Daralan deniz coğrafyaları, ticareti durdurma veya hızlandırma yeteneği sunduklarından, jeopolitik güç anlamına gelirler. Emperyalizmin, bu noktaları -sahiplenircesine- baskıda tutmasının nedeni, jeopolitik gücü asıl sahiplerine kullandırtmamaktır. Doğu Akdeniz’in jeopolitik gücü; biri “Avro-Türk” eklemi, diğeri de “Afro-Arap” eklemi olmak üzere iki ayrı noktada birikmiştir. “Avro-Türk” eklemi dediğimiz yer, Türk Boğazları ve devamındaki dar bir deniz olan Adalar (Ege) Denizi’dir. Anlayacağınız, Doğu Akdeniz’de jeopolitik gücün zirvesindeki Türkiye, Yunanistan ve Mısır’ın yanında İsrail, Suriye, Lübnan veya Libya’nın jeopolitik potansiyelleri, sanılanın aksine, son derece düşüktür. Bugün, 5.000 yıllık kritik ticaret yolu olan “Afro-Arap” eklemini inceleyelim.

Jeopolitik devrim niteliğinde bir Kızıldeniz-Akdeniz kanalı açma fikri, tarihte ilk defa, MÖ 610’da, yani 2.633 yıl ortaya çıktı. Mısır’ın ünlü Firavunu II. Neko, Hint Okyanusu-Akdeniz ticaretini hızlandırmak amacıyla, Süveyş’i Nil Nehri’nin Pelusium koluna bağlamak için bir kanal inşasını başlatmışsa da, Doğu Akdeniz savaşları, “Neko Kanalı Projesi”nin iptal edilmesine yol açtı.

MÖ 250’de, Batlamyus Firavunları, Kızıldeniz’de mal taşıyan 4.000 Mısır gemisinin Süveyş’e getirdiği malların Akdeniz’e kolayca taşınmasını sağlayacak bu kanalın açılmasına niyet ettiyseler de, bunu önleyen alternatif proje: “Deve Projesi” oldu. Yanlış duymadınız, bildiğiniz hörgüçlü deveden bahsediyorum. O dönemde, Mısır’ın Arabistan’dan satın aldığı on binlerce Arap devesi, sıcak ortamda, tam yüklü olarak 130 kilo taşıma kapasitesiyle, 25-30 kilometrede bir mola vererek günde 100 kilometre gidebildiği için ekonomik bulunarak “kanal”a tercih edildi. Mısır’da “deve”, Nil deltası ile Kızıldeniz arasında, kendisine su geçidi bulamayan toprak yolun vazgeçilmez bir unsuru hâline geldi. MS 3. yüzyılda, devenin Mısır’dan tüm Kuzey Afrika’ya yayılıp Sahra Çölü’ndeki ticaretin de yegâne taşıma aracına dönüşmesi, kuzey-güney yönlü bir kanalın gereksiz olduğu düşüncesine hizmet etti.

1498’de Afrika’nın güneyinden Hint Okyanusu’na geçilebileceğini keşfeden Portekizliler, efendice ticaret yapmak yerine, Hint Okyanusu’nu yağmalayıp Kızıldeniz ticaret yolunu tıkamaya kalkışınca, yaşanan jeopolitik travmaya hazırlıksız yakalanan Memlûk Devleti, ilkin diplomatik çözümü denedi. Memlûk Sultanı, 1505’te Papa’ya gönderdiği mektubunda, Portekiz gemilerinin Hint Okyanusu’ndaki Müslüman ticaret gemilerine saldırıları durmazsa, Kudüs’teki Katoliklerin sınır dışı edileceklerini yazmıştı. Resti gören Papa’nın cevaben yolladığı mektupta ise, Katoliklerin Kudüs’ten zorla çıkarılmaları hâlinde, Hint Okyanusu’ndaki Portekiz Armadası’na Mekke ve Medine’ye saldırıp Hz. Muhammed’in mezarını tahrip etme talimatını vermek zorunda kalacağı yazılıydı. Diplomatik açıdan tıkanan Memlûk Devleti ile Hint Okyanusu’ndaki Portekiz ablukası nedeniyle Akdeniz’deki ticareti durma noktasına gelen Venedikliler arasında işbirliği ortamı kendiliğinden gelişti. Venedik Devleti, Memlûk Devleti’ne Osmanlılar ile iyi geçinmesini tavsiye ettikten sonra, Hint Okyanusu’ndaki Memlûk deniz kuvvetinin gelişmesi için dolaylı, ama etkili bir destek sağlama kararını aldı.

