İnsan, toplum ve sistem ‘isteyerek’ değiştirilemez. Her şey tarihseldir geçicidir, insanlık tarihi de böyledir. İnsanı önce büyü, sonra din ve bugün bilim yönlendiriyor. Bu tarihsel evreler ‘sistematik bir kural’ olmasa da böyle gelişti. İnsanın özlemi ve istikameti genellikle gelecek eğilimlidir.
21. yüzyılda zamanda yolculuk veya ışınlama, kimin ilgisini çekmez ki?
Uzaya gönderilen ilk Türk ne kadar dikkatleri üzerine çekebiliyorsa, ‘Hilafet isteriz’ diyen Türk de o kadar dikkat çekebiliyor. Birini bilim çağı evrene yükseltirken, diğerini zaman yolculuğu çağın gerisine götürebiliyor. Ateş meşalesi, petrol lambası ve el feneri arasında çağ farkı olabilir, ancak hepsinin etkisi karanlığı aydınlatmaktır. Kullanım araçları geliştikçe insanın düşünce, davranış ve tüketim alışkanlıkları da değişiyor. Özetle teknoloji sosyolojiyi değiştiriyor.
Ancak teknolojinin, üretim araçlarının ve kaynakların, hangi sınıfın elinde olduğu ve sistemin nasıl işlediği bilinmeden, ‘değiştirmek’ istediğiniz yapının gücünü ölçemezsiniz. Machiavelli’nin Söylevler’inden şu dersi çıkarıyoruz; “En zararsız ve en değersiz ‘düşman’, hakkımda atıp tutan, ancak benim gücümden bihaber olandır. En saygılı ve en tehlikeli düşman ise hakkımda konuşmayan, ancak beni çok iyi tanıyandır.”
Gelelim hilafet ve şeriat konusuna. Hangi çağ olursa olsun, toplumlar yaşam kaynağını ve varlığını sürdürebilecek ‘merkeze’ yönelirler. “Musa’nın yolu hak yoludur” diyen insanlar bile, Firavuna mecbur kaldılar çünkü buğday ambarları onun elindeydi. ‘Vadettiğiniz’ düzen mevcuttan kat be kat üstün değilse, yolda yalnız kalırsınız.
Semavi dinlerin toplumsal yaşamı düzenleyen hukuki uygulamasına ‘şeriat’ denilir. Peki şeriat kendi çağında kesintisiz uygulanabildi mi?
Tarihçiler, Peygamber`in ilk İslam devleti olan Medine’yi şeriatla değil, ‘Medine Vesikası’ yani anayasa ile yönettiğini yazıyorlar. Dönemin koşulları önce kabileler arası savaşların son bulmasını gerektiriyordu. Barış sağlandıktan sonra Müslüman olsun olmasın, herkes için inanç ve ibadet özgürlüğü ilan edildi.
Osmanlı dönemine baktığımızda, imparatorluğun tüm coğrafyayı şeriatla yönetmesi mümkün müydü? Şeyh Edebali’nin yorumladığı Osman Bey`in rüyasının içeriği, Tevrat’ın bir ayetiyle örtüşüyordu.
Konstantinopolis fethedildiğinde, Hristiyan nüfus Müslüman nüfustan daha fazlaydı.
