ankara gecekondularını konu aldığım romanlarımdı. Akdere gecekondularında yirmi yılımın geçtiğini, oraları iyi bildiğimi anlattım. Gecekondulardaki değişim, dönüşüm üzerine konuşacaktık. O basit yapılar apartmanlara dönüştükten sonra neler olduğundan, nelerin değiştiğinden söz ettim. Bu gözlemlerimden biri de apartman kapılarına o yıllarda bedava bırakılan bir gazeteyle ilgiliydi. Hatırladınız değil mi o gazeteyi? Dönüşümden önce, yani evler gecekonduyken buralara bedava gazete girmezdi. Kendimce ilginç bulduğum bu gözlemimi de Faruk Bildirici’yle paylaşınca yüzü birden değişiverdi:

“Kemal Bey ne var bunda, bedava gazete veriyorlar ne güzel!” dedi.

“Siz niye Hürriyet’i bedava dağıtmıyorsunuz?” dedim. Elimdeki kalemi gösterdim:

“Ya da biri şu kalemi bize niye bedava vermiyor? Bunun bir maliyeti yok mu, nasıl dönüyor bu çark, değirmenin suyu nereden geliyor? Hangi amaçla o gazeteler bedava dağıtılıyor?” diye sordum. Faruk Bey sustu, yanıt vermedi.

Bizim röportaj da olmadı tabii.

KHK’larla sonuçlanan 15 Temmuz sonrasına nasıl geldik? Apartman kapılarına, binlerce insana bedava bırakılan o gazeteyi, dini kullanarak büyük bir casusluk örgütüne dönüşmüş, kumpaslara, şantajlara, cinayetlere bulaşmış, nerdeyse bütün sınav sorularını çalacak denli küçülmüş o gazetenin gerisindeki yapıyı iyi anlamadan bu günlere nasıl geldiğimizi anlayamayız. O gözleri sidikli vaiz bu........

© Aydınlık


Get it on Google Play