Yeni inşa edilen 13 Venedik kadırgası, Doğu Akdeniz’den yüzdürülerek İskenderiye’ye getirildi, burada sökülüp develerle Süveyş’e taşındılar, tekrar inşa edilerek Kızıldeniz’e indirildiler. Fakat, güçlü Osmanlı ve Venedik desteğine rağmen, genç ve deneyimsiz Memlûk Donanması, 1509’da Portekiz Armadası tarafından imha edilince Venedik Devleti, -doğrudan destek verebilmek amacıyla- Memlûk Devleti’ne Süveyş ile Akdeniz arasında bir kanal açılmasını şiddetle önerdi. Bir kanal açmaya niyetlenen, ama jeopolitik güç kaybının yol açtığı maddi güçsüzlük nedeniyle erteleyip duran Memlûk Devleti, Osmanlı’nın güçlü saldırısına dayanamayıp 1517’de yıkıldı.

Osmanlı egemenliğinden sonra da, Mısır üzerinden geçen ticaret yolunun Hint Okyanusu tarafında güvenliğinin sağlanamaması üzerine, güçlü Osmanlı Akdeniz Donanması’nı gerektiğinde Hint Okyanusu’na çıkarabilmek maksadıyla 1532’de Süveyş’ten Nil Deltası’na doğru binlerce işçinin çalıştırıldığı kanal inşaatına fiilen başlandı. Fakat, krizi Akdeniz’den çıkmadan yönetebileceğine inanan Osmanlı devlet adamları, inşaatı fazlaca ilerleyemeden Süveyş Kanalı’nın yapımını durdurdular. 1568’de Süveyş Kanalı Projesi’ne yeniden başlanması için hazırlık yaptıran Sokollu Mehmet Paşa, 1571’de Osmanlı Donanması İnebahtı’da imha edilince, bu proje için ayrılan dev bütçeyi yeni donanmanın inşasına kaydırmak zorunda kaldı. Sonrasında Osmanlı devlet adamlarının ağzından bir daha “Süveyş Kanalı” lafı duyulmadı bile.

193 kilometrelik Süveyş Kanalı, 1869’da, Osmanlı yerine emperyalizm tarafından inşa edilince Osmanlı’nın erteleyip durduğu jeopolitik potansiyel, emperyalizmin jeopolitik gücüne dönüşüverdi. Binlerce yıllık ertelemelerden sonra 154 yıl önce açılan Süveyş Kanalı, günümüz Mısır Devleti’nin dilediği şekilde kullanabildiği bir jeopolitik güç kaynağı mıdır? Cevabı: Hayır. Aynı, Batı ile didişmekten çekinen Batıcı Türk Hükûmetlerinin 20 yıl süreli Montrö Sözleşmesi’ni benimseyip Türk Boğazları’nın jeopolitik gücünün peşini bırakmasına benzer bir durum, Mısır için de geçerli. Batı’nın nefes aldırmadığı Mısır, uzunca süreden beri, kanalın jeopolitik gücünden ziyade ekonomik katkısına razı durumdadır. Bugün için Süveyş Kanalı, yıllık olarak toplam 6 trilyon dolarlık mal taşıyan binlerce geminin geçiş yaptığı ve Mısır’a hatırı sayılır miktarda gelir sağlayan bir kanaldır.