Fatih Sultan Mehmet, İslam şeriatıyla tüm toplumu yönetemezdi, dolaysıyla Hıristiyanlara ‘istediğiniz kadar kalabilir, ibadet ve inancınızda özgürsünüz’ teminatını verdi. Ümmetten millete yaklaştığımızda, Cumhuriyet Devrimi 1924’te Hilafeti kaldırdı. Hilafet sadece İstanbul`da değil, etkilediği bütün orta doğu sahasında da kaldırılmıştı. 1925’te tekke ve zaviyeler kapatıldı. Türkiye Cumhuriyeti 1928’de ‘devletin dini İslamdır’ ibaresini kaldırdı. Daha önce Hilafet’in kaldırılmasına Ortadoğu`da isyan eden şeriatçılar, bu uygulamaya tepki olarak ‘Müslüman Kardeşler’ adıyla örgütlendiler.
Yakın döneme geldiğimizde, Fethullahçı Gladyo, Cumhuriyet hakkında şunları söyleyecekti; ‘Cumhuriyet bütün geri dönüş yollarını kapatan sistemdir’. Doğrudur, çünkü Cumhuriyet Devrimi karşı devrmi, kurumlarıyla birlikte ortadan kaldırdı ve egemenliği kayıtsız şartız millete devretti. Dolayısıyla devlet kurumlarına yerleştirilen cemaat‚ doğru ‘analiziyle ‘silahla kurulan Cumhuriyet silahla yıkılır` saptamasını yapıyordu.
15 Temmuz 2016 da silahlı kalkışma oldu, ancak merkezi otoriteyi yıkamadı. Devlet kurumlarına zarar verdiği için, sistemi yönetenler kendi düzenlemelerini yapmak zorunda kaldılar. Tüm düzenlemelerin sonucu, partili Cumhurbaşkanlık Sistemi’ni getirdi.
Bugün hilafet isteyenlere en etkili yanıtı Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan veriyor: “Marjinallari asla dikkate almayız. Din adamı olarak ortaya çıkıp da kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup dinimizde kesinlikle yeri olmayan bazı içtihatta bulunan kişiler ortaya çıkıyor. Bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada, farklı bir asırda, zamanda yaşıyorlar, çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14 asır, 15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız… İslam’ın güzelliği burada zaten, önemi burada. Şimdi birçok hoca efendi tabi beni tefe koyup çalacak, o ayrı mesele. Rabbim bizi tefe koymasın, mesele orada.”
Hilafetin karşısında sadece anayasa değil, Türkiye halkının çoğunluğu da duruyor. Hilafete geçit vermeyen diğer bir kuvvet ise, Silahlı Kuvvetlerdir. Bütün devlet kurumlarına, bakanlıklarına tarikat ve cemaatler yerleştirilmiş olabilir. Devlet onları kontrol altında tutmak ister veya onlar devletten faydalanmak ister. Peki şu kilit soruya nasıl yanıt verecekler; Cumhuriyet kuran ordu, şeriatla yönetilebilir mi?

