Bu hafta, küresel siyasetten uzaklaşıp Türkiye’ye, Türk edebiyat çevrelerinde geride bıraktığımız iki hafta boyunca büyük gürültü koparan bir mahkeme kararına bakalım. Karar, Mine G. Kırıkkanat’ın, Elif Şafak’a karşı, bu sonuncusunun ilk baskısı 2002 yılında yayımlanmış Bit Palas isimli romanının, ilkine ait, ilk baskısı 1990 yılında yayımlanmış Sinek Sarayı isimli romanından intihal suçu işlenerek üretildiği iddiasıyla 19 Ekim 2021 tarihinde açtığı davada, İstanbul Anadolu 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince 14 Aralık 2023’te alınıyor. Mahkeme Kırıkkanat’ı haklı bulurken, Kırıkkanat da kararı on gün sonra X hesabından sevinçle duyuruyor. Gürültü de bundan sonra kopuyor ve özellikle edebiyat cephesinden pek çok yazar büyük gürültüyle ikiye ayrılan bu karpuzun iki yarısından birinde yerini almakta gecikmiyor.

Mahkeme, Kırıkkanat tarafından dosyaya sunulan uzman görüşleriyle de yetinmeyerek yeni bir bilirkişi raporu hazırlatıyor ve nihayet mahkemeye arz edilen bu rapora dayanarak, “Davalı tarafın davacı tarafın FSEK’den kaynaklı haklarını ihlal ettiğinin TESPİTİ ile, davalının davacının mali ve manevi haklarına TEC‘AVÜZÜN REF’İNE” karar veriyor.

Zira söz konusu rapor da iki eseri karşılaştırırken öne çıkardığı kimi hususlar “birlikte değerlendirildiğinde davalı tarafa ait eserin isim benzerliği, kurgulama, karakterler, mekân ve zaman birliği, olay örgüsüne ve soncu bakıldığında esinlenmenin çok ötesinde, davacının romanının adından ve içeriğinden yararlanıldığı ve bu yararlanmanın intihal düzeyinde olduğu kabul edilmiş ve davacı tarafın FSEK’ten kaynaklı haklarının ihlal edildiği kabul edilmiştir,” neticesine varıyor. Mahkeme ayrıca Kırıkkanat’a hem Şafak hem de yayıncısı tarafından tazminat ödenmesine de hükmediyor. Buradaki FSEK, elbette Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu.

Elif Şafak ve yayıncısı iddiayı tekrar reddedip kararı kınarken, özellikle sol liberal ve liberal cenahtan 124 yazar da kararı ve izleyen tepkileri “linç kampanyası” olarak tanımladı. Yine bazı yazarlar intihal iddialarının detaylı bir incelemesini içeren reddiyelerde de bulundular. Buna karşılık özellikle Kırıkkanat’ın mahkemeye de sunduğu görüşlerin sahibi olan yazarların da dahil olduğu bir diğer grup yazar ise benzerliklerin tesadüfi olamayacak niteliklerine dikkati çekiyorlardı. Bu arada Oray Eğin gibi kimi başkaları ise bunun Elif Şafak’ın karşı karşıya kaldığı ilk intihal suçlaması olmadığını yazarak daha önceki iddialardan örnekler verdiler.

Edebiyat tartışmalarının mahkeme salonlarında yürütülemeyeceği muhakkak. Diğer yandan, Türkiye’deki her tartışma başlığında, somut gerçekliğin titizlikle incelenmesinden evvel pek çok entelektüelin kendi mahallesine denk düştüğünü hesapladığı tutumu otomatikman benimsiyor olması çok daha vahim. Her iki yazarın destekçileri arasında, “kitapları okumadıklarını” not düşerek görüş bildirebilenlerin bulunabiliyor olması özellikle dehşet verici. Bu genel olumsuzluğa ek olarak, küresel siyasette ve dolayısıyla edebiyat çevrelerinde de hegemonik bir şebekeye sahip bulunan liberal yazar çizer ekibin, mahkeme kararının dayandığı raporu ya da o şebekenin içinde bulunmayan Kırıkkanat’ın romancılığını ya da Kırıkkanat’ı destekleyen görüş sahiplerinin “edebiyat uzmanlıklarını” sorgularken sahip oldukları çok açık biçimde sezilebilen kibirleri pek çok itici. Tüm bunlar Türk insanının, yalnızca edebiyata yönelik değil, hayatın diğer alanlarındaki tartışmalar karşısında da yılgınlaşmasına, zihinsel olarak da tembelleşmesine ve kalıplara hapsedilmesine neden oluyor.