Rakipsiz sanılan Süveyş Kanalı’nın, 1960’lardan beri ciddi bir rakibinin olduğunu çoğu kimse bilmez. Eliat-Aşdod arasına 2030’larda fiilen açılmak istenen 292,9 kilometrelik kanalın adı bile belli: “Ben Gurian Kanalı”… Projenin maliyetinin ise 16-55 milyar dolar arasında olması öngörülüyor, yani emperyalist finansörler için çerez parası. Fakat, “Ben Gurian Kanalı” Projesi’ni tehdit eden iki kritik saha var: Kuzeydeki, Gazze Şeridi; güneydeki ise, birazdan açıklayacağım Tiran ve Sanafir Adaları…

Jeopolitik güçsüzlüğünü, savaşarak jeopolitik güce çevirme amacındaki İsrail, inşa edeceği kanalın güvenli koşullarını şekillendirebilmek için, 2 yıldır dikkat çekici bir askerî hazırlık içindeydi. Nitekim İsrail, Hamas’la mücadele bahanesiyle Gazze’yi işgal etmek ve orada yaşayan 2 milyon Filistinliyi de Mısır’a doğru süpürmek üzere bir ay önce harekete geçti. Mısır’ın Süveyş Kanalı gibi dev bir jeopolitik gücün peşine düşen İsrail’in -emperyalizm destekli- katliamları, -durduran olmazsa- tüm hızıyla devam edecek.

Gelelim, Tiran ve Sanafir Adaları’na. Kızıldeniz’de Akabe Körfezi’nin en kuzeyinde Eliat Limanı civarlarında İsrail’in 6 millik kıyı şeridi bulunmaktadır. Yani İsrail de, Mısır gibi, hem Akdeniz’e hem de Kızıldeniz’e kıyısı olan bir devlettir. Akabe Körfezi’nin girişini kapatan Tiran ve Sanafir Adaları, Mısır’a aittir. 1967’de İsrail tarafından işgal edilen ve 1982’de BM Barış Gücü’ne devredilen bu insansız Mısır adaları, emperyalizmin zorlamasıyla Mısır ile Suudi Arabistan arasında egemenliği tartışmalı hâle getirilmiştir. 40 yıl süren görüşmelerden sonra Sisi, stratejik öneme sahip Tiran ve Sanafir Adaları’nı Suudi Arabistan’a devreden antlaşmayı 2017’de imzalamıştır. Fakat, bu antlaşmanın İsrail’e kanal açma projesinin bir parçası olduğunu anlayan Mısır Yüksek İdare Mahkemesi, antlaşmanın geçersiz olduğuna, söz konusu adaların Mısır toprağı olduğuna ve başka bir ülkeye devredilemeyeceğine hükmedince ortalık karıştı. 2022’nin Temmuz ayında Biden, ABD askerleri de dâhil olmak üzere BM Barış Gücü’nün Tiran ve Sanafir Adaları’ndan ayrılacağını söylemişse de, henüz gerçekleşmedi. Öyle görünüyor ki ABD, bu kritik adalardan ayrılmak için Gazze’deki Filistinlilerin topraklarını terk etmelerini bekliyor. Peki ne için? Tabii ki, barış gücü ayrılır ayrılmaz bu adaları, İsrail işgal edebilsin diye. 2030’ların çılgın “Ben Gurian Kanalı” Projesi uğruna, İsrail siyonizminin bir sonraki hedefi, emin olun: Akabe Körfezi girişindeki Tiran ve Sanafir Adaları olacaktır. Bence, “Doğu Akdeniz’de çıkması beklenen büyük savaş, Kızıldeniz’de çıkıp Batı Asya denizlerine yayılabilir.”

Olayı, İsrail’in yıllık 9,2 milyar dolarlık Süveyş Kanalı gelirini Mısır’ın elinden almaya çalışması olarak yorumlamaya kalkanlara şimdiden söyleyeyim: “Külahıma anlatın. Jeopolitik güç, parayla filan ölçülebilecek bir güç değildir.”