Türkiye’nin mecburiyetleri anayasanın 174. maddesini, yani devrim kanunlarını uygulayacak iktidar gücünün önünü açacaktır.
Buraya kadar yapmış olduğumuz değerlendirmeden ‘Federasyon’ söylentilerine gelelim. 2023’te Cumhuriyetin 100. yüzyılı kutlandı. Bazı eleştiriler, “kaybedilen Cumhuriyet nasıl kutlanır? Yüz sene önceki Cumhuriyet ancak anılır” şeklindeydi. Bunu geçen yıl 28 Mayıs sonrası birçok dünya liderinin de davet edildiği, Cumhurbaşkanlık Külliyesi’nin ortamına bağlayanlarda oldu. Tören sırasında Külliye`nin büyük salonunda Atatürk resminin ve Türk Bayrağı’nın görülmemesi, fakat ‘imparatorluğu’ çağrıştıran ortam, tartışma konusu olmuştu. Dışardan bakıldığında, “Türkiye bir ‘Federasyon’ iklimine mi yönlendiriliyor” sorusu doğru olur mu?
Hatırlayalım, ABD’nin ‘düşünce fabrikaları’ ne demişlerdi? ‘Türkiye ya küçülecek ya büyüyecek.’
‘İkna’ olan hâkim sınıfların bazı aktörlerine göre diğer anlamı şöyledir: ‘Üniter devlet Türkiye’yi küçük tutuyor, ancak federasyon büyütür. `
“Kemalizm ve Cumhuriyet’in modası geçti Türkiye ancak Ilımlı İslam’la devam edebilir” diyenler, yine aynı merkezdendi. ‘Federasyon’ konusunu sokaktaki vatandaş konuşsa herhangi bir etkisi olmaz.
Ancak hükümetler ve iktidarlar tarafından gündeme getirildiğinde, ister istemez dikkatleri üzerine çekiyor. Geçmişte de böyle olmuştu, örneğin 12 Eylül darbe şefi Kenan Evren’in, Türkiye’yi 8 eyalete bölen federasyon ‘planı’ vardı. Turgut Özal bunu reddetmişti, çünkü başka plana ‘ikna’ olmuştu. ‘Bir koyup üç alacağız’ yani Irak’ın kuzeyi iltihak edilecekti. Erdal İnönü de dönem dönem eyalet sistemini dile getirmişti. Günümüze geldiğimizde hükümet mevzilerinden yine ‘federasyon’ gündeme gelebilir. Başlangıcı Cumhur İttifakını ve hükümeti destekleyen HüdaPar yaptı. ‘Federasyonu tartışmaya açalım’ çağrısı, hükümetten ve ‘hilafet’ isteyenlerden bağımsız düşünülemez. Diğer yandan Anayasa tartışmaları ve devlet kurumları arasındaki gerilimin arkasında ‘Federasyon’ tartışması yatabilir mi? Çünkü üniter devlet ve anayasa ‘federasyonun’ önünde en büyük engeldir. Dolayısıyla anayasa neden ısrarla değiştirilmek isteniyor? Federasyon neden tartışmaya açılıyor?
Önceki hükümetler ‘federasyonu’ dile getirdiğinde, genelde mevcut ‘merkezi’ sistem eleştiriliyordu. Hâkim sınıfların bazı aktörleri ‘dünya %60 federasyonlarla idare ediliyor’ görüşünü ileri sürüyorlardı. Merkezi sistemin zaafı şöyle tarif ediliyordu: ‘Merkezi darbeciler ele geçirdiğinde darbe oluyor’. Birçok tarikat ve cemaat de ‘merkezi’ sistemden şikayetçi. Bunu geçen gün İsmailağa Cemaati`nden Cübbeli Ahmet Hoca’da aktarmıştı.
Koalisyon hükümetlerinin Türkiye’yi ‘federasyona’ dönüştürecek güçleri yoktu, fakat bugün farklı bir durum söz konusu. Türkiye’de ‘asla olamaz’ deniliyordu, ama son yirmi yılda neler olmadı ki? Tek partili döneme geçiş, başbakanlığın kaldırılması, darbe girişimi, partili Cumhurbaşkanlık sistemine geçiş, TRT Kürtçe yayını, 90`larda kimin aklına gelirdi?
Sayın Ertan Özyiğit YouTube kanalında şu paylaşımı yaptı; “Üst akla göre, Kerkük ve Musul birgün Türklere verilecek.” Asla olmaz diyebiliriz, ancak BOP’cu (Büyük Ortadoğu Projesi) ve ‘yeni Osmanlıcı’ çevrelerde, büyük heyecan yaratıyor. Onlara göre denetim Türkiye’ye ‘verilirse’ ve sonra toprak dahil edilirse, Türkiye küçülmez tam tersine büyür. Bunun diğer mesajı ‘Kürt sorununu’ çözen Türkiye, artık bölünmez tam tersine büyür. ‘Büyümesi’ için yeni bir ‘çözüm süreci de’ gündeme getirilmek istenecektir, Türkiye dışındaki PKK saldırıları bu çerçevede okunmalı. DEM Parti`nin de ‘ilkelerimiz çerçevesinde herkesle görüşebiliriz’ açıklaması, sadece yerel seçimlerle sınırlı olmadığı, iktidara bir mesaj olduğu düşünülebilir. Öcalan savunmasında, “Kürt sorununu çözen Türkiye bölgede süper güç olur, bizde Türkiye Cumhuriyeti’nin destek gücü oluruz” sözleri, BOP ve federatif yapıyla ‘paralellik’ gösteriyor. ‘Federatif’ çözüm aynı zamanda büyük Ortadoğu projesini ve yeni ‘Osmanlı projesini’ tekrar canlandırır.