Türk aydınının, bu nitelemenin ne kadar hak edildiği sorgulanıp altında ezilinirse eğer, en azından Türk yazarlarının, buna elbette ve başta sosyal bilimciler dahil olmak üzere cümle Türk mürekkep yalamışlarının, böyle bir vaka karşısında ilk yapmaları gereken hiç kuşkusuz bu iki romanı ciddi bir okumaya tabi tutmaları olurdu. Okumaktan ziyade film, dizi ve podcast’lerle yetinmeye başlayan yeni kuşak Türk mürekkep yalamışları giderek edilgenleşirken, son derece etkin bir eylem olan eleştirmek bir yana o kadar olmasa da yine de etken olmayı gerektiren okumanın kendisi bir zûl kabul edilir oldu. Maalesef. Sanki “medyanın” “sosyal” olmayanı olabilirmiş gibi, sevmediğim tabirle, “sosyal medyadan” “kanaat önderliği” pozları kesmekle iktifa eden mürekkep yalamışları da böylesi bir işe pek hevesli görünmüyorlar. Bunu kırmak gerektiğine de inandığımdan iki romanı, elbette önce ilk yayımlanan Sinek Sarayı’nı ve sonra diğerini olmak üzere derhal okudum.

Burada, sosyal bilimci dürüstlüğüne uygun biçimde, bir “disclosure statement”, Türkçesiyle herhalde “açıklığa kavuşturma beyanı” diyebileceğimiz bir açıklama yapmakta yarar var. Bilimsel makalelerde bu tür beyanlar, yazarın ele aldığı konuyla ilgili herhangi bir “çıkar çatışması” içinde bulunmadığını ilan etmesidir. Akademik dürüstlük ve olabildiğince yansızlık elde etmek adına böylesi açıklamalarda bulunmak önemsenir. Bu nedenle, konumuz açısından, ne Kırıkkanat ile ne de Elif Şafak ile yakın dünya görüşlerine sahip olduğumu belirtmemde yarar var. Pek çok güncel meselede ilkiyle daha fazla ortaklaşabileceğim muhakkak iken ve Kırıkkanat ile birkaç etkinlikte beraber yer almış olmama rağmen, her iki yazarla da bu durumun ötesine giden bir tanışıklığım da bulunmamaktadır.

Bunlar bir yana, esasa geçecek olursam, bu son dava sürecinin kopardığı gürültü olmasaydı, arka arkaya okuduğum bu iki roman arasında herhangi bir fikir hırsızlığının bulunduğunu asla düşünemezdim. Bunu netlikle teslim etmem gerekiyor. Kırıkkanat’ın Sinek Sarayı adlı romanı, benim okuduğum Milliyet Kitap baskısı yalnızca 151 sayfa tutan, hızla okunabilen, akıcı, sade sözcük seçimlerine dayanan bir roman. Diğer yandan, Elif Şafak’ın Bit Palas’ı ise, 2009 tarihli Doğan Kitap baskısı 379 sayfa olan, Şafak’ın diğer romanlarında da olduğu gibi rahatsız edici düzeyde eski sözcüklerin kullanıldığı, iki roman arasında kurulan benzerliklerden ilki olan apartman tasvirlerinde bile çok daha evveliyata inmeye dikkat eden, karakterleri çok daha uzun uzun ele alan bir roman.

