Biliyorsunuz, memleketin her yerinde ahlaklılarla ahlaksızlar mücadele halinde! Hepimiz kendi alanımızda savaş veriyoruz.

Bir okuyucum, geçen haftaki “Pamuk gibi intihal” yazımın altına bir yorumda bulunmuş.
“Çocukluğum Kayseri’de geçti. Anadolu’nun kıraç toprakları, buğday tarlaları, gelincik obaları, aşırı mavi gökyüzü, bembeyaz bulutlar; hayvanların, ahırların saman kokuları belleğimde öyle derin izler bıraktı ki, gözlerimi yumduğumda tıpkı anne yemeklerinin asla unutulmayan kokuları gibi canlanıyor. Elif Şafak’ın İskender adlı romanını okuduğumda ne kadar etkilendiğimi tarif edemem. Çünkü yurt dışında doğan, Anadolu’da tek bir gün bile yaşamamış birinin bana sesleriyle, kokularıyla çocukluk yıllarımın Anadolu’sunu yaşatması mucizevi gelmişti. Olanaksızdı. Ancak babaannem Nobel ödüllü bir romancı olsaydı, böyle anlatabilir, böyle hissettirebilirdi. İskender’in şimdi, gerçek yazarını merak ediyorum.” diyor. Beyefendi haklı!

İyi bir okuyucu, sevdiği yazarın dilini tanır. Üslubundan, o kitabı kimin yazdığını bilir. Bir Yaşar Kemal romanını, bir Sabahattin Ali hikâyesini dilinden, konusundan anlamaz mısınız? Orhan Kemal işçi sınıfının yazarıdır. Yaşar Kemal Çukurova’nın… Bu “sıra” yazarların çoğunun kitaplarında ne konu ne de dil tutarlılığı maalesef bulunmamakta! Kimse üretme hızlarına da yetişemiyor. Altı ayda bir kitap. Herkes Aziz Nesin olamaz! İster istemez, matah bir şeymiş gibi Amerikan İngilizcesiyle ağızlarını yaydıra söyledikleri “ghost writing” yani gölge/hayalet yazarlık aklınıza geliveriyor.

Sanırım yazar, ilk kitabıyla medyatik bir şişirilmeyle pohpohlanıp medya önüne atılıyor. Kitap beklenenden fazla satmışsa bu hazır okur kitlesinden para kazanmak isteyen yayınevi, pop star tarzı bu şöhreti devam ettirebilmek için gölge yazara gereksinim duyuyor. Belki de yazar, tükenmişlik sendromuyla kendi talep ediyor.

60’lı yılların sonu… Yeni İstanbul gazetesi Türkan Şoray imzalı bir tefrika yayınlamak istemektedir. Bu görev, o yıllarda Cumhuriyet gazetesinde çalışan Adnan Özyalçıner’e verilir. Sevgili eşi, Sennur Sezer’le kafa kafaya verirler, “Buruk Acı” tefrikasını yazmaya başlarlar. Aynı günlerde Türkan Şoray, yazar olarak gazeteye ilk söyleşisini verir. Bir süre sonra tefrikaya Sennur Sezer tarafından bir de şarkı sözü eklenir. İş büyür, 1969’da “Buruk Acı” filmi çekilir. Teoman Alpay “Buruk Acı”yı film için besteler. Şarkı, o kadar beğenilir ki tefrikayı da filmi de geçer. Güfte, Türkan Şoray olarak tescillenir. Yıllar sonra gerçek ortaya çıkana kadar… “Buruk Acı” o kadar masummuş ki!

Dünyada da örnekleri çok! Hillary Clinton’ın Zor Seçimler kitabını kendisinin yazmadığı ayyuka çıktı. 1989’da Nobel Edebiyat ödülünü alan Camilo Jose Cela’nın romanlarının gölge yazarlar ekibi tarafından yazıldığı iddia edildi. İnanması zor, ama Don Kişot bile!

Profesyonel gölge yazarlık şirketleri, gölge yazarlık desteği verenler, gölge yazarlık sözleşmesi hazırlayan avukatlık büroları, fahri yazarlıkla gölge yazarlık arasındaki farkları sıralayanlar… Üstelik “gölge yazarlık” bir meslek kabul ediliyor. Temizlik, tadilat, nakliyat, usta, fotoğrafçı gibi gündelik işler için (!) bir teklif toplama sitesi, İstanbul’un en iyi 40 gölge yazarını sizin hizmetinize sunuyor. “Hizmet piş, ağzıma düş!” sloganıyla. Buradan gölge yazar için fiyat verip karşılaştırabilirsiniz. Kafanızda büyütmeyin, yazarlık epey ucuz bir şey!