Peki nesnel durum ‘federasyon’ söylentilerini doğruluyor mu? Birleşmiş Milletlerin ve AB’nin gözünden bakıldığında, Türkiye’de ‘fiilen’ federatif bir ortam canlanıyor. Son yıllarda Türkiye’ye tahminlere göre, dışardan 10 milyon üzerinde Arap’ nüfus ‘monte’ edildi. TRT de her gün saatlerce Osmanlı dizileri ‘kültürel’ iklimi hazırlıyor. Diğer yandan Türkiye Suriye’nin kuzeyinde kendi kontrolünde bölge inşa ediyor.
90’larda da ABD’nin denetlediği Irak Kürdistan bölgesinin altyapısında, çok sayıda Türk şirketi yer almıştı. Üniter devlet ve merkezi sistemi eleştirenler, Türkiye’nin ‘büyümesi’ için ‘federasyonu’ önümüzdeki dönem tekrar gündeme getirecekler. Çünkü onlara göre misaki milli içerisine Hilafet nasıl sığmıyorsa, ‘Türk-Kürt-Arap Federasyonu’da bugünkü üniter devletin içerisine sığamaz. ‘Avusturya Avrupa ve Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’ saptamasına göre ‘Bölgesel güç Türkiye’ artık büyüyor.

QOSHE - ‘Hilafet’ değil Federasyon ‘isteniyor’ - Cengiz Köse
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Hilafet’ değil Federasyon ‘isteniyor’

27 15
28.01.2024

İnsan, toplum ve sistem ‘isteyerek’ değiştirilemez. Her şey tarihseldir geçicidir, insanlık tarihi de böyledir. İnsanı önce büyü, sonra din ve bugün bilim yönlendiriyor. Bu tarihsel evreler ‘sistematik bir kural’ olmasa da böyle gelişti. İnsanın özlemi ve istikameti genellikle gelecek eğilimlidir.
21. yüzyılda zamanda yolculuk veya ışınlama, kimin ilgisini çekmez ki?
Uzaya gönderilen ilk Türk ne kadar dikkatleri üzerine çekebiliyorsa, ‘Hilafet isteriz’ diyen Türk de o kadar dikkat çekebiliyor. Birini bilim çağı evrene yükseltirken, diğerini zaman yolculuğu çağın gerisine götürebiliyor. Ateş meşalesi, petrol lambası ve el feneri arasında çağ farkı olabilir, ancak hepsinin etkisi karanlığı aydınlatmaktır. Kullanım araçları geliştikçe insanın düşünce, davranış ve tüketim alışkanlıkları da değişiyor. Özetle teknoloji sosyolojiyi değiştiriyor.
Ancak teknolojinin, üretim araçlarının ve kaynakların, hangi sınıfın elinde olduğu ve sistemin nasıl işlediği bilinmeden, ‘değiştirmek’ istediğiniz yapının gücünü ölçemezsiniz. Machiavelli’nin Söylevler’inden şu dersi çıkarıyoruz; “En zararsız ve en değersiz ‘düşman’, hakkımda atıp tutan, ancak benim gücümden bihaber olandır. En saygılı ve en tehlikeli düşman ise hakkımda konuşmayan, ancak beni çok iyi tanıyandır.”
Gelelim hilafet ve şeriat konusuna. Hangi çağ olursa olsun, toplumlar yaşam kaynağını ve varlığını sürdürebilecek ‘merkeze’ yönelirler. “Musa’nın yolu hak yoludur” diyen insanlar bile, Firavuna mecbur kaldılar çünkü buğday ambarları onun elindeydi. ‘Vadettiğiniz’ düzen mevcuttan kat be kat üstün değilse, yolda yalnız kalırsınız.
Semavi dinlerin toplumsal yaşamı düzenleyen hukuki uygulamasına ‘şeriat’ denilir. Peki şeriat kendi çağında kesintisiz uygulanabildi mi?
Tarihçiler, Peygamber`in ilk İslam devleti olan Medine’yi şeriatla değil, ‘Medine Vesikası’ yani anayasa ile yönettiğini yazıyorlar. Dönemin koşulları önce kabileler arası savaşların son bulmasını gerektiriyordu. Barış sağlandıktan sonra Müslüman olsun olmasın, herkes için inanç ve ibadet özgürlüğü ilan edildi.
Osmanlı dönemine baktığımızda, imparatorluğun tüm coğrafyayı şeriatla yönetmesi mümkün müydü? Şeyh Edebali’nin yorumladığı Osman Bey`in rüyasının içeriği, Tevrat’ın bir ayetiyle örtüşüyordu.
Konstantinopolis fethedildiğinde, Hristiyan nüfus Müslüman nüfustan daha fazlaydı.
Fatih Sultan Mehmet, İslam şeriatıyla tüm toplumu yönetemezdi, dolaysıyla Hıristiyanlara ‘istediğiniz kadar kalabilir, ibadet ve inancınızda özgürsünüz’ teminatını verdi. Ümmetten millete yaklaştığımızda, Cumhuriyet Devrimi 1924’te Hilafeti kaldırdı. Hilafet sadece İstanbul`da değil, etkilediği bütün orta doğu sahasında da kaldırılmıştı. 1925’te tekke ve zaviyeler kapatıldı. Türkiye Cumhuriyeti 1928’de ‘devletin dini İslamdır’ ibaresini kaldırdı. Daha önce Hilafet’in kaldırılmasına Ortadoğu`da isyan eden şeriatçılar, bu uygulamaya tepki olarak ‘Müslüman Kardeşler’ adıyla örgütlendiler.
Yakın döneme geldiğimizde, Fethullahçı Gladyo, Cumhuriyet hakkında şunları söyleyecekti; ‘Cumhuriyet bütün geri dönüş yollarını kapatan sistemdir’. Doğrudur, çünkü Cumhuriyet Devrimi karşı devrmi, kurumlarıyla birlikte ortadan kaldırdı ve egemenliği kayıtsız şartız millete devretti. Dolayısıyla........

© Aydınlık


Get it on Google Play