İstanbul’da, Beyoğlu’nda, “art nouveau” tarzı birer apartmana odaklanan her iki roman arasındaki benzerlikler çarpıcı olmakla birlikte fazlasıyla sınırlı. İki romanı okuduktan sonra dönüp mahkeme kararına tekrar baktığınızda ya da Ahmet Yıldız ile Haluk Şahin’in ayrıntıyla dikkati çektikleri benzerlikleri tekrar düşündüğünüzde, Kırıkkanat’ın hissiyatına hak vermemek oldukça zor görünüyor. Diğer yandan, hukuken suç işlemek meselesi bir yana, edebî açıdan fikir hırsızlığı düzeyinde bir suiistimal bulunduğunu öne sürebilecek düzeyde benzerliklerin olduğunu öne sürmek de son derece güç. Fakat bu benzerlikleri tekrar değerlendirip romanları yeniden tarttığınızda, Elif Şafak’ın Sinek Sarayı’nı muhakkak okumuş ve hayli etkilenmiş olduğunu düşünmemek de çok güçleşiyor. Hele iki romanın da sonunda, yazarların ağzından, romanı yazanın aslında bir başkası olduğunun teslim edilmesiyle bitmesi gibi daha az tesadüfi olabilecek bir finalle kapanıyor olmasını düşündüğünüzde daha da öyle. Yine de, bütün bunlar, ortada mahkemelik bir iddianın bulunduğundan haberdar olunmasa belki hiçbir okuyucunun dikkatini çekmeyebilecek düzeyde benzerlikler olarak kalıyor.

Yıllardır, biraz sosyal bilimcilik, biraz da yaşam deneyimi, köşeli yargılarda bulunmama konusunda yeterince terbiye olmuş biri olarak, bu konuda da kendimi, nihai bir tespitte bulunabilecek konumda görmüyorum. Yalnız, yine de eğilimimi belirtmem gerekirse, Kırıkkanat’ın, iki roman arasında benzerlikler ve ikincisinde yüksek ihtimalle birincisinden esinlenmenin bulunduğuna yönelik hissiyatının içten içe doğru olduğuna inanıyorum, fakat sadece bu kadar. Belki açık bir gönderme yapılmış olsaydı hiçbir sorun kalmazdı, fakat bu hâliyle bile ortada ispatlanabilir bir fikir hırsızlığı da bulunmuyor. Romanların içeriğine girmek ya da her iki romanın edebî birer eleştirisini yapmak da konuyu çok daha fazla dallandırıp budaklandıracağından, bu konuda yetkin olmamamın da etkisiyle, bundan da sakınıyorum. Yine de bu hususlarda da birkaç kelam etmek gerekirse, her iki romanın da isimlerinin bile esas düğümlerini yansıtmadığını, esas düğümlerinin ise, birinde Dimitra ya da Gülfiliz bilmecesi, ikincisinde ise çöp yığını ya da üniversite hocasının kadınlarla ve özellikle Mavi Metres’le bir sonuca varmayan ilişkileri olmak üzere, anlamlı bir yere bağlanamadıklarını belirtmek gerekiyor.

Kırıkkanat’ın da Şafak’ın da romanlarında neden yer verdiklerini anlayamadığımız, romanların esas düğümleri bakımından pek de anlam verilemeyecek pek çok tasvirin de günün sonunda okuyucuda düş kırıklığı, ya da daha doğru bir ifadeyle, boşluk yarattığını da eklemek gerekiyor. Kırıkkanat’ın sade ve akıcı dili bir yana, Şafak’ın romanının ancak yarısından sonra akıcılık kazandığını, “mutantan”, “penha”, “gülibrişim” ya da “camgöbeği” gibi yazarca sanki yeni öğrenilmişçesine pek çok defa kullanılan sözcüklerinse okuyucuda yalnızca bıkkınlık yarattığını da ekleyebilirim. Şafak’ın bunu dengeleyebilecek yanı ise, sık sık başvurduğu genelleme ve sınıflandırmaların, dikkati dağıtacak düzeyde sündürülmedikleri yerlerde son derece ilgi çekici olmaları. Bazı yerlerde yazarın gözlemlerindeki kimi ayrıntı ve ilgi çekici öğeler, okuyucunun kendi gözlemleriyle özdeşlikler kurabildiği hoş pasajlar olarak ortaya çıkıyor. Diğer yandan, her iki roman da birey romancılığının ötesine gitmiyorlar. Toplumun temel toplumsal, sosyoekonomik ya da sınıfsal meseleleriyle pek az ilişki içine giren romanlar olarak, yüzeysel bir edebî niteliğin ötesine geçemiyorlar.

Sözün özü; bir intihal davası, bir diğer yanıyla bir edebiyat meselesi de dönüp dolaşıp ne kadar da köşeli yargılarla ortaya çıkmaya hazır, zihinsel açıdan tembel durumda olduğumuzu ortaya koyuyor. Bir kez daha.

QOSHE - İntihal Davasında da Kutuplaştırabildiklerimizden misiniz? - Dr. Coşkun Soysal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İntihal Davasında da Kutuplaştırabildiklerimizden misiniz?