Bir meslek erbabı (!) “Edebiyata, felsefeye aşık; tutkulu, 19 yaşında yakışıklı bir mühendisim. Sosyal medyada yazışırken bile imla kurallarına özen gösterir, ince bir dil kullanırım. C1 TOEFL belgem var. Kitapsız dışarıya adım atmam. Yazar koçluğu (!) da yaptım. Gizlilik sözleşmesine sadık kalırım. Kitabınızı harika yazarım.” diyor. Bir kıza mı talip yoksa kitap yazmaya mı, anlamakta zorlanıyor insan!

Mesleği yazarlık olmadığı halde medyatik olan, yazmak isteyen, ama yeteneği olmayan kişilere hizmet verdiklerini söyleyen bu kişiler; yazdıkları kitaptan telif talep etmeyeceklerini belirtiyorlar. İki lafı bir araya getiremeyen politikacılara, hayatım roman olsun diyenlere de hizmet verebileceklerini de vurguluyorlar. Yapay zekânın ardından mesleklerini nasıl tanımlayacaklarını merak ediyorum doğrusu! Her şeye rağmen piyasa koşullarında arz, talep birbirini karşılıyor.

Oysa bizim yazarlarımızın gölgesi polis ya da mitti! Her köşe başında karşılarına çıkan kara gölgelerden saklandılar. Hapishaneler evleri oldu. Kendi adlarını dahi kullanamadılar. Rıfat Ilgaz İstepne, Aziz Nesin Fettane, Bedri Birdirbir, Kerim Kihkih…, Attila İlhan’dan Kemal Tahir’e bu liste, uzar gider. Lüküs Hayat operetinin Şişli’de Bir Apartıman… diye başlayan şarkı sözlerini Cemal Reşit Rey’in değil de Nazım Hikmet’in yazdığını yeni öğrendik.

Yazarlık, sizin sandığınız gibi hayalet yazarlarla – bir gün Gulyabani gibi ortaya çıkıveriyor- olacak şey değil bizim gözümüzde. Çok başka bir mertebe. Öyle, intihalle, gizli servislerle, lobilerle, pazarlama cambazlıklarıyla yazar olunmuyor. İnsan sevgisi ile dolu, adamı ipe götürecek inançta sağlam bir ideoloji; mangal gibi bir yürek gerekiyor. Uğraşmayın! Sizler bizim yazarlarımız olmazsınız!

QOSHE - Sizler bizim yazarlarımız olamazsınız! - Ece Ataer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sizler bizim yazarlarımız olamazsınız!

20 54
10.02.2024

Biliyorsunuz, memleketin her yerinde ahlaklılarla ahlaksızlar mücadele halinde! Hepimiz kendi alanımızda savaş veriyoruz.

Bir okuyucum, geçen haftaki “Pamuk gibi intihal” yazımın altına bir yorumda bulunmuş.
“Çocukluğum Kayseri’de geçti. Anadolu’nun kıraç toprakları, buğday tarlaları, gelincik obaları, aşırı mavi gökyüzü, bembeyaz bulutlar; hayvanların, ahırların saman kokuları belleğimde öyle derin izler bıraktı ki, gözlerimi yumduğumda tıpkı anne yemeklerinin asla unutulmayan kokuları gibi canlanıyor. Elif Şafak’ın İskender adlı romanını okuduğumda ne kadar etkilendiğimi tarif edemem. Çünkü yurt dışında doğan, Anadolu’da tek bir gün bile yaşamamış birinin bana sesleriyle, kokularıyla çocukluk yıllarımın Anadolu’sunu yaşatması mucizevi gelmişti. Olanaksızdı. Ancak babaannem Nobel ödüllü bir romancı olsaydı, böyle anlatabilir, böyle hissettirebilirdi. İskender’in şimdi, gerçek yazarını merak ediyorum.” diyor. Beyefendi haklı!

İyi bir okuyucu, sevdiği yazarın dilini tanır. Üslubundan, o kitabı kimin yazdığını bilir. Bir Yaşar Kemal romanını, bir Sabahattin Ali hikâyesini dilinden, konusundan anlamaz mısınız? Orhan Kemal işçi sınıfının yazarıdır. Yaşar Kemal Çukurova’nın… Bu “sıra” yazarların çoğunun kitaplarında ne konu ne de dil tutarlılığı maalesef bulunmamakta! Kimse üretme hızlarına da yetişemiyor. Altı ayda bir kitap. Herkes Aziz Nesin olamaz! İster istemez, matah bir şeymiş gibi Amerikan İngilizcesiyle ağızlarını yaydıra söyledikleri “ghost writing” yani gölge/hayalet yazarlık aklınıza geliveriyor.

Sanırım yazar, ilk kitabıyla medyatik bir şişirilmeyle pohpohlanıp medya önüne atılıyor. Kitap beklenenden fazla satmışsa bu hazır okur kitlesinden para kazanmak........

© Aydınlık


Get it on Google Play