QOSHE - ‘Kanal’ın Yerini Dolduramayan ‘Deve’ - Halil Özsaraç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Kanal’ın Yerini Dolduramayan ‘Deve’

23 27
09.12.2023

Daralan deniz coğrafyaları, ticareti durdurma veya hızlandırma yeteneği sunduklarından, jeopolitik güç anlamına gelirler. Emperyalizmin, bu noktaları -sahiplenircesine- baskıda tutmasının nedeni, jeopolitik gücü asıl sahiplerine kullandırtmamaktır. Doğu Akdeniz’in jeopolitik gücü; biri “Avro-Türk” eklemi, diğeri de “Afro-Arap” eklemi olmak üzere iki ayrı noktada birikmiştir. “Avro-Türk” eklemi dediğimiz yer, Türk Boğazları ve devamındaki dar bir deniz olan Adalar (Ege) Denizi’dir. Anlayacağınız, Doğu Akdeniz’de jeopolitik gücün zirvesindeki Türkiye, Yunanistan ve Mısır’ın yanında İsrail, Suriye, Lübnan veya Libya’nın jeopolitik potansiyelleri, sanılanın aksine, son derece düşüktür. Bugün, 5.000 yıllık kritik ticaret yolu olan “Afro-Arap” eklemini inceleyelim.

Jeopolitik devrim niteliğinde bir Kızıldeniz-Akdeniz kanalı açma fikri, tarihte ilk defa, MÖ 610’da, yani 2.633 yıl ortaya çıktı. Mısır’ın ünlü Firavunu II. Neko, Hint Okyanusu-Akdeniz ticaretini hızlandırmak amacıyla, Süveyş’i Nil Nehri’nin Pelusium koluna bağlamak için bir kanal inşasını başlatmışsa da, Doğu Akdeniz savaşları, “Neko Kanalı Projesi”nin iptal edilmesine yol açtı.

MÖ 250’de, Batlamyus Firavunları, Kızıldeniz’de mal taşıyan 4.000 Mısır gemisinin Süveyş’e getirdiği malların Akdeniz’e kolayca taşınmasını sağlayacak bu kanalın açılmasına niyet ettiyseler de, bunu önleyen alternatif proje: “Deve Projesi” oldu. Yanlış duymadınız, bildiğiniz hörgüçlü deveden bahsediyorum. O dönemde, Mısır’ın Arabistan’dan satın aldığı on binlerce Arap devesi, sıcak ortamda, tam yüklü olarak 130 kilo taşıma kapasitesiyle, 25-30 kilometrede bir mola vererek günde 100 kilometre gidebildiği için ekonomik bulunarak “kanal”a tercih edildi. Mısır’da “deve”, Nil deltası ile Kızıldeniz arasında, kendisine su geçidi bulamayan toprak yolun vazgeçilmez bir unsuru hâline geldi. MS 3. yüzyılda, devenin Mısır’dan tüm Kuzey Afrika’ya yayılıp Sahra Çölü’ndeki ticaretin de yegâne taşıma aracına dönüşmesi, kuzey-güney yönlü bir kanalın gereksiz olduğu düşüncesine hizmet etti.

1498’de Afrika’nın güneyinden Hint Okyanusu’na geçilebileceğini keşfeden Portekizliler, efendice ticaret yapmak yerine, Hint Okyanusu’nu yağmalayıp Kızıldeniz ticaret yolunu tıkamaya kalkışınca, yaşanan jeopolitik travmaya hazırlıksız yakalanan Memlûk Devleti, ilkin diplomatik çözümü denedi. Memlûk Sultanı, 1505’te Papa’ya gönderdiği mektubunda, Portekiz gemilerinin Hint Okyanusu’ndaki Müslüman ticaret gemilerine saldırıları durmazsa, Kudüs’teki Katoliklerin sınır dışı edileceklerini yazmıştı. Resti gören Papa’nın cevaben yolladığı mektupta ise, Katoliklerin Kudüs’ten zorla çıkarılmaları hâlinde, Hint Okyanusu’ndaki Portekiz Armadası’na Mekke ve Medine’ye saldırıp Hz. Muhammed’in mezarını tahrip etme talimatını vermek zorunda kalacağı yazılıydı. Diplomatik........

© Aydınlık


Get it on Google Play