33 0
06.02.2024

Bu hafta, küresel siyasetten uzaklaşıp Türkiye’ye, Türk edebiyat çevrelerinde geride bıraktığımız iki hafta boyunca büyük gürültü koparan bir mahkeme kararına bakalım. Karar, Mine G. Kırıkkanat’ın, Elif Şafak’a karşı, bu sonuncusunun ilk baskısı 2002 yılında yayımlanmış Bit Palas isimli romanının, ilkine ait, ilk baskısı 1990 yılında yayımlanmış Sinek Sarayı isimli romanından intihal suçu işlenerek üretildiği iddiasıyla 19 Ekim 2021 tarihinde açtığı davada, İstanbul Anadolu 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince 14 Aralık 2023’te alınıyor. Mahkeme Kırıkkanat’ı haklı bulurken, Kırıkkanat da kararı on gün sonra X hesabından sevinçle duyuruyor. Gürültü de bundan sonra kopuyor ve özellikle edebiyat cephesinden pek çok yazar büyük gürültüyle ikiye ayrılan bu karpuzun iki yarısından birinde yerini almakta gecikmiyor.

Mahkeme, Kırıkkanat tarafından dosyaya sunulan uzman görüşleriyle de yetinmeyerek yeni bir bilirkişi raporu hazırlatıyor ve nihayet mahkemeye arz edilen bu rapora dayanarak, “Davalı tarafın davacı tarafın FSEK’den kaynaklı haklarını ihlal ettiğinin TESPİTİ ile, davalının davacının mali ve manevi haklarına TEC‘AVÜZÜN REF’İNE” karar veriyor.

Zira söz konusu rapor da iki eseri karşılaştırırken öne çıkardığı kimi hususlar “birlikte değerlendirildiğinde davalı tarafa ait eserin isim benzerliği, kurgulama, karakterler, mekân ve zaman birliği, olay örgüsüne ve soncu bakıldığında esinlenmenin çok ötesinde, davacının romanının adından ve içeriğinden yararlanıldığı ve bu yararlanmanın intihal düzeyinde olduğu kabul edilmiş ve davacı tarafın FSEK’ten kaynaklı haklarının ihlal edildiği kabul edilmiştir,” neticesine varıyor. Mahkeme ayrıca Kırıkkanat’a hem Şafak hem de yayıncısı tarafından tazminat ödenmesine de hükmediyor. Buradaki FSEK, elbette Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu.

Elif Şafak ve yayıncısı iddiayı tekrar reddedip kararı kınarken, özellikle sol liberal ve liberal cenahtan 124 yazar da kararı ve izleyen tepkileri “linç kampanyası” olarak tanımladı. Yine bazı yazarlar intihal iddialarının detaylı bir incelemesini içeren reddiyelerde de bulundular. Buna karşılık özellikle Kırıkkanat’ın mahkemeye de sunduğu görüşlerin sahibi olan yazarların da dahil olduğu bir diğer grup yazar ise benzerliklerin tesadüfi olamayacak niteliklerine dikkati çekiyorlardı. Bu arada Oray Eğin gibi kimi başkaları ise bunun Elif Şafak’ın karşı karşıya kaldığı ilk intihal suçlaması olmadığını yazarak daha önceki iddialardan örnekler verdiler.

Edebiyat tartışmalarının mahkeme salonlarında yürütülemeyeceği muhakkak. Diğer yandan, Türkiye’deki her tartışma başlığında, somut gerçekliğin titizlikle incelenmesinden evvel pek çok entelektüelin kendi mahallesine denk düştüğünü hesapladığı tutumu otomatikman benimsiyor olması çok daha vahim. Her iki yazarın destekçileri arasında, “kitapları okumadıklarını” not düşerek görüş bildirebilenlerin bulunabiliyor olması özellikle dehşet verici. Bu genel olumsuzluğa ek olarak, küresel siyasette ve dolayısıyla edebiyat çevrelerinde de hegemonik bir şebekeye sahip bulunan liberal yazar çizer ekibin, mahkeme kararının dayandığı raporu ya da o şebekenin içinde bulunmayan Kırıkkanat’ın romancılığını ya da Kırıkkanat’ı destekleyen görüş sahiplerinin........

© 12punto


Get it on Google Play